Modern doğru ve yanılgı

KARA Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ KHO’nun açılışı münasebetiyle yaptığı konuşmada moderniteyi kısaca, "akıl ve bilimi kabul eden toplumsal kurallar, düzenlemeler ve kurumlara öncelik veren dünya görüşüdür" diye tanımladı.

Ve, yukarıdakiyle çelişen postmodern eğilimlere karşı da o moderniteyi sahiplendi.

Ben de aynısını sahipleniyorum!

* * *

EVET aynısını sahipleniyorum ve zaten sütûnunun adı dahi "Modern Zamanlar" olan birisinden farklı şey beklenemez. Tersi, kendimi inkár etmek anlamına gelir.

Nitekim, eğer burayı tá yirmi yıl önce ve üstelik, o vakitler bile "demode" sayılmaya başlanmış olan "modern" etiketiyle vaftiz ettiysem, nedeni yukarıdaki tercihten kaynaklandı.

Zira, gayri mantikiliğe çok fazla prim, háttá açık çek veren; artı, "geleneksel toplum"u fetiş kılarak her zırvaya mazeret bulan postmodern düşünce ve hayat bana hiç söylemiyor.

Dolayısıyla, cumartesi dediğim gibi, nasıl ki "ulus devlet-laik devlet-üniter devlet" eksenli hedef ve kimlikte Başbuğ’la uyuşuyorum, onun modernist ufkuyla da buluşuyorum.

Ancaak?

* * *

ANCAĞI şu ki, "öz" ve "hedef" ne denli ortak olursa olsun, Orgeneral’in kaydettiği ve çağrıştırdığı "biçim"le de, "yöntem"le de, "araç"la da, "usûl"le de çelişiyorum.

Çünkü, madem Kara Kuvvetleri Komutanı’nın da isabetle vurguladığı gibi yukarıdaki "modernite" akıl ve bilimle özdeşleşiyor, o halde ister istemez, söz konusu akılcılığın ve bilimselciliğin "deneme-doğrulama" yöntemini de kabullenmekle yükümlüyüz.

Zira, rasyonel olduğunu varsaydığımız bir sonuca ulaşmak için kullandığımız yöntem de pekála "yanlış" çıkabilir. Háttá belki, sonuç dahi sandığımız kadar mantıki değildir.

Veya kısmen doğru, kısmen yanlıştır. Hem düz, hem eğridir. Dün dolu, bugün boştur.

Dolayısıyla, bir "amaç"a yönelik bir "araç"ın "doğru" olup olmadığı hükmüne; hele hele, insan toplumları gibi sonsuz karmaşık yumakları kapsayan "araçlar"daki doğruluk veya yanlışlık derecesine, onları ancak geniş bir zaman sürecinde sınadıktan sonra varabiliriz.

* * *

BU ilkeyi en baştan itibaren ve "a priori" denilen cinsten bir "önsel" mutlaklık olarak benimsemek zorundayız. Aksi takdirde, gerçek akılcılığın modernitesini yakalayamayız.

Tam tersine, reddettiğimiz "gayri mantıki" fikir, ideoloji veya imanların "kesin" addettiği cinsten tabuları, dogmaları, şablonları yahut önyargıları bizde de aynen üretiriz.

Kendimizinkilerin onlara zıt olduğunu düşünürüz ama, aslında bizimkiler de yukarıdakilere türdeş biçimde başka tür tabu, dogma, şablon ve önyargılar üzerine oturur.

O halde de, özetle şöyle diyebiliriz.

* * *

AKILCILIĞI ve bilimselciliği benimseyen "modernler", göreceli bir ihtimal dahi olsa, kendi modernist hedef ve projelerinde de yanılabileceklerini kısmen kabullenirler.

Fakat bilhassa ve esas olarak, o hedefe ve o projeye ulaşmak için kullandıkları araç, yöntem ve söylemlerde yanlış yapabileceklerini haydi haydi ve mutlaka kabullenirler.

Çünkü aynı akılcılığın ve mantıkçılığın "deneme-doğrulama" ilkesine inanırlar.

Ve işte bu deney sayesindedir ki, zaman içinde yanılgıyı farkettiklerini an, "amaç"tan sap-ma-dan, kullandıkları "araç"ı daha uygun bir hale getirmek tercihini yaparlar.

Buna yarın değineceğim, tıpkı yine bir "modernite projesi" olan ve "hedef"e ilişkin doğruluğu ve meşruluğu su götürmeyen cumhuriyetimizi tabii ki yine aynı "hedef"e ulaştırmak için, seksendört yıldır denenen ve yanılgıları ortaya çıkan "yöntem"i bugüne uyarlamak tercihinin, artık yine "modern zorunluluk" olarak dayatması gibi!
Yazarın Tüm Yazıları