Sophie Loren efsanesi

Bizim kuşağın Diva’sı. Rüyalarımızın kadını Sophia Loren ile sohbet etmenin keyfini yaşıyorum. Hala Diva, hala harika. Herkesin böyle yaşlanmasını dilerim.

Hiç aklıma gelmezdi.

Bizim kuşağın rüyalarına giren kadınların başında hep Sophia Loren vardı. Onun filmleri heyecanla izlenir, resimleri kesilip başucumuzdaki duvarlara asılırdı.

Belki ilk başlarda onu sadece bir vedet olarak gördük. İri dudakları, iri göğüsleriyle bir İtalyan güzeliydi. Ancak sonradan, bu alımlı ve güzel kadın değişmeye başladı. Sadece fiziği ile değil, oyunculuğu ile ön plana geçti. Bambaşka bir Loren doğdu. Ardından, yine uzun bir zaman geçti ve bu efsane ile dün İstanbul’da karşı karşıya oturdum.

Gözlerime inanamadım.

Artık gözlerin altındaki kırışıklık veya yaşını gösteren izlerin önemi kalmamış. Odaya girdiği andan itibaren, bulunduğu yeri dolduran bir kişiliği var. Hem müthiş bir star, hem bir anne, hem de bir efsane… Sıcaklığını size yansıtabiliyor. Tepeden bakmayan, efsaneliğinin farkında olan, ancak bunu kullanmayan dev bir insan. Gözleriyle de konuşuyor. Bir arkadaşıyla konuşur gibi sohbet ediyor.

Çok eğlenceli bir saat geçirdim. MANŞET programında (CNN TÜRK, hafta için hergün saat 17:00) yayınlandığı için söylediklerini burada tekrarlamak istemedim.

Ancak bir zamanlar rüyalarımıza giren bu kadınla, “Ah’ı gitmiş, vah’ı kalmış” eski bir star gibi değil, ailenin uzun süredir karşılaşmadığı bir üyesiymiş gibi sohbet ettim.

* * *

BARİ BİRDE, KİTAP AVI DÜZENLEYELİM (!)

Orhan Pamuk’un Ermeni soykırım iddiaları hakkındaki görüşünü beğenmeyen vatandaşlarımız ortaçağ metodları kullanmaya başladılar. Neredeyse, Orhan Pamuk kitapları avına çıkacaklar.

Sütçüler Kaymakamı bu konuda çok önemli bir rol oynadı. Gelen haberler çok ilginç.

“Belediye Başkanı da Orhan Pamuk okumuş… Bazı öğrencilerin evlerinde Pamuk’un kitapları görülmüş… Bir dükkandaki aramada üç kitap bulunmuş(!)”

Korkutucu bir hava estiriliyor.

Sırf kendilerini unutturmamaya çalışan bazı siyasi partiler ve bağlı dernekler tüm hızlarıyla bu Milliyetçilik hareketlerini körüklüyorlar. Günün birinde, bugün kışkırttıkları ve büyüttükleri bu canavar tarafından yok edileceklerinin farkında dahi değiller.

Tarih boyunca hep böyle olmuştur.

Çeşitli gerekçelerle insanlar ayaklandırılmış, ufaktan başlayan dalga ilerde tsunami’ye dönünce de yaratıcılarını yok etmişti.

Bizde bu senaryonun ilk bölümleri sahnelenmeye başlandı. Bakalım, sonu nasıl gelecek?

NEVRUZ’DA SADECE KAVGA YOKTU…

Nevruz şenlikleri medya’ya sadece Bayrak olayı ile yansıdı. Karşama, kavga, gürültü, protestolar. Oysa aynı günlerde Diyarbakır’da güzelliklerde yaşanıyordu. Açılan sergi, kelimenin tam anlamıyla harikaydı.

Nuran Terzioğlu’nun sahibi olduğu GALERİ APEL, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Diyarbakır Sanat Merkezi ve Heinrich Böll Vakfı el ele verdiler. 34 sanatçının eseri, Kuratör Nuran Terzioğlu’nun gözetiminde sergilendi. Katılanlara bakarsak, serginin değeri daha iyi anlaşılır: Endam Acar, Ali Aksakal, Yüksel Aldemir, Aslımay Altay, Aydan Baktır, Fırat Bingöl, Esra Carus Gülaydın, Ulaş Çibuk, Sakine Çil, Zeynel Dğan, Fırat Erdoğan, Sümbül Eren, Bahattin Eren, Selma Gürbüz, Güler Güngör Şirin İskit, Yücel Kale, Aziz Kanat, Gülsün Karamustafa, Kurucu Koçanoğlu, Raziye Kubat, Dicle Meşe, Elif Meşe, Ramazan Özcan, Mustafa Özkul, Lerzan Özer, Leyla Sakpınar, Emre Senan, Maria Sezer, Barış Seyitvan, Nezir Şahin, Yıldız Şermet, Esma Paçal Turam, Ferit Turgut.

DİYARBAKIRLILAR MUTLAKA GİDİN

Diyarbakırlılara tavsiyem, bu sergiyi kaçırmamalarıdır. 10 Nisan gününe kadar (Diyar Galeria İş Merkezi, Elazığ cad. No:9 Dağkapı) devam ediyor. Sahip çıkın ve Diyarbakır’da güzelliklerin ağır bastığını gösterin. Bütün sanatçılara ve Terzioğlu’na da bu duyarlığınızı yansıtın.

Bir de Medya’ya ricam var…

Diyarbakır’daki bu sergiye de yer verin. Bu kent’i Türk-Kürt çatışmasının merkeziymiş gibi tanıtmayın. Tam aksine, Diyarbakır’ı kültür merkezi yapalım.

EMORY’ DE İKİ GÜN GEÇİRMENİN KEYFİ...

Emory, Amerika’nın en prestijli Üniversitelerinden biridir.

Geçen hafta iki günlüğüne davetli konuşmacı olarak Atlanta’ya giderken neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Genelde vakitsizliğimden dolayı bu tip davetleri üzülerek reddederim, ancak bu defa inatla gittim. Amacım, biraz da Amerikan gençliğinin ne düşündüğünü öğrenebilmekti. Ancak benim için öylesine farklı ve ilginç bir deneyim oldu ki, sizlerle paylaşmak istedim. Tahmin edebileceğiniz gibi amacım kendimden söz etmek değil, size bambaşka bir dünya’yı ve o dünyadan Türkiye’nin nasıl görüldüğünü anlatmak.

İki gün üst üste iki ayrı konferans verdim. Benim açımdan en ilginç olanı ise, sınıflara davet edilip öğrencilerle ders sırasında sohbet etmek, onların sorularını yanıtlamaktı.

Bundan önce de bir çok defa, Amerikan Üniversitelerindeki konferanslara katılmış ve konuşmalar yapmıştım. Ancak bu defa hayretler içinde kaldım.

Nedeni de, Türkiye’ye karşı duyulan ilgiydi.

Avrupa Birliği ile müzakerelere başlama kararı Türkiye’nin Uluslararası alandaki yerini inanılmaz oranda değiştirmiş. Adeta Türkiye yeniden keşfediliyor. İnsanların kafalarındaki eski alışılmış kalıplar gitmiş. Artık farklı bakılmaya başlanmış.

Yaklaşık 300 kişinin izlediği konferansta Türkiye-Avrupa Birliği konuları işlendi.Ardından Emory Üniversitesi Başkanı dahil, üst düzey akademisyenlerinin katıldığı öğle yemeğinde de, Türk –Amerikan ilişkilerinin son durumunu anlattım.

Bu tip toplantılarda daima, dönüp dolaşılır ve Kürt, Kıbrıs, Ege ve Ermeni sorunları ortaya atılır. Bu defa dikkat ettim, eskimeye başlayan bu sorunların yerini, daha çok Avrupa almış. İnsanlar merak içindeler. Türkiye’nin bu işin altından nasıl kalkacağını, AKP’nin ne yapmak istediğini sorguluyorlar.Keşke imkan olsa da, bu tip üniversitelere, sık sık bizler konuşmacı gönderebilsek.

Ancak Emory Üniversitesi müthiş bir yer. Başkan Wagner ile kampüs’te dolaşırken yanımızdan geçen gençlerin bakışlarından, davnışlarından, Başkanları Wagner ile bir arkadaş gibi konuşmalarından, buradan mezun olanların ne kadar farklı olacakları, ülkelerinde ne kadar önemli yerlere geleceklerini kolayca anlayabiliyorsunuz

Öğrencilerin dünyayı da öğrenebilmeleri için, Dr. Claus M. Halle’nin 1997’de yaptığı bağış sayesinde kurulan HALLE INSTITUTE, dünyanın her yanından söyleyecek sözü olanları davet edip konuşturuyor. Hele enstitüyü yöneten Holli Semetko ile tanıştığınız zaman, bu programın neden bu kadar başarılı yürüdüğünü daha iyi anlıyorsunuz.

Halle Enstitüsünü görünce, kendi kendime “bizim zenginlerimiz neden bunu yapmazlar” sorusunu sormadan edemedim.Oysa bizim de Üniversitelerimiz var. Bizim de Suna-İnan Kıraç, Aydın Doğan ve onlar gibi, paralarını eğitime harcayanlarımız da var. Ancak, sayıları çok az. Genelde zenginlerimiz paralarını, gençlerin yetişmesi için harcamazlar (belki akıllarına gelmiyordur) da, abuk sobuk işlerde veya ailenin diğer fertleri tarafından savrulmasına izin verirler. Acaba neden? Amerikan Üniversitelerindeki bağış yarışını görünce, bunları düşünmemek elde değil.

Özetle, Emory’ deki günlerim çok keyifli geçti.

TÜRK KÜRSÜSÜ KURULMALI

Emory’de sık sık “eksiklerimizden biri, burada Türk kürsüsünün olmaması” sözünü duydum.

Gerçekten de büyük boşluk.

Herkes ve herşey öğretiliyor. Aklınıza gelebilecek her ülkenin ve dilin varlığını hissedebiliyorsunuz.

Türkçe ve Türkiye yok.

Üstelik çok pahalı birşey de değil.

Tam donanımlı bir kürsü kurdurmak istiyorsanız 5-7 milyon dolar. Sadece tek profesörle ve tek kürsü ise 1-2 milyon dolarlık bir bağış gerektiriyor. Ondan sonrası Üniversite yetkilileri gerçekleştiriyorlar. Üstelik bu bağışı tek kişinin yapması da gerekmiyor. Büyük firmalar veya birkaç zenginimiz bir araya gelip bu parayı toplayabilir.

Eğer Türkiye’yi başka yerlere taşımak istiyorsak, asıl yapmamız gereken de budur. Aksi halde “ kimseler bizi anlamıyor “ diye hayıflanmaktan vaz geçelim.

Xxx

RESİM ALTLARI:

( Afişin Altı)

Yukardaki afişleri görünce önce şaşırdım, sonra Holli Semetko ile Mehmet Baysan’ ın etkinliğini anladım. Türkiye’ ye ilgi tahminlerimin ötesindeydi.

Ben bu kadar meraklı çıkacağını sanmıyordum. Ancak salona yaklaşık 300 kişinin geldiğini öğrenince hayretim daha da arttı.

xxx

(Classes 032205’ ten IMG0037)

Prof. Mark Hallerberg’ in Ekonomi Politik dersindeki öğrenciler beni çok şaşırttılar. Türkiye’ yi haritada dahi güç seçebileceklerini sanıyordum ki, bana IMF ile anlaşmaların neden yürümediğinden, AKP hühümetinin politikalarına kadar son derece ayrıntılı soru yağmuruna tuttular.

Xxx

( IMG0045)

Prof. Catherine Manegold’ ın Gazeteci etiği dersine girdiğimde, New York Times’ ın eski editörlerinden ve şimdi Inquirer’in Genel Yayın Yönetmen yardımcısı Carl Lavin’in de davetli olduğunu öğrendim.Birlikte deneyimlerimizi paylaştık ve 11 eylül sonrası Amerikan basınının içine düştüğü durumu değerlendirdik. Genç olup, o öğrencilerin yerinde orada ders görmeyi nasıl istedim, tahmin edemezsiniz. O gencecik insanların dünyalarının, daha o yaşta nasıl genişlediği sorularından belli oluyordu.

BARLAS, RÜZGAR GİBİ GEÇMEZ…

Mehmet Barlas okunması son derece kolay, içeriği yoğun yazalar yazar. Hergün ya birşey öğretir veya farklı bir yaklaşımla karşınıza çıkar. Sizi zenginleştirir, keyiflendirir ve eğitir.

Yeni kitabı (Rüzgar gibi geçti – inkilap yayınevi 0212 514 06 10-11) insana aynı tadı veriyor. Yazılarından derleme yapmamış. Son derece üretken olduğundan ve küfesi de son derece dolu olduğundan dolayı, yaşamından küçük hikayeleri aktarmış. Ancak her biri diğerinden ilginç ve Türkiye’nin yakın tarihinden kesitler sunuyor. Kitaba yanlış bir isim takmış. Zira, Mehmet Baryas Rüzgar gibi geçmez.

Mehmet Barlas’ı ne kadar övsem azdır.

Yazarın Tüm Yazıları