Osman Usta hususunda

Bugün babalar günü değil ama varsın sizin babalar gününüz olsun ve babalar gününüz kutlu olsun. Babanız sağsa bugün onu kucaklayın, ona hediye alın, onu mutlu edin.

Sadece babanızı değil, sevdiğiniz herkesi kucaklamak, hediye almak, mutlu etmek için sağ oldukları her günün, belki de son fırsatınız olduğunu unutmayın. Sahip olduğumuz en büyük güç, belki de sevdiklerimizi mutlu edebilme gücü. Bu öylesine bir güç ki sarfedilecek birkaç kelimenin içine bile sığdırmak mümkün.

Osman Devecioğlu, nam-ı diğer Osman Usta daha ilk karşılaşmamızda, baba figürü yerine koyduğum ender insanlardandı. Eniştem Muzaffer Taray’ı, kayınpederim Mehmet Aksoy’u da baba gibi severim. Ama onlar farklı. Tanımaya, birlikte yaşamaya, insani özellikleri keşfetmeye dayalı bir sevgi o.

Osman Usta’dan ise daha görür görmez bir baba enerjisi almıştım. Tıpkı gazetecilik mesleğine yanında başladığım rahmetli Erhan Akyıldız’la, kısa bir süre birlikte çalıştığımız Oruç Aruoba’yla, uzun süre birlikte çalıştığımız Cafer Yarkent’le ilk tanıştığımız anlardaki gibi...

Sene 1995’ti. Hürriyet’e yeni girmiş ve bu köşeyi yeni yazmaya başlamıştım. Yeni Yüzyıl’dan ayrılırken elime geçen yarım maaşlık tazminatımla ilk otomobilimi almıştım. Yanlış anlaşılmasın, maaşım, yarısıyla otomobil alacak kadar yüksek değil; satın aldığım otomobil gazeteci maaşının yarısıyla alınabilecek kadar külüstürdü. 1977 model bir Chevrolet... Kaportası çürümüş, motoru ölmüş.

Kime sorsam Osman Usta’yı önerdi. Sonradan öğrendim ki, Yeni Yüzyıl’ı birlikte yarattığımız ekipten Tayfun Devecioğlu (şimdi Vatan Gazetesi Genel Yayın Müdürü) ile yine Sabah grubundan arkadaşım Barbaros Devecioğlu’nun (şimdi NTV Radyolar Müdürü) babasıymış. Benim ölü Chevrolet’yi aldı, resmen diriltti.

Ama Osman Usta’nın benim için asıl önemi, tamirhanesine her gittiğimde yaptığımız kısa sohbetlerden aldığım keyifti. Genellikle oğullarının başarıları olurdu sohbet konumuz. Onlarla, araya ufak yakınmalar da katarak iftihar ederdi.

Arthur Miller’ın ‘Satıcının Ölümü’ isimli tiyatro oyununun kahramanları gelirdi aklıma. Osman Usta’yı, eserin baş kahramanı Willy’e benzetirdim. Babam Baysungur Atakan’ı ve Erhan Akyıldız’ı da benzettiğim gibi. Teşbihte hata olmaz, hiçbiri dünyada bir iz bırakma umudunu Willy gibi çocuklarına bağlamış değildi. Aksine her biri, işlerinde dünyada pekçok iz bırakacak kadar iyiydi. Benzetmemin nedeni ustalıklarının, mediokratlar cenneti Türkiye’de yıldız olmalarını sağlacak niteliklerden sayılmamasındandı. Onlar kendilerine erdem olarak öğretilen dürüstlük, çalışkanlık, yetkinlik, cömertlik gibi değerlere sarılmışlardı. Ama her geçen yıl vasatlığa daha fazla prim vermeye başlayan Türkiye’de bu erdemlerle yıldız olunmuyordu artık.

Babam, Osman Usta ve Willy Loman arasındaki diğer ortak özellik ise hepsinin varını yoğunu oğullarına feda etmesiydi. Osman Usta kısa sohbetlerimizde ima bile etmiyordu ama varlığını oğullarına adadığını anlayabiliyordum. Çünkü dedim ya tıpkı babama benziyordu diye... Yaşamdan tek amaçları ustalıklarına ve erdemlerine rağmen yıldızlaşamadıkları bu dünyada oğullarının birer yıldız olmasıydı.

Rahat uyu Osman Usta. Tayfun da, Barbaros da çok başarılılar. Üstelik senin de değer verdiğin erdemlerden taviz vermeden... Rahat uyu Erhan Akyıldız, oğlun Tolga Akyıldız da aynı yolda gitmekte kararlı. Rahat uyu babacığım, Ersan’la ben, biz de başarılıyız, en azından ortak erdemlerimizden taviz vermemekte...

Babamın malı notu: Canım öyle çekti, geçen hafta yazmaya başladığım ‘Medya medya söyle bana’ yazısının ikinci bölümünü, haftaya bıraktım. Ertuğrul Özkök bir yazısında köşeler babamızın malı mı diye sormuştu. Asla öyle görmedim. Ama bu haftalık babamın malı, babaların malı olsun istedim. Fena mı ettim?

Ev tipi telsiz telefonlar ses, veri ve eğlenceyi alıp televizyona, müzik setine, bilgisayar ekranına aktaracak

Evin tek kumandası telsiz telefondan

Bugüne kadar sadece konuşmak için kullandığımız ev tipi kablosuz telefonlar (DECT) gittikçe daha akıllanıp, yeni özelliklerle donatılıyorlar. Bu tür telefonlara eklenebilen teknolojik özellikler artık o kadar çok çeşitlendi ki, tüm özellikleri tek bir telefon üzerinde toplamak anlamsızlaşmaya başladı. Tüketici ihtiyaçlarını yakından izleyen Siemens Mobile da bunun farkında. Geçtiğimiz günlerde tanıttığı kablosuz telefonlar, üç farklı kullanıcı grubuna göre sınıflandırılmıştı.

Telefonla çok konuşanlar, telefonu bir eğlence aracı olarak kullananlar ve teknolojik üstünlüklere önem verenler olarak sınıflandırılan tüketici gruplarına hitap eden farklı serilerin tanıtıldığı toplantının önemli bir de konuğu vardı. Siemens Mobile Başkan Yardımcısı Dr. Elisabetta Castiglioni... Kablosuz ürünlerin pazarlama ve satışının patronu Dr. Castiglioni ile sohbet edip, kablosuz ev telefonu pazarındaki trendleri konuştuk.

Dr. Castiglioni kablosuz iletişim teknolojilerindeki gelişimin, evin içinde özgürce dolaşma olanağını her geçen gün artırdığını söylüyor; ‘Şu anda aslında işin başındayız. İnternet Protokolü (IP) dünyasına yeni giriyoruz. IP genişbant İnternet teknolojileri sayesinde gittikçe hızlanıyor. Bu hızlanma sadece verinin değil uygulamaların da daha kolay aktarılabileceği anlamına geliyor. Bir yanda ses, diğer yanda veri dünyası var. Ve bu iki dünya hızla birleşiyor. Ve bu ikisine ek olarak bir üçüncü dünya daha var yolda. Eğlence dünyası. Şu anda geliştirmekte olduğumuz ürünler bu üç dünyayı birleştirmeyi amaçlıyor. Vizyonumuz eve gelen ses, veri ve eğlence içeriğinin tümünün kablosuz telefonlarımız aracılığıyla alınması ve evdeki en uygun aletlere bu telefonlar aracılığıyla aktarılması. Kablosuz telefon, evdeki tüm aletlerin uzaktan kumanda aleti olacak’.

Siemens’in yeni tanıttığı modeller birleşmenin ilk örneklerine şimdiden sahip. Örneğin S100, SL100 ve C200 modelleri bebek telsizi olarak kullanılabiliyor. Yeni modeller arasında 300 metrelik menzil içinde el telsizi gibi kullanılabilenleri de var. Yeni modeller, Türk Telekom bir ara aklına gelir de servisi açarsa evden kısa mesaj gönderip alma özelliğine de sahip.

Dr. Castiglioni biraz daha uzun gelecekte nelerle karşılaşabileceğimizin de ipuçlarını veriyor: ‘İş ya da tatil için evden uzakta olduğunuzda, ertesi gün eve geldiğinizde evin ısısını istediğiniz seviyeye getirilmiş olmasını sağlayabilir, buzdolabının çalışıp çalışmadığını kontrol edebilir, evin içindeki kameralardan görüntü alabilir olacaksınız’...

Şaraplar kutuya girdi

Önce mantarlar bozulmuştu şimdi sıra şişelerde. Kapak olarak hakiki mantar kullanılması, şarabın kalitesinin göstergesiydi. Ancak maliyetinin plastik mantarlara göre yüksek olması, şarap endüstrisini yeni arayışlara itti. Özellikle yeni dünya şarap üreticileri, piyasaya sürdükleri ekonomik fiyatlı sofra şaraplarında plastik mantar kullanmaya başladılar. Haksız da sayılmazlardı hani. Şarabın hava almasını önlemede organik mantarın mı, plastik mantarın mı daha etkili olduğu tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak yıllandırmaya uygun olmayan, raf ömrü kısa sofra şaraplarında hangisinin daha etkili olduğundan çok hangisinin daha ucuz olduğu daha önemli.

Yeni dünyacılar şimdi işi daha da abarttılar. Romantik şişeleri rafa kaldırıp, sofra şarabını piyasaya meyve suyu, süt ambalajlarına benzer kutularda sürmeye başladılar. Yeni ambalaj yeni dünyanın şarap başkenti Kaliforniya’da tutmuş gibi gözüküyor. Trinchero Family Pinot Grigio 2003 Kaliforniya, Hardys Stamp Şiraz 2002 Avustralya, Black Box Chardonnay 2003 Napa, Banrock Station Cabernet Sauvignon 2002 Avustralya gibi örnekler, kutuda su gibi giden şaraplardan sadece birkaçı. Yakında Türkiye’de de örneklerini görebiliriz. Amaç satın aldıktan sonra birkaç gün içinde tüketilecek bir sofra şarabı içmekse, ambalaja ekstra para vermemek iyi bir alternatif.

www.trincherofamilyestates.com
www.blackboxwines.com
www.banrockstation.com.au
Yazarın Tüm Yazıları