Korkarak yöneticilik yapılamaz

O, Borusan Otomotiv İcra Komitesi Başkanı. Otomotiv, erkeklerin oyuncağı, onların oynadığı bir alan olarak biliniyorsa da...

Her şeyin bir istisnası olur, işte karşınızda duruyor: Müşerref İlpars. BMW, Land Rover ve Mini bu ülkede ondan soruluyor. Son derece esprili, hatta muzip. Güzel otomobiller kullanıyor, otomobilleri seviyor.

Otomotiv sektörüne ne münasebetle girdiniz?

- Tesadüfen. Önce traktör ve kamyon satan bir firmaya girdim. Ben meraklı bir tipim, her şey nasıl çalışır merak ederim. O şirkette, vakit buldukça traktörlerin altına yatardım, "Bu nasıl çalışıyor?" diye bakmaya.

Hiç mi "Benim burada ne işim var? Bu erkeklere ait bir dünya" diye düşünmediniz?

- Hiç. Benim öyle bir ayrımım yok.

Peki normal midir, bir kadının "bu traktör nasıl çalışıyor" diye merak etmesi?/images/100/0x0/55ea5da9f018fbb8f87b3a9c

- Bence normal. Üstelik sadece traktörleri değil, kamyonları da merak ediyordum! Ama ben o ilk şirketimde, dosya klase ediyordum. Tam bir yıl yaptım o işi. Sonra şef oldum. Kendime muhakkak hedef koyarım. Hedef koymaya da çok inanırım. Bugünkü yerimi de hedeflemiştim.

Yani çalıştığınız şirketin ortasında ayakta dikiliyorsunuz ve içinizden "Ben bir gün buranın CEO’su olacağım!" filan mı diyorsunuz?

- Evet diyorum. Karakter itibarıyla hırslıyım, ama kimseye bir zararım yok...

Hedefinize ulaşmak için kendinize ne kadar zaman veriyorsunuz?

- Zaman koymaya karşıyım. Mesela bugünün gençleri, her şey hemen olsun istiyorlar. Hata. Benim hedef koymam şöyleydi: "Bu işi o kadar iyi yapacağım ki, benden daha iyisini bulamayacaklar ve sen yapar mısın?" diyecekler. Hep böyle hedefler koydum ve onları bir bir gerçekleştirdim...

Peki mesela hedef koymadan geçen bir zamanınız yok mu?

- Yok.

Hiç mi şurada, boş boş oturayım, ellerimi kafamın arkasına koyup uzanayım demediniz...

- Dedim tabii. Ama unutmayın ki o da bir hedef.

İki çocuğunuz var... Hiç zorlanmadınız mı?

- Hayır. Bütün mesele dengede. İyi kurarsanız dengeleri, her şey birden olabiliyor. Ama tabii ben şanslıydım, eşim de bana çok yardımcı oldu. Mükemmel bir eşim vardı. Dört yıl oldu vefat edeli. Bana, benden daha çok inandı. Onu kaybettiğimde altı ay çok kötü günler geçirdim. Gerçekten fenaydım. Kızım bana müthiş bir şey söyledi, "Anne" dedi, "Biz genciz. Zamanımızı sana acıyarak geçiremeyiz!" Bu laf, soğuk su gibi başımdan aşağı dökülen bir şey oldu. Çok haklıydı ve çok gerçekçiydi, benim acilen toparlanmam gerekiyordu...

Ama, Şimdi düğmeye basıyorum, artık mutsuz olmayacağım, demekle de olmaz ki bu iş...

- Oldu valla. Her şey kafada bitiyor. Karar vermeniz gerekiyor...

Eşinizle kaç yıldır beraberdiniz?

- 33. Ve çok severek evlendik, yaşadık. Ama o öldü. Herkesin başına gelen bir şey. Benim de geldi. Bununla yaşamayı öğrenmem gerekiyordu. Kendimi yeni bir hayata, onsuz bir hayata hazırlamam gerekiyordu. Hazırladım. İşte ben buna inanıyorum: Kendimizi bir şekilde her şeye hazırlamamız gerektiğine... Bazıları, sevdiklerini kaybedince, resimlerini filan kaldırır, hayır benim evim aynı duruyor. Onları görmek bana rahatsızlık vermiyor.

Kim bilir belki yeniden aşık olursunuz...

- Mümkün değil, çünkü ben hálá kocama aşığım. Yeni biri istemem.

Kocanızın ölme sebebi neydi?

- Kanser. Akciğer kanseri. Sigaradan. İkimiz de, teşhis konulduğu andan itibaren hastalığı hiç konuşmadık, içimize sokmadık, aramıza almadık...

Bu, iyi bir şey mi?

- Evet. İyi bir şey.

Ama bu da bir şeklide hastalığı reddetmek, yok saymak değil mi...

- Hayır. Biz, hastalığı bir problem olarak, ele aldık. Nasıl çözebiliriz, neler yapabiliriz, kemoterapiye ne zaman girilecek, bunları konuşuyorduk. Ama o kadar. Zaten eşim öleceğine hiç inanmadı. Ben de öyle. Kurtulacağını düşündük. Çok yakınınız böyle bir hastalığa kapılınca, inanamıyorsunuz, gelip geçici olduğunu düşünüyorsunuz. Amerika’ya da gittik, burada çok iyi doktorlardan da yardım aldık. Ama evde de bunu konuşursanız yandınız. Birlikte olacağınız zamandan çalmış oluyorsunuz. Ölüm meselesine girmeye başlarsanız, vasiyet filan yapmanız lazım ki, bence fena... Beraber yaşadığımız her saniye değerliydi, vaktimizi bu gibi şeylerle harcamadım.

Ben de ölseydim onunla dediniz mi?

- Hayır, demedim. Benim çocuklarım var. Benim işim var. Hayat, her şeye rağmen güzel!

MOTİVASYONA VE STRESE İNANMAM

Ben motivasyon lafını sevmem. İnsan kendi kendini motive eder, başkasından bir şey beklememeli. O zaman kendinizle ilgili kararı ve kaderi, bir başkasına bırakmış oluyorsunuz. Ben strese de inanmam. Daha doğrusu, stresi bir problem olarak görürüm. 5-10 tane çözümü vardır. Bir tanesini seçersin, çözersin ve ilerlersin. Hiçbir şeyi dert edip büyütmemek gerekiyor, çünkü o zaman metabolizmaya zarar veriyoruz...

Otomotiv sektöründe 20 yılda neler değişti?



Çok şey. Eskiden Avrupa ile Türkiye arasındaki fark inanılmazdı. Şimdi bazı bakımlardan biz öndeyiz. Örnek oluyoruz. Mesela fuarlar. Bugün bizim fuarlar yurtdışı ile yarışıyor. Bir de, 15 sene önce satıştaki tek kadındım. Türkiye’de değil, dünyada. Şimdi sektörde çok kadın var. Bizim şirkette de dolu...

KADIN OLMAM AVANTAJDI

Otomotiv sektöründe önünüze çıkan, size çelme takmak isteyen erkekler olmadı mı?

- Olmadı valla. Ben şanslıyım. Çok iyi patronlarım, yöneticilerim oldu. Hiç kimse bana kadın olduğum için farklı davranmadı. Bilakis, avantajlarını yaşadım...

Ne mesela?

- Mesela, bizim müthiş bir duygusal zekamız var. Erkeklerin duygusal zekasından daha baskın bizimki. Bir de ben şuna inanırım: Eğer çalışma hayatı, "erkeklerin dünyası" diye kabul ediliyorsa, siz de o dünyada olmak istiyorsanız, ona ayak uyduracaksınız, ben uydurdum. Hiçbir zaman "Ben akşam gelemem, evliyim, kocam bekler, çocuğum var" gibi şeyler söylemedim. Söylenmesini de doğru bulmuyorum.

Otomotiv sektöründe en üst düzeydeki kadın olmaktan gurur duyuyor musunuz?

- "Otomotiv sektöründeki kadınlar arasındaki en başarılısı" filan dendiği zaman hiç hoşlanmıyorum. Ayrımcılık gibi geliyor. Kadın ve erkeğin çalışma hayatında bir farkı yok. Özellikle yöneticiyse. Tam tersine, kadınlar daha avantajlılar, daha kolay empati kurabiliyorlar, sempatik olabiliyorlar, gerektiğinde cilve yapabiliyorlar...

Peki bu cangılda insan istemese de erkekleşmiyor mu?

- Yok canım, ne münasebet.

En son ne zaman etek giydiniz?

- Hatırlamıyorum. Daha çok pantolon giyiyorum ama rahat olduğu için...

NELER ÖĞRENDİM?

4 Eski bir genel müdürüm vardı, çok sert biriydi, yürürken hepimiz kaçacak yer arardık. Fakat birinci sırayı, çalışanına verirdi. Çok önem verirdi personelle ilişkiye. Bir personeli onunla görüşmek istediği zaman, sekreterine söylerdi. Odaya girdiğiniz zaman, sizi kapıda karşılardı, çikolata ikram ederdi, hemen oturtur, çoluğunuzu çocuğunuzu sorardı ve siz birden o size çok uzak olan insanın, kişiliğiyle size ne kadar yaklaştığını görürdünüz. Ben de birlikte çalıştığım arkadaşlarıma böyle davranmaya çalışan bir yöneticiyim.

4 Bir başka yöneticim, çok kolay karar verirdi. Tereddüt etmeden karar vermeyi de ondan öğrendim. Verdiğin karardan korkmayacaksın. Herkes hata yapabilir. Aksi mümkün değil. Sorumluluğunu alacaksın, imzayı atacaksın. Korkarak, yöneticilik yapılmaz.

4 Kızımdan da giyinmeyi öğrendim. Renk uyumu, kıyafet kombinasyonu filan. Bir eski resimlerime bakıyorum, bir şimdikilere... Kendimi şimdi daha çok beğeniyorum. Kızıma teşekkür borçluyum.

HINCAL ULUÇ’a mini açıklama

Hıncal Uluç’a mini açıklama

Eski Ayşe miyim? Tabii ki değilim. Çünkü büyüdüm. O zaman sadece bir tek şeye aşıktım. Şimdi üç şeye aşığım: Dünyanın en güzel sarılan adamına, yuvalarının önünde karıncaları ekmekle besleyen kızıma ve hálá merak duygumu tatmin ettiğim mesleğime..

Ve seni ben değil, Nazım Hikmet tekzip ediyor, dinle bak:

Sevdiğin müddetçe

Ve sevebildiğin kadar

Sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe

Ve verebildiğin kadar gençsin
Yazarın Tüm Yazıları