Mahzun prensesin malları mezatta

Son İran Şahı Rıza Pehlevi, ikinci eşi Prenses Süreyya'yı, çocuğu olmadığı için boşamıştı. Yıllarını sürgünde geçiren Süreyya'ya bu yüzden ‘‘mahzun prenses’’ denilirdi. Geçen yıl ölen Süreyya'dan kalan mallar, önümüzdeki hafta Paris'te açık arttırmayla satılacak.

Paris'te önümüzdeki hafta üç gün boyunca önemli bir tereke satışı yapılacak. Bu satışın varisi kimdir, geliri kime kalacaktır onu bilmiyorum ama satış, bir zamanların büyük İran'ının vazgeçilmez ve dünyadaki en medyatik imparatoriçesi, Prenses Süreyya'ya ait. Bunu vesile bilip komşu ülkenin geçmişini gençlere anlatmalı: O güçlü ülke neymiş ne olmuş, kimler gelmiş kimler geçmiş... Bir de şimdiki haline bakın.

Prenses Süreyya 22 Haziran 1932'de doğdu. Babası Halil İsfendiyar Bahtiyari aristokrat bir göçebe ailesine mensuptu ve orta İran'da büyük toprak sahibiydi. O sırada Kaçar Hanedanı'nı devirip başa geçen ve kendini Şah ilan eden bir ordu mensubu olan Rıza Pehlevi ile ters düşüp Almanya'ya kaçmıştı. Bu arada, Almanya'da Rus asıllı Eva Karl ile evlenmişti. Bu aile 1937'de İsfahan'a geri dönerek kızlarına Farsça'yı en mükemmel şekilde öğrettiler. Süreyya mutlu bir genç kızdı ve bütün arzusu film artisti olmaktı.

Gerek batının ve gerekse doğunun kültürüne en iyi şekilde vakıf olan Süreyya 18 yaşına girdiğinde İngilizcesini pekiştirmek üzere İngiltere'ye gönderildi. Fotoğrafçı kuzeni tarafından çekilen bir fotoğrafını gören Şehinşah yani ‘‘Şahlar Şahı’’ Muhammed Rıza Pehlevi, Süreyya ile tanışmak istedi. Şehinşah bu sırada Mısır kralı Faruk'un kız kardeşi Fevziye ile evlenip 1948'de boşanmıştı ve bu evlilikten Şehnaz adında bir kızları vardı.

Birbirleriyle görüşür görüşmez áşık olan çift, üç gün sonra nişanlandıklarını ilan ettiler. 27 Aralık 1950'de düğünün yapılması kararı verildiği halde gelin adayı Süreyya tifoya yakalandı, aynı zamanda akciğer zaafiyeti geçirmekte ve ateşler içinde yanmaktaydı. Dolayısıyla, düğün 12 Şubat 1951'e ertelendi.

Bütün dünya medyasının takip ettiği bu dillere destan düğünde gelinlik Paris'in ünlü modacısı Christian Dior tarafından tasarlanmış ve 20 metre beyaz ipek üzerine altı bin adet pırlanta ile işlenmişti. Kuyruğu 10 metre olan gelinliğin ağırlığı 30 kiloydu. Binbir gece masallarını andıran bu düğünle, Süreyya 19 yaşında imparatoriçe oldu.

Devrinin pek çok yabancı devlet büyükleri tarafından ağırlanan İmparatoriçe ve Şehinşah Rıza Pehlevi, o sıradaki Başbakan Musaddık'ın petrolü devletleştirme girişimi sırasında 1953'te Roma'ya kaçtılar. Bu girişimi bastıran İran halkı çok sevdikleri şahlarını ve imparatoriçeyi geri çağırdılar ve Başbakan Musaddık'ı da devirerek mahkum ettiler.

Tahtın ikinci varisi olan Şah'ın erkek kardeşi Ali Rıza 1954'te bir tayyare kazasında vefat etti. Tahtın başka varisinin olmaması İran hükümetini ve halkı rahatsız etmekteydi. İmparatoriçe Süreyya'nın ise çocuğunun olmayacağı anlaşılmıştı ve bu mutlu çifte boşanmaları için baskı yapılmaya başlandı. İki aşık zorla da olsa 13 Şubat 1958'de boşandılar. İmparatoriçeliği bırakan Süreyya'ya ‘‘Prenses’’ unvanını taşımasına müsaade edildi ve bir daha İran'a dönmemek üzere sürgüne yollandı. Artık o kıtalararası ‘‘göçebe’’ bir prensesti.

Eskiden beri artistliğe hevesi olan Prenses Süreyya, Roma'ya yerleşerek Dino de Laurentis'le bir film çevirip başrolde oynamaya karar verdi. ‘‘Bir Kadının Üç Yüzü’’ adındaki filmin üç değişik yöneticisinden biri olan Franco İndovina'ya aşık oldu fakat Franco evli ve iki çocuk babasıydı. Film muvaffak olamadı ve piyasadan derhal toplattırılarak yok edildi. Sadece bir tek kopyası, Prenses Süreyya'da kaldı. Altı ay sonra boşanan Franco ile mutlu geçen beş senenin sonunda, Franco 4 Mayıs 1972'de bir tayyare kazasında vefat etti ve Prenses Süreyya'nın ikinci mutluluğu da böylece sona erdi. Paris'e yerleşen Prenses, kendini içkiye verdi. Her bakımdan hüsrana uğrayan Süreyya'yı tanımış olanlar fevkalade donuk ve tatsız bir kişiliği olduğunu söylüyorlar. Anlaşılan zayıf bir karaktere sahipti. 22 Ekim 2001'de, Paris'te Avenue Montaigne'daki apartmanında hayata gözlerini yumdu.

Şöyle bir geriye baktığımda, sırf veliaht bırakmak için Süreyya'dan ayrılıp Farah Diba ile evlenen ve sonunda bir veliaht bir oğul edinen İran Şahı Rıza Pehlevi'ye ne oldu dersek: Humeyni rejimi ile İran'ı terk etmek zorunda kaldı ama ülkesini veliahtına bırakamadı ve 1980'de Kahire'de kanserden vefat etti.

Hayatta kaderi hiç zorlamamak lazımdır. Şimdi Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'e bakıyorum da, ‘‘Acaba doğru mu yapıyor?’’ diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları