Neden geldim İstanbul’a

Bu şarkıyı, Erkan Oğur’dan ne zaman dinlesem, gözlerim dolar.

En son galiba, Bodrum’da dinlemiştim yıllar önce. Merve’lerin yazlık satılmadan önce, bir sabah balkonda kahvaltı hazırlarken, kasetten. Kaset güzel birşeydi, ipod da güzel yanlış anlamayın, ama kaset, sesi banta kaydeden naif birşeydi. İki yüzü vardı, çevirirdin. Saçmalarsa, parmağını geçirip, sarar toparlardın. İçimdeki çoğu şey, hala kasete kayıtlı...bu şarkı gibi.

Aslında bu şarkı bana neden bu kadar dokunuyor bilmiyorum. İstanbul’a taşındığımızda 10 yaşındaydım. Sadece çocukluğumu Ankara’da bırakmıştım. Ziyaret etmesi zor değildi. İstanbul’la Ankara’nın araları iyiydi. 3-4 saatti en fazla. Fakat sanıyorum insan, yedi göbek İstanbul’da bile doğmuş olsa, kendini buraya konmuş gibi hissedebilir. Sahiplenmeyen, süt vermeyen bir şehir belki. Kolları açık aşıklar gibi. ’Seni sarmam ama kollarımın arasında durmak istiyorsan sen bilirsin. Rüzgarı fazla kesmem, dikkat üşütmeyesin’ diyen herşey gibi. Boğaz işte.

İstanbul, misafirhanelik gibi olduğundan, ki hayat da öyle, köklerini salamıyorsun. Ya da ben beceremedim. Becerseydim, o şarkı bana iğne iplik gibi dokuyamazdı güftesini bestesini. Ankara’ya konsere gelince hatırladım yine. Annemin ve babamın ellerinden tutup havada sallanarak, merdivenlerini üçer beşer inmeyi marifet saydığım, kebap 49’a gittim yine. Annem niye beni, Sibel bale okuluna göndermedi ki! Şimdi ne kadar esnek olurdum. Madonna olmama daha az kalırdı. (dinleyiniz: madonna olucakmış, nildünyası albümü)

Çeşme, Bodrum ve Ankara’da sobeleyebiliyorum herkesi. İstanbul’da sanki herkes saklanıyor. Ankara’da arkadaşlıklar daha güzeldi. Daha sağlamdı. Sokakları daha dardı insanların. Kalabalık olmak daha kolaydı. Annemleri öyle hatırlıyorum. Hep bir sürü arkadaş içinde, gülüp eğlenirken. Hiç yalnız kalmadılar. Hep geldiler, hep gittiler, hep kaldılar. Ya da çocuk öyle hatırlıyor...

Ankara’da denizin olmadığını, havayı içine çekince anlıyorsun. Daha doğrusu burnun ve ciğerlerin anlıyor. İstanbul’un o geniş sularından sonra, için daralıyor biraz. Ama ciğerlerin henüz İstanbul’a kanıp büyümemişse, sorun olmaz bu. Kara hayvanları gibi, bu habitata uyar, başka yerde yaşamak nedir sormazsın. Burada acıkır, burada avlanır, yuvanı burada kurarsın. İstanbul’a gider gelir, misafirlik muamelesi yaparsın. Çayını içer, izin istersin...

Bu şarkının, beni karnımdan burkarak sıkması bundan. İstanbul’a yakın çevrelerde gezsem, ve onunla samimi olmuş olsam da ben, aramızdakinin aslında bir aşk ve nefret ilişkisi olduğunu biliyorum. Dünya yuvarlak olduğu ve güneşin etrafında deli divane döndüğü sürece, Ankara durucak, İstanbul dönüp durucak. Ve Erkan Oğur soracak: neden geldim İstanbul’a.
Yazarın Tüm Yazıları