Sıkıcı bir pazar nasıl hareketlenir

Haftanın en sürprizsiz, en sıkıcı günüdür pazar. Bu günü hareketlendirmek istiyorsanız kendinize bir brunch hediye edin. Şık bir mekanda, az ama öz lezzetler eşliğinde arkadaşlarınızla uzun, upuzun bir geç kahvaltı yapın. Tıpkı benim gibi...

Haberin Devamı

/images/100/0x0/563cd5e6f018fb32c8ed0161

Yağmurlu, kapalı bir pazar sabahı.
Evde Fransa’dan Komet’in 70. yaşını kutlamak için gelmiş arkadaşlar... Çağdaş Sanat Fuarı’yla çakışan dört gecelik kutlama bitmiş, biz de bitmişiz.
Kimsenin parmağını kaldıracak hali yok benim sekiz kişiyi doyuracak halim hiç mi hiç yok.
Köşedeki mantıcıya mı kebapçıya mı balıkçıya mı gitsek acaba, diye düşünürken aklıma Four Seasons Bosphorus’un bir süredir uyguladığı pazar brunch’ları geliyor. Sadece öğle yemeğini değil, kahvaltıyı da aradan çıkarmak fikri o kadar cazip ki sormadan söylüyorum: “Bavullarınızı hazır edin” diyorum, “Boğaz’ın en güzel oteline gidiyoruz, oradan da eve dönmez doğrudan havaalanına gidersiniz.” Sibel Benli’yi arıyor, yer ayırtıyorum. Brunch’ın birde başladığını söylüyor. Bire beş kala oteldeyiz. Daha girişte şöyle bir duraklıyor bizimkiler.
Her yer kırmızıya kesmiş: Belli ki Four Seasons yılbaşı için süslenmiş. Ama ne süslenme! Ortada yılbaşı süslemesi denince akla gelen bir çam ağacı var ama o kadar. Ne fırıldak toplar, ne dallara sarılı gelin telleri, ne uçuşan melekler...
Ağaç da, masalara serpiştirilmiş süsler de hepsi kırmızı Atatürk çiçeğine kesmiş.
Bakıyorum herkes durduğu yerde mıh, şaşkın şaşkın etrafına bakıyor. İçimden durun hele, diyorum. Hele bir masaya geçelim, hele bir manzarayı görün, hele bir yemekleri tadın, esas o zaman afallayacaksınız. Düşündüğüm gibi de oluyor. Masaya bile oturmamıza fırsat kalmadan hepsi terasa fırlıyor.

Haberin Devamı

PASTA ÜSTÜNDEKİ ÇİLEK

Claudine, her yıl bir-iki kez geldiği için duruma hakim. İkimiz diğerlerinin (hele aralarında burnundan kıl aldırtmayan biri var ki özellikle de onun) bu şaşkın hallerine bakıp gülmeye başlıyoruz.
Bir gün önce Salt’ta da aynı şey oldu. Münafıklığıyla meşhur arkadaş orada da baktı baktı;
aradı, taradı, kıvrandı, eleştirecek bir nokta bulamadı. Binaysa bina, sergiyse sergi, yemekse yemek, üstüne üstlük de manzara: Pasta üzerinde çilek.
Brunch servisi başlıyor. İki adet de şarap var mönüye dahil. İsteyen otelin kavından herhangi bir şarabı seçebiliyor. Önceki gece kutlama o kadar uzun sürmüş ki, kimsenin şarap içecek mecali yok. Kahve-çay ısmarlıyoruz. Sonra yemekleri seçmek için büfeye yollanıyoruz.
Açık büfelerde beni yemek sunumları rahatsız eder hep. O kadar çeşit öksüz doyuran porsiyonlarda sunulur ki, bütün müşteriler  tıka basa yese bile bitiremez. Bütün bu çeşitler birazdan heba olacak diye düşünmeden edemem, iştahım kapanır. Özellikle de güneydeki otellerde ifrat had safhadadır ve tüketilmeyen her yemek atılır. Soğuk zinciri kırılacak korkusuyla ne ihtiyacı olanlara dağıtılır ne de sokak hayvanlarına yollanır... Bir de o miktarda yapılan yemeğin lezzeti ister istemez ortalamadır.
Oysa burada her şey küçük tabaklarda sunuluyor. Bitenin yerine yenisi konuluyor muhtemelen. Peynir bölümünde iri bir parmesan tekeri, koca bir gravyer ve bir-iki çeşit daha. Ekmekler de birkaç çeşit. Zeytinyağlılar, deniz ürünleri, salatalar da öyle. Az, öz ve iştah açıcı.

Haberin Devamı

YABANCILAR BİLE BİZLEŞİYOR

İleride bir masada yumurta yapıyor bir şef. Günün iki yemeğini kotarıyor bir diğeri. Safranlı ve morel mantarlı risotto ile, ricotta peynirli ev yapımı
ravioli. Terastaysa döner ve ızgaralar var: Köfte, piliç, pirzola ve levrek. Dönere eşlik etsin diye pilav ve diğerlerinin eşlikçisi buharda ızgara sebzeler. O kadar.
Leziz yemekler, harika servis ve koyu sohbet derken zaman geçiyor. Gitme saati, eleştiri kumkuması arkadaşın bile ağzı kulaklarında: “İnan Paris’teki otelle buranın hiçbir ilgisi yok” diyor. “Bu tür lüks otellerin lokantaları otel müşterileriyle dolu olur hep. Dolayısıyla biz Fransızlar için de hiçbir albenileri yoktur. Kim gider de gözünün çapağıyla tanımadığı zengin bir takım arasında kahvaltı eder? Burası farklı oysa. İstanbul’un sihri geleni de değiştiriyor. Yabancılar bile sizleşiyor.”
Ha şöyle, diyorum içimden. İşte bu kadar.
Haftanın en sıradan, en sürprizsiz günüdür pazar.
Kendinize bir hediye verin. İnanın orada sürpriz var.

Yazarın Tüm Yazıları