Haklı olarak “Virüste oluşan bu yapısal değişimler -mutasyonlar- acaba onu daha bulaşıcı, daha güçlü, ilaçlar ve aşılara daha dayanıklı yapabilir mi?” gibi sorular aklımıza geldi. Konunun uzmanı değilim. Ama ne var ki tecrübeli bir hekim olarak “MUTASYON BASKISI”nın ne olduğunu ve önemini az çok bilirim. Ayrıca “MUTASYON MESELESİ”nin özellikle virüsler için vazgeçilmez davranış kalıplarından biri olduğunu da asla unutmam. Zaten böyle olduğu için değil mi ki her yıl yaptırdığımız grip aşılarının yapısını sık sık değiştirmek zorunda kalıyoruz? Biliyoruz ki influenza virüsleri her yıl sadece kılık kıyafetlerini değil, iç yapılarını bile değiştirebildikleri için bizi her sene daha farklı bir aşı üretmeye zorluyorlar.
NE YAPMALI
MUTASYON MESELESİNİ BİLİM İNSANLARI İZLEMELİ VE İNCELEMELİ
BİLGİ 1AKUT HASTALIK NEDİR
TIP bilimlerinde eğer bir hastalık birden bire, gürültülü bir şekilde, hızlıca başlar, çabuk ilerler ama bütün bunlara rağmen şu veya bu şekilde genelde kısa süreli bir seyir gösterip iyileşirse “akut hastalık” olarak tanımlanır. Örneğin boğazınızda gelişen bir lenf bezi iltihabı gürültülü bir şekilde (ateş, üşüme, titreme, boğaz ağrısı) başlar ama 3-5 gün içerisinde, yani hızla ve tamamen iyileşirse “akut lenfadenit” olarak tanımlanır.
BİLGİ 2
BİR HASTALIK NE ZAMAN KRONİKTİR
BAZI hastalıklar da yavaş, sessiz ve derinden bir başlangıç gösterip uzun süreli hatta bazen kalıcı, yani hayat boyu düzelmeyen, tedavi imkânları sınırlı sağlık sorunları şeklinde kendini gösterebiliyor. Örneğin şeker hastalığı böyle bir sorun. Uzun süre önemsiz işaretlerle (ağız kuruluğu, susama, yorgunluk, kilo kaybı) kendini ifade etmeye çalışırken, zaman içinde böbrekler, kalp, beyin ve gözlerde tamamen iyileştirilemeyen kalıcı bazı hasarlara yol açabiliyor. Bu nedenle de Tip 2 diyabet, kronik bir hastalık olarak kabul ediliyor.
Sadece yorsa neyse, aynı zamanda korkuttu da. Dahası, muazzam bir yılgınlık ve kaygı yükü de bütün ağırlığıyla üstümüze çökmüş durumda. Kısacası işin uzmanlarının deyimiyle “MUAZZAM BİR ALLOSTATİK YÜKLENME DURUMUYLA” karşı karşıyayız. İsterseniz gelin bu yeni tehdidin, yani KAYGI PANDEMİSİNİN neticelerini ve çözüm süreçlerini daha kolay anlayabilmek için işe “Nedir bu allostatik yüklenme?” sorusuna yanıt arayarak başlayalım.
İYİ BİLGİ
Ne var ki bağışıklık sistemini güçlendiren vitamin, mineral ve antioksidanların sayısı bir elin parmaklarını asla geçmiyor, geçemiyor. Üstelik takviyeler oldukça da pahalı şeyler. Bu nedenle bilinçli kullanılmaları gerekiyor. Son günlerde vitaminmanya gündemine yeni bir madde eklendi: Bazı takviyelerin aşılarla sağlanabileceği bağışıklığı daha da güçlendirebilecekleri ileri sürülüyor. Peki doğru mu? Doğruysa önceliği hangi takviyelere vermek lazım?
İLK SIRADA D VİTAMİNİ VAR
D vitamininin akılcı kullanımının COVID-19’u daha hafif geçirme şansı verebileceğini, hastalığın süresini kısaltabileceğini hatta uzamış COVID-19 meselesine bile çare olabileceğini gösteren bazı bilimsel veriler var. Aynı avantaj, bana göre güçlü bir çinko asetat ve C vitamini desteği için de söz konusu olmalı. Takviye kullanarak bağışıklığı güçlendirmek, aşılarla sağlanabilecek bağışıklık gücünü arttırmak bakımından da doğru ve anlamlı. Üstelik bazı araştırmalarda da bu yaklaşımı destekleyebilecek verilere ulaşılıyor. Örneğin Fransa’da yaşlılar üzerinde yapılan bir çalışmada, uzun süreli C, E vitaminleri, beta karoten ve selenyum sülfat desteği kullanımının grip aşısından sonra daha güçlü antikor cevabı sağladığı da gösterildi.
İki numaralı gündem maddesi ise 65 yaş üzerindekilere getirilen kısıtlamalar oldu. Yasaklar hep onlarda yoğunlaştırıldı, herhangi bir kısıtlama olduğunda da gözler hemen ve anında onlara çevrildi. Aslında bu sürpriz bir gelişme de değildi. Zira bir ve iki numaralı gündem maddeleri zaten iç içeydi: Yaş ilerledikçe bağışıklık zayıflıyor, hastalığa yakalanma ihtimali de onu ağır geçirme olasılığı da artıyordu. Peki, bağışıklık gücündeki yaşa bağlı azalmanın nedeni neydi? Ve bir soru daha: Bu güç azalması yavaşlatılabilir, bağışıklık yaşı düşürülebilir miydi? Bu ve benzer soruların yanıtları için buyurun...
BİR BİLGİ
65 YAŞ VE ÜZERİNDEKİLERDE RİSK NEDEN DAHA YÜKSEK
65 yaşı geçenlerin COVID-19’u daha ağır geçirmelerinin iki temel nedeni var. Birincisi bu yaşlarda kronik hastalıkların (şeker hastalığı, hipertansiyon, KOAH, kalp yetmezliği...) daha sık görülmesi. İkinci nedene gelince... İkinci neden de en az birincisi kadar önemli: Bağışıklık sisteminin yaşlanmış olması. Ayrıca şu bilgi çok net ve açık: Yaşımız ilerledikçe bağışıklık sistemimiz de yıpranmadan payını alıyor. Gençlik ve orta yaş dönemlerindeki gücünden çok şey kaybediyor. Tam da bu noktada, yeni bir haftaya başlarken sizinle sevindirici bir bilgiyi de paylaşmam gerekiyor: BAĞIŞIKLIK YAŞINIZI DÜŞÜRMENİZ, DAHA GENÇ BİR BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNE SAHİP OLABİLMENİZ MÜMKÜN. Nasıl mı? Lütfen sağdaki kutuyu dikkatli okuyun.
Eğer herhangi bir nedenle hastalıkta ağırlaşmaya yol açabilecek ilave bir sorun ortaya çıkmaz ise çoğu vakada iyileşme 2-3 haftada tamamlanıyor. Ne var ki yeni bazı gözlemler, beklenenden daha çok olguda COVID-19’da iyileşme sürecinin haftaları hatta ayları bile bulabileceğine işaret ediyor. Bu kişilerde hastalıkla bağlantılı “yorgunluk, uykusuzluk, nefes darlığı, göğüs ağrısı, kafa karışıklığı, unutkanlık, odaklanma güçlüğü” gibi sorunlar bir türlü bitmek bilmiyor. Bu gibi durumlarda o kişilere “LONG COVID-19 (UZAMIŞ COVID-19)” tanısı konuluyor. Peki bu kötü, can sıkıcı ihtimal kimlerde daha fazla? Sorunun yanıtını araştıran uzmanlar bakın neler bulmuşlar...
LONG COVID-19
KİMLERİN RİSKİ DAHA YÜKSEK?
Rakamlara bakılırsa bu hastalığa erkekler daha çok yakalanıyor. Hastalığın erkeklerde daha ağır seyrettiği, daha uzun sürdüğü ve daha çok can kaybına yol açtığı da ortak bir kanaat. Ayrıca hastalığın uzamış şekli kabul edilen “Long COVID-19”a da erkeklerde daha sık rastlandığı anlaşılıyor. Erkekleri fena halde korkutan bu olumsuz gelişmelerin nedenleri hakkında ise elimizde kesin bir veri yok. Muhtemel bazı faktörlerden söz ediliyor. O faktörleri yandaki kutuda sıralamaya çalışacağım.
BİR BİLGİ
ERKEKLER NEDEN DAHA ŞANSSIZ
COVID-19’da erkeklerin kadınlara oranla daha yüksek risk taşımalarının farklı nedenleri var. Birincisi, bağışıklık sisteminin kadınlarda erkeklerden daha güçlü olması. Uzmanlar bu farklılığı östrojen hormonuna ve kadınların bağışıklıkla ilgili genleri içeren iki X kromozomunu birlikte taşımalarına bağlıyorlar. Ayrıca kadınların hijyenik kurallara erkeklere oranla daha çok riayet etmeleri ve genelde de sağlıklarına daha çok özen göstermeleri önemli faktörler olmalı. Diğer taraftan, hastalığın seyrini ağırlaştıran ve ölüm olasılığını arttıran diyabet, hipertansiyon, KOAH gibi kronik hastalıklara erkeklerde daha sık rastlanması da önemli bir belirleyici. Bana sorarsanız, erkeklerin maske takma ve sosyal mesafeye uyma gibi koruyucu önlemlere uyum göstermede kadınlara oranla daha dikkatsiz ve rahat davranmaları da etkili bir faktör olabilir.
DİKKAT
Bu tavsiyeleri okurken “Olmuşsa olmuş, bitmişse bitmiştir” diyen rahmetli Süleyman Demirel’i, “İnsan kendini yalnızlıkta mı arar, yoksa yalnızlıkta mı bulur?” sorusunun sahibi H.D.Thoreau’yu, “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyen Hz. Mevlânâ’yı, “Yaratılanı hoş gör, yaradandan ötürü” cümlesinin sahibi Yunus Emre’yi, “İyiyi ve kötüyü seçen akıldır” diyen Hacı Bektaşi Veli’yi, “Düşünceleriniz ne ise, hayatınız da odur” cümlesinin yazarı Romalı filozof imparator M. Aurelius’u rahatlıkla bulabileceğinizi bilmelisiniz. Ayrıca şu samimi düşüncemi de sizinle paylaşmak isterim: Eğer birazdan okuyacağınız 100 önerinin sadece yüzde 10’nu bile gerçekleştirebilirsem ben de kendimi başarılı sayacağım. Buyurun...
İLK 10
HAYATI ISKALAMA!
Hayatı ıskalamamak için yavaşla.
İyimser ol, olumlu bak.
Maneviyatını güçlü tut.
VARAN 1
DAHA ÇOK ‘HER ŞEYİN BAŞI SAĞLIK’ DİYECEĞİZ
2020’de pandemiyle yatıp pandemiyle kalktık. Neticede de her şeyden önce sağlığa odaklandık. 2021’de de durum değişmeyecek. Sağlık yine bir numaralı gündem maddemiz olmaya devam edecek. Kısacası bu yıl belki de geçen yıldan daha çok sağlığımızı izleyecek, koruyup kollayacak, konuşup paylaşacağız. Tek cümleyle “Her şeyin başı sağlık” cümlesini daha sık kullanacağız.
VARAN 2
BAĞIŞIKLIĞIMIZI ‘BAŞ TACIMIZ’ YAPACAĞIZ
PANDEMİNİN nedeni belalı bir yeni virüs, çözümü de sadece güçlü bir sağlık olunca, 2020’de ‘bağışıklık’ sözcüğü dilimizden hiç düşmedi. Dahası, yetinmedik, bağışıklığın da derinliklerine girdik. ‘Lenfosit’ neymiş, ‘antikor’lar ne işe yararmış, onları bile öğrendik. 2021’de bağışıklık saplantısını daha da abartacağız. Yiyip içtiğimiz her şeyin, yuttuğumuz her takviyenin hatta aldığımız her nefesin bağışıklıkla ilgisini sorgulayacağız. İçimizden bazıları dualarında daha çok bağışıklık kazanmayı bile dileyecekler. Bu arada bağışıklığın bir numaralı garantisi aşı konusunu da dilimizden hiç düşürmeyeceğiz.
Geçtiğimiz günlerde patlayan pandemi tsunamisinin bastırılması, sürecin kontrol altına alınması ve aşı meselesinde neticeye bir hayli yaklaşılması Sağlık Bakanı’nı oldukça rahatlatmış. İsterseniz sözü daha fazla uzatmadan, Dr. Fahrettin Koca 3 önemli konuda
neler söylemiş hemen onlara geçelim. Buyurun...
Peki, bu son mutasyondan sonra ortaya çıkan aşırı telaşın, koparılan onca yaygaranın sebebi ne? Telaşın da korkunun da nedeni -bana göre- net ve açık: Burada da devreye bilim insanlarından önce korku tüccarları ve rant devşirme heveslisi siyasiler girdi. Mesela İngiltere’de virüste saptanan son mutasyonun ne olduğunu, ne gibi sonuçlar doğuracağını İngiliz bilim insanları değil de -nedense- İngiltere Başbakanı Boris Johnson açıkladı. Üstelik de açıklamasına “Bu mutasyon virüsü yüzde 70 daha bulaşıcı hale getiriyor” şeklinde, sadece laboratuvar verilerine dayalı, saha verilerinden uzak, yani ayağı yere basmayan ispatlanmamış bir kanaati ortaya koydu. Peki, bu durumda biz ne yapalım? Yeni bir korku çemberinin için girip zaten mevcut kaygı bozukluğumuzu daha da mı köpürtelim? Yanıtım net ve açık: HAYIR! Nedenine gelince...
MUTASYON NE YAPAR, NE YAPMAZ
YENİ koronavirüste meydana gelen son mutasyonun neticeleri hakkında konuştuğum uzmanların -azmanların değil- ortak görüşleri şunlar:
VARAN 1) Bu mutasyon hastalığın teşhisinde herhangi bir aksamaya yol açmaz. PCR testlerinin güvenliğini aksatmaz.
VARAN 2) Mutasyon muhtemelen ve sadece -o da çok net ve açık bir bilgi değil- hastalığın bulaşma hızı, yani yayılma gücünü etkileyebilir. Ancak bu bilgi de laboratuvar verileri ve istatistiksel öngörülerle sınırlı. Net ve açık bir saha çalışmasına dayanmıyor.
VARAN 3) Son mutasyonun hastalığın mevcut seyrinde ağırlaşmaya yol açabileceğine dair bir kanıta da sahip değiliz. Sadece bu mutasyonun
COVID-19’un çocuklarda daha kolay bulaşmaya yol açabileceği düşünülüyor.
Ayrıca birçok hastanın enfeksiyonu atlatmasına rağmen COVID-19’un yıpratıcı etkileriyle mücadele etmek zorunda kaldığı da biliniyor. Uzmanların “LONG COVID/UZAYAN-BİTMEYEN COVID” olarak tanımladığı o yeni problemi eminim ki önümüzdeki günlerde daha sık konuşup tartışacağız, COVID-19 geçirdikten sonra akciğer, kalp, beyin ve böbreklerinde sorun gelişen insanları nasıl daha hızlı iyileştirebiliriz sorusuna cevap arayacağız. Kısacası COVID-19 hakkındaki bilgilerimiz henüz çok az, çok ham ve adeta emekleme aşamasında. Uzamış COVID meselesi ise bilgilerimizin en fazla sınırlı olduğu alanların başında yer alıyor. Peki, bu uzayan/bitmeyen
COVID-19’un (Long COVID) belirtileri neler? Detaylar için buyurun...
AKLINIZDA OLSUN
LONG COVID’IN BELİRTİLERİ
O kurallardan biri de şu: Eğer herhangi bir sağlık sorununu önlemek ya da çözmek istiyorsanız, öncelikle aşılar ve ilaçlardan faydalanacaksınız! Belli durumlarda da -zaman zaman- doğal ve geleneksel tedavi yöntemlerinden istifade edeceksiniz. Ama bir pandemi söz konusuysa, odaklanmanız gerekenler öncelikle aşılar ve ilaçlardır. Bu COVID-19 pandemisinde de durum aynı. Etkili ve kalıcı çözümü bilimden, bilim insanlarında bekleyeceğiz. O çözümler gelene kadar da doğal, geleneksel tamamlayıcı tıp alternatiflerinden istifade edeceğiz.
KISA BİLGİ
ÖNCE GÜVEN AŞILAYALIM
AŞILARDA da ilaçlarda da güvenlik meselesi en önemli faktördür. Ve biz iyi biliriz ki ikisinde de “yan etki” ile “toksik” veya “hasta edici” etkileri birbirinden ayırmak vazgeçilmez bir noktadır. Güvenli kabul ettiğimiz pek çok aşının veya ilacın önceden tahmin edilemeyecek yan etkileri tabii ki her zaman söz konusu olabiliyor. Ama bunlar kabul edilebilir limitler içindeyse hoş görülüyor. İşte bu nedenle damarlarımızı koruyalım diye aldığımız bir bebek aspirini mide kanamasına, alerjik reaksiyonlarımızı önleyelim diye yuttuğumuz antihisteminik hap baş dönmesine sebep olsa da, enfeksiyonumuz şifa bulsun diye içtiğimiz antibiyotik bağırsak floramızı bozsa da kullanmaya devam ediyoruz.
OKUR SORUSU
KUVERSETİN DE BİZİ KORUYABİLİR Mİ
YUKARIDA da belirttiğim gibi, hücrelerimizdeki ACE2 reseptörleri yeni koronavirüsle mücadelenin anahtar noktası. Bu reseptör virüs için adeta bir kapı kilidi görevi üstleniyor. Virüs ona tutunabilirse hücreye rahatça girebiliyor. Eğer biz virüsün ACE2 reseptörüne bağlanabilmesini önleyebilirsek, virüs hücreyi kolay kolay etkileyemiyor. Neticede de biz hastalanmıyoruz veya virüsler daha az sayıda hücreye bulaşabiliyor. Biz de süreci daha hafif belirtilerle atlatma şansı yakalıyoruz. Yukarıda da bahsettiğim FYB207 isimli ilacın da marifeti zaten bu. Yiyeceklerimizde bulunan kuversetinin de ilaca benzer işler yapıyor. Kuversetin bir flavonoid ve doğadaki 4 bin flavonoidden sadece biri. Ama sağlığımız üzerinde muazzam etkileri var. Elmada, kırmızı soğanda, turpta, kapari, lahana, suteresi ve daha pek çok bitkide bulunan doğal bir mucize. Muazzam bir antioksidan. Anlaşılan o ki kuversetin COVID-19’dan korunmada da işe yarayabilecek. Peki nasıl? Yanıtı yandaki kutuda bulacaksınız.
AKLINIZDA OLSUN
KUVERSETİN NE YAPIYOR
ONAYLANMIŞ pek çok bilimsel çalışmada net ve açık olarak gösterildi ki kuversetin güçlü bir antiviral. Etkili olduğu virüsler arasında inflüenza virüsü, rinovirüs ve SARS virüsü var. Kuversetin antiviral gücünü yeni koronavirüsün ACE2 reseptörüne tutunmasını engelleyerek de kullanabiliyor. Ayrıca araştırmalara bakılırsa, virüsün oluşturabileceği damar zararlarını engellemek, oluşabilecek ölçüsüz bağışıklık yanıtlarını dengeleyebilmek ve pıhtı oluşumunu zorlaştırmak gibi ek faydaları da söz konusu. Araştırmalar kuversetinin destek olarak da kullanılabileceğini düşündürüyor ama gelin siz çözümü burada da doğada ve doğalda arayın, bugünlerde biraz daha elma, lahana, kırmızı soğan, turp tüketmeye çalışın.
İYİ BİLGİFYB207 NE YAPIYOR
Ve bu hafta da yine “yazılısı, görüntülüsü, sözlüsü, sosyali” fark etmeyecek, medyanın her türlüsünde bir numaralı tartışma konusu “Sinovac’ın aşısını mı yaptıralım, yoksa BioNTech’in aşısını mı bekleyelim?” sorusuna yanıt aramak olacak. İşin kötüsü yanıtları da işin uzmanları değil, “klasik medyanın silahşorları” ya da “sosyal medyanın klavye delikanlıları” verecek. Neticede de ortalık toz duman olmaya devam edecek. Peki, başlıktaki sorunun bilimsel bir yanıtı var mı? Buyurun...
NETİCE ŞU
O şarkıda olduğu gibi “Baharı bekleyen kumrular gibiyiz!”, “Ellerimiz havada, gözlerimiz yolda!” aşıyı bekliyoruz. Peki aşı gelince, aşılamalar bitince salgın da bitecek mi? Ahmet Hakan’ın coşkuyla dile getirdiği gibi hepimiz bir anda “Yaşasın, bu iş bitti” deyip maskelerimizi havaya fırlatabilecek miyiz? Üzülerek söyleyeyim ne bu salgın bu baharda bitecek, ne de maskeler baharda havaya fırlatılıp önümüzdeki yaza maskesiz girilecek. Peki o zaman bu aşı telaşının sebebi ne? Sebep net ve açık: Salgının kontrolünü sadece umutla beklediğimiz o aşılar başarabilecek. Anlatmak istediğim şey şu: Beklentilerimizi abartmayalım. “Aşı geldi, iş bitti” yanılgısına düşmeyelim. Bilelim ki aşılama programları her şey yolunda gittiği takdirde tabii ki hastalığı kontrol altına almış olacak. Ama yine bilelim ki pandeminin üstüne kalınca bir çarpı çizmek yıllar süren aşılama programlarıyla ancak başarılır. Özeti şudur: Aşı bilimi bize bir aşının herhangi bir bulaşıcı hastalığı tamamen kontrol altına almasının yıllarca sürebileceğini söylüyor. Evet, aşı bir umut. Evet, aşı bu salgını bahar aylarında bir parça kontrol altına alabilir. Ama unutmayalım ki aşılara rağmen bu iş ilkbahara bitmez, sonbahara bile neticeleneceği bence hâlâ kuşkulu. İşte bu nedenle bir süre daha “maske-mesafe-temizlik” üçlüsü hep gündemimizde olacak.
GEÇMİŞ OLSUN
Henüz Faz 1 ve Faz 2 çalışmaları süren bu yeni ilacın, koronavirüsün bedende yayılmasını en geç 24 saat içerisinde tamamen durdurabileceği öne sürülüyor. Bilindiği gibi, halen geliştirilen aşılar pandemide sadece koruyucu amaçla kullanılıyor. Tedavi için elimizde hâlâ bu virüse yüzde 100 etkili olduğu kanıtlanmış herhangi bir ilaç yok. Haber de zaten bu nedenle dikkati çekti ve önem kazandı. Umalım ki bundan sonraki haberler de olumlu gelsin. Umalım ki aşı konusunda olduğu gibi ilaç tedavisinde de yüzümüz gülsün. Konunun detaylarını cumartesi günkü yazımda daha etraflı açıklayacağım.
ÖNEMLİ
HASTALIĞI GEÇİRENLER Mİ AŞILANANLAR MI DAHA DİRENÇLİ OLACAK
ŞUNU net ve açık olarak biliyoruz: COVID-19’dan iyileşenlerin kanında onları yeni bir koronavirüs saldırısına karşı koruyabilecek güçte antikorlar -istisnalar dışında- hep var. Ve o antikorlar hastalıktan iyileşenleri en az 3-6 ay -yine özel istisnalar dışında- neredeyse yüzde 99 oranında koruyabiliyor. Aşılarla elde edilen bağışıklık için ise firmalar en fazla yüzde 94-97 civarında bir garantiyi verebiliyor. Kısacası emin değilim ama hastalığı geçirenlerde oluşan bağışıklık gücü aşıyla sağlanandan -muhtemelen- bir tık daha fazla olmalı. Ama her halükârda hastalığı geçirmek yerine aşılanarak antikor kazanmanın daha akılcı olduğu da unutulmamalıdır.
BANA GÖRE
Resveratrol gençleştiriyor mu
Geçen hafta gazete ve televizyonlarda şarabın gençleştirdiğini düşündüren bir çalışmanın sonuçları yayınlandı.
Resveratrol doğal antioksidan maddelerin en önemlilerinden biri. Sağlığa iyi geldiği özellikle damar gençliğini desteklediği uzun süredir biliniyor. Resveratrol iyi kolesterol HDL’yi artırıyor, kötü kolesterol LDL’nin damar duvarındaki olumsuz etkilerini azaltıyor. Muhtemelen kanı da biraz inceltiyor. Bazı uzmanlar bu önemli antioksidanın binlerce yıldır aranan gençlik iksiri olabileceğini ileri sürüyor. Boston’da yaşayan ve Harvard Üniversitesinde araştırmalarını sürdüren bir grup bilim insanı on yıl kadar önce resveratrolün meyve sineklerinde yaşam süresini uzattığını gösteren bulgular elde ettiler. Aynı bulgular daha sonra solucanlarda da gözlendi. Bu çalışma grubundan bazı uzmanlar Sirtuis Pharmaceuticals isimli bir firma kurarak resveratrol üzerindeki çalışmalarını sürdürdüler.
Resveratrol ile ilgili çalışmalar devam ediyor. Bu çalışmalardan biri yeni sonuçlandı. Geçen hafta duyurulan bulgular bu çalışmanın sonuçları. Çalışma Amerika’da Wisconsın Üniversitesinde (ABD) yapıldı. Resveratrol verilen farelerin yaşlanmayla ilgili genetik aktivitelerinde bazı değişimler olduğu gözlendi. Araştırma sonuçlarına göre daha önce meyve sinekleri ve solucanlarda elde edilen bulgular muhtemelen doğru olmalıydı. Resveratrol verilen farelerde yaşam süresi uzuyordu. Ama hemen sevinmemek, bu bulguların teyidini beklemek, araştırmaları insanlar üzerinde de sürdürmek gerekiyor.
HANGİ BESİNLERDE VAR
Resveratrol doğada çok yaygın olan bir antioksidan polifenoldür. En yoğun bulunduğu yiyecek siyah üzümün kabuk kısmıdır. Bu madde muhtemelen siyah üzümün dış koşulları örneğin aşırı soğuğa, güneş ve sıcağa, mantar enfeksiyonlarına veya kanser yapıcı diğer faktörlere karşı ürettiği koruyucu bir maddedir. Resveratrolün üzüm çekirdeğinde üzüm asması kök ve sapında da bulunduğu biliniyor. Yüksek yaylalarda, doğal, organik koşullarda, güneşle, soğukla, virüs ve mantarlarla savaşarak büyüyen üzümlerin kabuk, yaprak ve gövdelerinde resveratrol daha çok oluyor.
KANSERE KARŞI DA ÖNERİLİYOR
Resveratrol ile yapılan çalışmalarda bu maddenin sadece damar yaşlanmasını yavaşlatmadığı antiviral antimantar ve antikanser etkilerinin olduğu da anlaşılıyor. Yani eğer kaliteli ve temiz bir üzüm suyu özü-şurubu ile kanser ile mücadelede de önemli avantajlar sağlanabiliyor. Bazı onkologlar kemoterapi, radyoterapi yaptıkları hastalara destek amacıyla üzüm suyu şurubu tavsiye ediyor. Saf üzüm suyu yanında kırmızı şarabın da resveratrolden zengin olduğu biliniyor.
DESTEKLER FAYDALI MI
Resveratrolün belirtilen etkilerinin doğal yoldan besinlerle alındığında kazanılabileceğinin anlaşılması besin desteği üreticilerinin resveratrol içeren ürünleri üretmelerine yol açtı. Kesin onaylanmış bir bilgi olmamakla birlikte resveratrol özlerinin besin destekleriyle alınması halinde aynı etkiyi kazanmak mümkün olabiliyor.
Resveratrol ile ilişkili ilk çalışmaları yapan grubun tavsiyesiyle üretilen resveratrol kapsülleri ve tabletleri Amerika’da piyasaya çoktan sunuldu. Bunların en ünlüsü (Longevinex). Daha birçok ürün var. Ama Amerika’da kullanılan ürünlerin başında bu geliyor. Kasım 2007’de Amerikan Spor Akademisi’nin yıllık toplantısında sunulan bir bildiride onaylayan bulgular yayınlanmıştır. Resveratrol içeren tabletler (Pro-der, tablet ve resveratrol kapsül) ve şuruplar (Enovand) Türkiye’de de bulunabiliyor.
Gebelikte demir ihtiyacı artıyor
Hamilelik kadınların demir ihtiyacını artırıyor. Bunun en önemli nedeni bebeğin demir ihtiyacı içinde olmasıdır. Gebe kadınlarda demir emilimi artar ama bununla yetinmemekte, günde 30 mg civarında demir takviyesi almakta yarar var. Araştırmalar gebelik döneminde demire ek olarak her gün 0,4-1,4 mg folik asit takviyesi alınmasının da uygun olduğunu gösteriyor.
İlaç içmek şakaya gelmez
Doktorunuzun reçetenize yazdığı her ilacın etki ve yan etkilerini, en uygun kullanımının şeklini öğrenmeniz gerekiyor. Bazı ilaçların aç karınla, yemekle birlikte veya tok karınla alınmaları ilacın etkinliğini artıyor veya yan etkilerini azaltıyor. Bazı ilaçlar yiyeceklerle birlikte alındığında etkinlikleri azalıyor. İlaçların mutlaka belirli aralıklarla alınmaları gerekebiliyor. Bir kısım ilaçların sadece gece alınmaları halinde faydalı olabileceği biliniyor. İlaçların alkolle birlikte alınması tavsiye edilmiyor. Eğer bir ilacı sıvı ile birlikte içecekseniz en uygun olanının su olduğu belirtiliyor. İlaçları kendi orijinal kutularında muhafaza etmek, güvenilir ilaç kutularında saklamak, tarihi geçmiş ilaçları tuvalete dökmek, ilaçlardan alınabilecek yararları artıyor, karşılaşılabilecek zararları azaltıyor.
Multipl Skleroz (MS) hastaları
için faydalı ipuçları
Multipl Skleroz teşhisi konduktan sonra nöroloğunuz size hastalığınızla ilgili bilgiler verecektir. Hastalığınızla ilgili açıklamaları daha iyi anlayabilmeniz için aşağıdaki sözcüklerin anlamını bilmeniz son derece faydalı olacaktır.
Atak ne demektir
Atak; hastanın yeni yakınmalarının ortaya çıkması ve yeni nörolojik bulguların gelişmesi olarak tanımlanabilir. Atak denebilmesi için şikayetlerin/bulguların en az 24 saat sürmesi gereklidir.
Ataklarla giden MS: Zaman zaman gelişen kötüleşme ve bunu izleyen tam ya da kısmen düzelmelerle seyreden MS tipi. Hastaların büyük bölümü başlangıçta bu gruptadır.
İkincil ilerleyici MS: Ataklarla giden MS hastalarının bir kısmı hastalığın seyri sırasında ilerleyici forma dönüşürler.
İyi huylu MS: Hastalığın başlangıcından 10-15 yıl sonra, durumunuz iyi ve özürlülüğünüz yoksa bu gruba dahilsiniz demektir.
Birincil ilerleyici MS: Daha az sıklıkta görülen MS formudur. Hastaların yaklaşık %10’luk bir kısmı bu tiptedir. Hastalığın başlangıcından itibaren yakınmalar ve özürlülük giderek ilerleyici özelliktedir.
Anne adayları: Kurşuna dikkat
Kurşun zehirlenmesi gebelerde tehlikelidir. Kurşun, vücutta hemen hemen her sisteme zarar verebilir. Kanda en fazla 10 mikrogram/desilitre bulunması gerekir, ancak gelişmekte olan bir fetusü barındıran anne adaylarında "güvenli" bir seviye yoktur. Dolayısıyla gebelerin her türlü kurşun kaynağından uzak durmaları gerekir. Kurşun, anne karnındaki fetusta gelişmekte olan beyin ve sinir sistemine zarar verir, ayrıca çocuklarda büyüklerden daha etkilidir.
Kurşun kaynağı en çok 1970’li yılların sonunda kullanılmış boyalardır. Çocuklar pencere veya duvardan dökülmekte olan boyaları yememelidirler. Hamile kadınlar ise, kurşun içeren boyaların kullanıldığı eski apartmanlarda tadilat işleri tamamen bitip boyalar süpürüldükten en erken 24 saat sonra içeri girmelidirler, ayrıca besinler kristal kaplarda veya eski çömleklerde bekletilmemelidir.
Sodyum - potasyum: Bu ikiliye dikkat
Yaz aylarında diyet yaparken sürekli başım dönüyor. Tansiyonum mu düşüyor acaba? Yediklerimle ilgili de olabilir mi? Tuzu mu artırmalıyım?
Öncellikli olarak tansiyon takibi yaparak bu durumu bir uzmanla görüşmenizi öneririm. Tansiyon takibi yapmadan bilinçsizce tuzu artırmanız fayda yerine zarar verebilir, dikkat! Bunun yanı sıra yaz aylarında terlemeye bağlı olarak vücutta sodyum potasyum minerallerinin oranlarında değişiklikler meydana gelebilir. Buna bağlı olarak da tansiyonunuz düşebilir. Fiziksel aktivite sonrası bu durum ortaya çıkıyorsa aktivite öncesi 1-2 adet kuru kayısı tüketmek ve spor sonrasında soda ile hazırlanmış bir bardak ayran içmek durumu düzenleyecektir.
Unutmayın, sürekli takip edilen bir tansiyon probleminiz varsa (özellikle yüksek tansiyon) su tüketiminizin azalmamasına dikkat edin ve potasyum ağırlıklı meyveleri (kayısı, muz, çilek, üzüm) ve sebzeleri (domates, koyu yeşil yapraklı sebzeler) tercih edin. Gün içinde dışarıda vakit geçirecek olursanız da ara öğünlerinizi (meyve, yoğurt, kepekli bisküvi gibi) ve suyunuzu tüketmeyi ihmal etmeyin. Kan şekerinizin de öğün atlamaya bağlı olarak düşebileceğini ve bu durumunda baş dönmesine neden olabileceğini hatırlatalım.
Kilo almak isteyenlere tatlı seçenekleri
Kilo almak istiyorsanız aşağıdaki tatlı seçeneklerinden yararlanmanızı tavsiye ederiz. Böylece tatlının sadece şekerli bir tat değil, vitamin, mineral yönünden zengin, size iyi bir enerji kaynağı olmasını, iştahınızı çok zorlamamasını sağlayabilirsiniz.
Yoğurtlu meyve;
1 kase yoğurt içine, 2 tatlı kaşığı doğal şekersiz reçel, 1-2 kuru kayısı ve üzüm
5-6 fındık ve 4 adet ceviz, tarçın
Sütlü incir tatlısı
İçine ceviz yerleştirilmiş incirleri tencereye dizin. 1 bardak su + 1 bardak süt + vanilya + 1 bardak şekeri karıştırın. Suyu çekinceye kadar pişirin. Üzerine tarçın ya da hindistan cevizi ekleyerek tüketin.