“Qui Patitur Vincit...”: Kim ki dayanır, kazanır!

Haberin Devamı

“Tarihten adam hisse kaparmış, ne masal şey! / Beşbin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? / Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diye soruyor, Mehmet Akif merhûm, kim üstüne alınırsa gayrı...
Prof. Dr. Murat Tuncay da daha yıllar önce etkilenip alıntı yaptığım bir makalesinde, “genellikle eller dirseklerden hafifçe bükülür” diyor. Ve devam ediyor:
“Sol el bilekten avuç içi sağ omuza bakacak şekilde çevrilir. Avuç içi sesi büyütmek için çukurlaştırılır. Sağ el parmakları bitiştirilerek sol avuç içine düzenli aralıklarla vurulmaya başlanır. Çıkan sesin adı alkıştır. Alkışlamanın gücü ve süresi, bize bu hareketi yapmaya yönelten güdünün gücüyle doğru orantılıdır.”
Bitmedi, “turbun büyüğü heybede misali” asıl çarpıcı tespiti son paragrafa saklamış sevgili hocamız:
“Osmanlı toplumunda şakşakçılığın adı ‘Alkış Çavuşluğu’ idi. Padişah ve devlet büyükleri bir topluluk karşısına çıktıkları zaman, ata binip inmeleri sırasında, sefere çıkarken, törenlerde tahta otururken ya da kalkarken bayram tebrikleri ve benzer teşrifat içinde yer alırlardı. Dönemin ölçüleri içinde parlak sevgi gösterilerinde bulunmakla görevliydiler. İçtenlikten ve eleştiriden yoksun şakşak’ın, alkış kılığına girip insanın başına neler açabildiğinin en acı örneklerini Alkış Çavuşları verdiler. İmparatorluğu biraz da bu şakşaklar yıkmıştır...”
Biz de kulağa hoş gelene yönelmek eğiliminin insanlık tarihi kadar eski ve inanmadan önce, göz ucuyla büyük resme bir kere daha bakmayanların, sadece kendi başlarını değil içinde oldukları cemiyetlerin geleceğini de yakmış olduğunu ekleyiverelim...
Gazap Üzümleri romanının, Pulitzer ödüllü yazarı Steinbeck ile devam edelim; ben diyenlerin yalancısı olarak kalayım:
“İnsanlar akıl almayı sevmezler, bütün istedikleri teyid edilmektir...”
Onaylandıkça inanmak, aklını, düşündüklerini, ustalığını yeterli görmek, basit ve ucuz bir oyuncaktır. İnsanoğlu bu kaçamağı, “sınırlarını zorlamamak ve kendi gölgesine saklanmak” için icat etmiştir.
Gölge deyince, “olduğundan büyük görünmek merakı” üstüne de birkaç kelâm edip bitirelim. Bir Endonezya Atasözü’nde şöyle der:
“Gölge, gövde ile aynı boyda olmalıdır...”
Öyle ya “kişi ne ise odur; ne biraz fazlası, ne biraz eksiği...” İnsanın gölgesi aslından küçük veya büyük olamaz. Abartılı veya yapay hiçbir davranış, insanın kişiliğini ve görünümünü değiştiremez. Püf noktası, gölgenin varolma koşullarında gizlidir. İki koşulda gölge yoktur: Bir karanlıkta, bir de güneş tam tepedeyken... Güneş doğarken verdiğiniz gölge, ham halinizin yansımasıdır. Batarken daha uzun görünmeniz ise, yükselen değerlerin bir bir yok olması yüzündendir.
Bence her şey yolunda gidiyor. Hiçbir şey yükselmeden düşmez. En tepede olduğu an, düşmeye başladığı andır. Karanlığın en koyu olduğu saatlerde, şafak sökmek üzeredir... Bu yazıyı kesip saklayın. Telâş yok; dayanan kazanır.

Yazarın Tüm Yazıları