Reha Muhtar değişiyor mu?






Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Size de öyle gelmiyor mu?

Reha Muhtar'a bir şeyler oluyor. Kafasına saksı düşmüş olabilir mi? Ya da aşık mı oldu bu adam! Sanki nefret etmeye bayıldıklarımız listesinin zirvesini zorlamaktan vazgeçiyor. Kaptıracak birinciliği başkalarına! Ne yapmaya çalışıyor acaba? Sanki metamorfoz geçiriyor. Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum ama benim hoşuma gidiyor. Artık Ateş Hattı'nı kaçırmıyorum. Hatta ayıptır söylemesi, Ateş Hattı'na bir zamanlar Siyaset Meydanı'na yaptığım muameleyi çekiyorum. Başka bir kanala geçmiyorum, geçemiyorum, gözümü hiç ayırmadan Ateş Hattı'nı sonuna kadar seyrediyorum. Hele Mehmet Barlas'ın konuk olduğu program pek bir iyiydi. Emin Çölaşan dahil olmak üzere herkesi tebrik ediyorum. Herkesin haklı olduğu durumlara ölüyorum, bitiyorum ben. Beş bin tane bakış açısı birden konuşuluyor ve eğer seviye aşağılara inmezse, böyle tartışmalar tadından yenmiyor!

Bir de, artık katılımcı olarak stüdyolara çağrılan insanlar da değişti mi nedir? Yok öyle, stüdyo dolu gözüksün diye, sokaktan adam çevirmek, gerçekten söyleyecek lafı olanlar geliyor. Hazırlık yapmış oluyorlar, derslerini çalışıyorlar. Tansiyon yükselse de, Orhan Gencebay durumları yaşanıyor: ‘‘Bence sen de haklısın!’’. Grilerin hüküm sürdüğü bir alana giriyoruz. Beyazlar ve siyahlardan ara tonlara kayıyoruz. Tamam, televizyonu kapatırken, ‘‘Yüzde yüz bilmem kim gibi düşünüyorum!’’ demiyor insan, ama önyargılar kırılıyor, hiç bir fikrine katılmayacağını düşündüklerinize bile farklı gözle bakmaya başlanıyor.

Her konuda Mehmet Barlas gibi mi düşünüyorum? Hayır! Ama bilgisine, birikimine, çalışmasına, sakinliğine, tarzına, çeşitliliğine hayran kaldım. Emin Çölaşan'ın da horoz dövüşünü reddetmesine, bunu yaparken kendini ifade etme biçimine, birbirimizden pek hoşlanmasak da, saygı duydum. Reha Muhtar'ın zorlandığı anda durumu kurtarabilmek için nefes nefese çabalamasını bile ben sevimli buldum. Bizim böyle bir saplantımız var. Birini sevmiyorsak ve o perişan durumda kalmışsa, biz bunu seyretmekten sadistçe bir zevk alıyoruz. Oh olsun diyoruz! Maçlarda rakip takımın oyuncusu tekme yiyip sakatlandığında, kemik sesleri tribünlere ulaştığında, taraftar hep bir ağızdan ‘‘Ooooooohhhhh ooooohhhh’’ diye bağırmaya başlar ya, aynen öyle. Bence Reha Muhtar, durumu iyi kurtardı, madara da olmadı. Uzun lafın kısası öğrenciler dahil, herkes iyiydi geçen hafta Ateş Hattı'nda...

Dokunmayın, benimdir!

Elimde bir numara var. Ankara numarası. Çeviriyorum, çeviriyorum çıkmıyor. Numara, Hulki Cevizoğlu'nun numarası.

Röportaj yapmak istiyorum.

Biliyor musunuz, ben bu adamı son zamanlarda pek bir beğeniyorum.

Yani bir medya kahramanı olarak değil, insan olarak farklı geliyor. Hepimizin birbirimize benzemeye başladığımız bu dönemde, o ayrı duruyor! İşini iyi yapıyor. Yapabileceğinin en iyisi yapıyor. Kimseyi takmadan, ona buna aldırmadan. Zaten bu ifade, yüzüne de yansıyor. Rüşvet verilemez, satın alınamaz bir adam gibi duruyor. Biraz Ahmet Necdet Sezer sendromu galiba. Sözünü ettiğim şey salt ahlak değil. Bu adam, ben kendimi bildim bileli, kendi tarzıyla var oluyor. Bunca zamandır iş yapıyor. Süslerle, soslarla uğraşmıyor. Reklam da yaptırmıyor. Ama biliyor musunuz sonunda ne oluyor? Reklama zaten ihtiyaç kalmıyor...

İnsana güven veriyor. O beton gibi duran hali var ya, yani beklemediğin bir anda beklemediğin bir yerine (belden aşağı demek istiyorum) bir saldırı gelmesi ihtimali yok. Bir yanlışlık olur da, kendisi dışında iş oralara doğru kaymaya başlarsa hemen duruma müdahale ediyor.

İşte bu yüzden ben bu adamı, bu adamın yapısını, bu adamın ruh halini merak ediyorum. Telefon numarasını düşürüp düşüremeyeceğini nasıl olsa öğreneceksiniz.

O benimdir.

Röportaj yapmaya kalkanı vururum...

Ben ciddiyim.

Kabul Günü

Arkadaşlar! Sizden gelen mail'leri okumadan güne başlayamıyorum. Hani güne başlarken insan kahve, sigara içer ya, onun gibi bir şey işte. İşkembeden değil yani, arada bir mail'leri önünüze dayamam. Yazacak yazı konusu bulamadığım için değil. Okuduğum üç mail'den bir tanesi garantili olarak beni yerimden sıçrattığı için! Ayak fetişistlerinden, 65 yaşında evine yeni İnternet bağlanmış kadına kadar, o kadar farklı ses yükseliyor ki o mailler'den neredeyse, çıkışlarını alıp eve götürüp yastığımın altına koyacağım. Ben bu oyunu oynamaya bayılıyorum. Ve biraz daha fazla oynamayı düşünüyorum. Gözlük'ten hariç haftada bir gün daha mail günü yapsam mı? Adını da Kabul Günü koysam mı? Siz yazın ben cevaplayayım. Ne dersiniz? İyi bir fikir mi kötü bir fikir mi? Yap deyin yapayım, yapma deyin yapmayayım. Ama yaparsak lütfen her zamanki gibi hayatın değişik alanlarına dalalım. Tüketici ya da sorun köşesi haline getirmeyelim. O bana uymaz. Kendimiz gibi olalım, Türkiye'ye farklı sesleri duyuralım...

HAMİŞ: Özellikle Kabul Günü diyorum. Sakın demode gelmesin size. Size güveniyorum, biz bu işi post-modern yaparız! Adı hafif konservatif dursun ki, biz dilediğimiz gibi uçabilelim...

Yazarın Tüm Yazıları