Siyasetin Kaybedenler Kulübü’ne Avrupalı bir başbakandan küpe

LONDRA
CIPRIANI’nin önünde iğne atsanız yere düşmüyor.

Haberin Devamı

Ayakta masa bekleyenlerin uzattığı kuyruğu aşıp içeri girer girmez Fikret Ercan uzak köşedeki masayı gösteriyor:

- Fatih şurda oturan İspanya eski Başbakanı değil mi?

(Fikret Abi böyledir. Gözlerini kapatsa haberin kokusunu alır.)

Bakıyorum...

Evet Aznar...

Üç arkadaşıyla oturmuş yemek yiyor... Hemen iki masa sonra Ayşegül Nadir...

İçerisi dünya başkentlerinin tanıdık simalarıyla dolu...

Ve bir zamanlar İspanya’nın en kudretli siyasetçisi az sonra masasından kalkıyor.

Tam önümüzden geçerken dayanamıyorum. Bir gazetecilik refleksiyle “Sayın Başbakan” diyorum.

Duruyor.

Ayaküstü de olsa hızla devam ediyorum:

- Sizi burada görmek ne güzel. (Duracağını beklemediğim için şaşkınlıkla sıradan bir giriş yapıyorum.)

- Evet severim burayı.

- Şimdi nasılsınız? Siyasetin dışında yani?

Gülümsüyor.

Devam ediyorum:

Haberin Devamı

- Biz Türkiye’den İspanya’yı izliyoruz ve görüyorum ki ekonomi iyi değil. İspanya’da insanlar mutsuz. İşsizlik, gösteriler. Kriz var. Gençler öfkeli ve tedirgin.

- Evet ben de çok dikkatle izliyorum.

İşte bu pası alınca soruyorum:

- Sanıyorum şimdi İspanya’da mutsuz olanlar sizi düşünüyorlardır. Yeniden gelmenizi istiyorlardır.

Bu soru üzerine o bana bakıyor, ben ona...

(Sıradan bir Ankara sorusu ağzımdan çıkıvermişti. Öylesine bir soru. Alışılmış, paslı bir soru.)

Kaybetmiş siyasetçilere; “Efendim ne zaman dönüyorsunuz? Yine aday mısınız?” diye yaltaklanan bir “Şark sorusu” işte...

Kızdım kendime...

Eski Başbakan da şaşırmıştı. Niye dönecekti? Nereye dönecekti?

Bizdeki gibi, “Altı kere gittim yedi kere geldim” diyen bir siyaseti bilmediği için, 80 yaşında hâlâ aday olabilen siyasetçileri, “efsane dönüyor” pankartını hiç görmediği için anlayamamıştı. Bu yüzden tekrar ettim:

- Ne diyorsunuz Sayın Aznar?

Omuzlarını kaldırıp şöyle dedi:

“Anlamadım, mutsuz olanlar beni niye düşünsünler. Niye istesinler.”

Güldük. El sıkıştık ve ayrıldık.

Hemen ardından Can Dündar espriyi patlattı:

- Manşet çıktı mı?

Çıkmadı tabii.

Ama başka bir açıdan bakınca, belki de Türkiye siyaseti için en ağır manşeti bulmuştum.

Ders gibi bir manşet.

Haberin Devamı

Aznar’ın cevabı ağır bir taş gibi havada asılıp kalmıştı:

- Anlamadım, mutsuz olanlar beni neden düşünsünler?

İki kez başbakanlık yaptıktan sonra seçimleri kaybedince aktif siyasetten çekilen Aznar, şimdi düşünce kuruluşlarında çalışıyor, dünyanın tanınmış üniversitelerinde dersler veriyor.

Ve belki de en kısa ama en ağır dersi de Cipriani’de bize veriyor.

KAMBURA YATANLAR

Seçimi kaybedince; yeniden kazanmak için kendisinden sonra gelenin kaybetmesini bekleyen liderlerin ülkesinde bu ders ne kadar etkili olur bilemem.

Kaybeden siyasetçilerin kendisinden sonra gelenin kaybetmesini beklediği bir düzende; bu dersi kim alır onu da bilemem.

Ama ben aldım.

Haberin Devamı

Ve hemen aklıma seçimlerde Kılıçdaroğlu yüzde 26’da kalınca Baykal’ı arayan gazeteciler geldi.

Yıllarca Demirel ve Ecevit’in yarattığı beklenti gibi.

Bir dönem merkez sağdaki her yenilgide Çiller’in ya da Mesut Yılmaz’ın adını ortaya atan, yetmeyince, “Cindoruk” diye hareketlenen “nöbetçi toplum mühendisleri” gibi...

Yani sürekli olarak kaybedenlerin kazandığı bir siyaset.

Şimdi bakıyorum da;

Seçimin hemen arkasından CHP içinde “kambura yatmış bir anlayış” konuşmaya başladı...

Baykal hareketlendi. Önder Sav kıpırdamaya başladı. Baykal ve Sav anlaştı haberleri büyüyor. Yani;

Aznar’ın demokrasiye yeni başlayanlar için verdiği kısa dersi hatırlarsak;

Siyasetin Kaybedenler Kulübü’nde değişen bir şey yok.

Haberin Devamı

İKİNCİ YAZI:

Bravo!

HİÇ kuşkusuz Tenis Federasyonu büyük bir iş yaptı.

Dünya Kadın Tenisçileri Şampiyonası (WTA Championsip) 3 yıl süreyle artık İstanbul’da...

Yani dünya tenisi Boğaz’a geliyor.

Başkan Ayda Uluç ve her soruna çözüm bulan Yönetim Kurulu üyesi PTT Genel Müdürü Osman Tural’ın çabası alkışa değer...

Dünya Şampiyonası’nı Türkiye’ye taşıyan Basketbol Federasyonu’ndan sonra, bu da inanılmaz bir tanıtım fırsatıdır...

Tenis demişken;

Geziye katılan Fenerbahçe yöneticisi işadamı Nihat Özdemir de bir söz verdi:

- Hürriyet liginden sonra şimdi de Fenerbahçe tenis takımı kuruluyor...

Bu yüzden bravo!

ÜÇÜNCÜ YAZI:

Bu soru sorulur mu?

WIMBLEDON’daki galada Şarapova ile karşılaştığımızı cumartesi yazmıştım.

Haberin Devamı

Güneri Cıvaoğlu, Can Dündar ve ben geziye katılan gazeteciler olarak dönüş yolunda öğreniyoruz ki;

Gezinin medya danışmanlığını yapan şirket, İzzet Çapa için Şarapova ile bir röportaj ayarlamış. Röportaj için tam 5 dakika süre verilmiş.

Ve Çapa ilk sorusunu sormuş:

- Maç öncesi seks diyeti olmalı mı, siz yapıyor musunuz?

Buz gibi bir hava esmiş ve Şarapova masayı terk etmiş...

Dün gazetelerde ve internet sitelerinde bu olaya geniş yer verildi.

Bu nedenle bir hatırlatma yapmak gerekiyor.

1) Tenis sporunu bilenler, turnuva öncesinde seks diyeti gibi bir ihtiyacın olmadığını bilirler. Çünkü turnuva stresi zaten akla getirmez.

2) Sanıyorum Şarapova olaydan dolayı WTA yönetimine sitem etmiş. Oysa bu soruyla Türkiye Tenis Federasyonu’nun hiçbir ilgisi yok. Umarım projeyi olumsuz etkilemez.

3) Bu sorunun bir kadın tenisçiye sorulması da, ayrımcılık iddiasına yol açabilir.

Elbette kimin ne soracağına ben karışmam...

Ama dünya tenisinin Sindrella’sına sorulacak o kadar “backhand soru” varken...

Oldu mu şimdi bu?

DÖRDÜNCÜ YAZI:

Yapmayın Sebahat Hanım!

BDP milletvekili Sebahat Tuncel dün New York Times’a bir makale yazmış.

Diyor ki:

“Artık statükoyu kabul etmiyoruz. Demokratik özgürlükler istiyoruz, okullarda ve camilerde kendi dilimizi konuşma hakkı ve Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı bölgelerde siyasi özerkliğin artırılmasını istiyoruz.”

- Net mi?

- Net...

Yazısında bir de Başbakan Erdoğan’a çağrı var:

“Hükümetin önünde iki seçenek var. Erdoğan ya bu talepleri ciddiye alır, Kürt milletvekillerini Türkiye’nin yeni anayasasının yazım sürecine dahil eder, barış getirecek özerklik talebimizi kabul eder. Ya da bugüne kadar sürdürdüğü şiddetli baskı politikasına devam eder. Eğer ikinci yolu seçerse, Türkiye geçmiştekinden de yoğun bir şiddet dönemine girebilir.”

Yani diyor ki:

- Eğer yapmazsan terör başlar. Kan akar.

İşte ben tam bu noktada kopuyorum.

Yapmayın Sebahat Hanım!

Demokrasi zeminindeki bütün taleplerinizi saygıyla karışlarım. Ama bu yaptığınız yakışmıyor. Bu seçenek olmuyor. Çünkü demokratik çözümün alternatifi kan değildir. Çünkü şiddetin tehdidiyle, barış olmuyor.

Anlayın bunu artık.

Yeni Anayasa’yı Türk ve Kürt vatandaşlar arasında bir bilek güreşine çevirmeyin.

Yazarın Tüm Yazıları