Şehirde en son neler oldu

Önce kısa bir girizgâh:

Haberin Devamı

Bazen böyle olur. Bin bir türlü şey cereyan eder şehirde aynı anda. Dışarı çıkar ve ortamına karışacağın insanları/mekanları belirlersin.
Bazen de sürprizler olur, karışmayı düşünmediğin ortamlara da sızar, “Neredeyim, şu yanı başımdaki Luis Alberto mu?” olursun.
Şehir böyle bir enstalasyondur, şakaya gelmez.
Şimdi sırada, “şehirde bir perşembe gecesinde neler neler oldu” adlı mini eserim var.

- FNO DEĞİL SANKİ YILBAŞI GECESİ...

Vogue Dergisi’nin bu yıl ikincisini düzenlediği Fashion’s Night Out, yani meşhur çılgın alışveriş gecesinin sadece Nişantaşı ayağına göz atabildim.
Hani göz atmak bile yorucuydu. Çünkü alışveriş gecesinden çok yılbaşı gecesi gibiydi ortam:
İnsanlar sokağa taşmış, mekanlar tıka basa dolmuş, trafik felç ve son ses bir DJ müziği ortalığı inletmekte...
Caddede sersem sepet dolananlar ise ikiye ayrılıyordu.
Ünlü görmeye gelip onlarla ayaküstü fotoğraf çektirmeye doyamayanlar ya da o gürültüde ciddi ciddi alışveriş yapanlar...
Üzgünüm ama FNO giderek sıradan bir sokak partisine dönüşmek üzere.
Amacından çoktan saptı gibi geldi bana.

Haberin Devamı

- İKSV’NİN BİENAL PARTİSİ...

FNO izdihamından sıyrılıp bienal öncesi İKSV binasında yapılan “perşembe partisi”ne bir göz attım.
Yine sadece göz atma. Çünkü ne yukarıya, mini teraslı X Restoran’a çıkmak mümkündü kuyruklu kalabalıktan ne de Salon’da çıkacak grubu beklemeye sabır vardı.
Kitle ilginçti sadece. Eskiden nasıl film festivali yapıldığında ortaya çıkan bir “festival cemaati” varsa aynı şey bu bienal zamanlarında da geçerli oluyor.
Çoğunluğu güzel sanatlar öğrencisi Bienal’e özgü bu cemaatin en büyük özelliği hepsinin yanında birer yabancı arkadaşlarının olması.
Hatırlayın, 80’lerin çocukları yabancı arkadaş bulma hususunda çok acılar çektiler.
Yabancılarla sadece “mektup arkadaşlığı” kurabiliyorlardı.
Ama şimdi olay tersine döndü.
O mektup arkadaşlığı yapılan yabancıların çocukları İstanbul’a bayılıyor. Her an her mevsim buradalar, yağıyorlar adeta.
O yüzden bizim çocuklar, o yabancılarla sürekli etkileşim/titreşim halinde.

Haberin Devamı

- TRACY EMIN İÇİN VERİLEN DAVET...

90’lı yılların son deminde bir Tracey Emin rüzgarı vardı. Özellikle “My Bed” adlı kışkırtıcı işi hayli konuşulmuş; kanlı külotlar, prezervatifler ve içki şişeleriyle bezeli dağınık yatak enstalasyonu sayesinde bir anda ünlü olmuştu Emin.
Ve şimdi aradan 11 sene geçtikten sonra İngilizler’in bu “arıza” sanatçısı İstanbul’a geldi.
İki yeni işinin sergileneceği İstanbul 74 adlı yeni sanat merkezinin davetlisi olarak.
İstanbul 74, Maya ve Karaköy Lokantası adlı iki nefis mekanın hemen üstünde. Yani Karaköy Limanı civarında...
Davet öncesi Tracey onuruna verilecek yemek için Karaköy Lokantası’nın önüne uzun bir masa kurmuşlar.
Tüm “art” insanları orada.
Ya da “art”la ilgili gözükmeyi seven havalı, şık tipler...
Zaten İstanbul 74 anlatılırken de asla galeri denmiyor, altı çizilerek ısrarla “art space” deniyor.
Bilirkişi “art insanları”na soruyorum; “Tracey Emin eskiden olsa bombaydı ama şimdi Tracey Emin mi kaldı?” diye...
“Haklısın” diyorlar, “Hâlâ bir marka ama eski havası yok tabii”.
Sonra yukarı çıkıyorum, İstanbul 74’ün olduğu “art space” katına.
T. Emin’in “Riding For A Fall” adlı video art’ı gösteriliyor orada. Bir de duvarda neon ışıklarıyla yaptığı “eseri”.
Buna “eser” denebilir mi bilmiyorum, çünkü Tracey Emin duvara neon ışıklarıyla sadece “Boşver boşver arkadaşım ağlamak güzel” yazmış, yazdırmış.
Önceki bienallerde benzerlerini defalarca gördüm bu tarz neon “eserlerin”.
O sırada bilirkişi “art insan”ıma soruyorum, “Ne kadar bu eser?” diye. 60 bin pound civarındaymış sevgili sevenlerim.
Bunu duyunca Tracey Emin’in duvara neonladığı o laftaki gibi oturup ağlamak istedim.
Ve onun parlak isyankârlığına kadeh kaldırmak....

Yazarın Tüm Yazıları