Kapatacağım bu posta kutusunu

ANTALYA’dan bir okurum, "Ulusalcı Şeyh Tuncay Özkan Efendi"ye mürit yazılmış...

Gönderdiği e-postada şöyle diyor:

"Tuncay Özkan vatan, millet sevgisiyle dopdoludur... O Tuncay Özkan ki bir işaretiyle meydanlara on binleri toplamıştır... Sen kimsin de ona laf ediyorsun? Çık bakalım ortaya... Kaç kişi gelir arkandan?"

İstanbul’dan bir okurum ise, "yürüyüşüne ve duruşuna hasta olduğu" bir başka "Şeyh Efendi"yi uçurmakla meşgul...

İşte onun gönderdiği mesaj:

"Tayyip Erdoğan, milletin oyunun yarısını almayı başarmış büyük bir liderdir... Sen kim oluyorsun da ona laf söylemeye kalkışıyorsun?"

Ankara’dan bir okurum ise "İlhaniye tarikatı"na intisap etmiş, İlhan Selçuk ile Tayyip Erdoğan arasında kurduğum bir paralelliğe ifrit olmuş...

Mesajı şöyle:

"İlhan Selçuk Türkiye’dir... Peki Tayyip Erdoğan kimdir? Haddini bil..."

Hadi, Fethullah Gülen’e laf söyletmeme azminde olanları geçelim...

Çünkü...

Oradaki mürit psikolojisinin kendi içinde bir tutarlılığı var...

Peki ya "Ergenekon tarikatı" ile "Kapatma tarikatı"na gönüllü mürit yazılanları ne yapacağız?

* * *

Hadi gelin hep birlikte anımsayalım...

Ne demişti Atatürk?

"Efendiler! Ey millet! Biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz."

Görmüyor musunuz?

2008 yılının mart ayının sonunda bir "karşı devrim" oldu...

Ve güzel yurdumuz toptan şeyhler, şıhlar, müritler, meczuplar ülkesi oluverdi...

GÖKÇEK: KAPATMAYI İSTEMEK ŞEREFSİZLİKTİR

ANKARA’da ortaya atılan sürüyle dedikodudan biri de Melih Gökçek’le ilgili...

Dedikoduya göre...

Melih Gökçek bir köşede ellerini ovuşturarak AKP’nin kapatılmasını ve Tayyip Erdoğan ile önde gelen bazı AKP’lilerin "yasaklı" hale gelmesini bekliyormuş...

Geçen gün bu dedikoduya yer vermiştim...

Gökçek aradı ve şöyle dedi:

"Başta Genel Başkanımız Tayyip Erdoğan olmak üzere arkadaşlarımızdan herhangi birinin mutsuzluğu üzerine bir beklenti içine girmek benim açımdan şerefsizliktir. Ben böyle bir şerefsizlik yapmam."

İLHAN SELÇUK FARKI

"ULUSALCI yazar" denilince...

Şunlar gelir benim aklıma:

Sıfır espri... Öfke patlaması... Dediğim dedik, çaldığım düdük edası... Son sözü söyleme gayreti... Kesin inançlılık...

İlhan Selçuk’un bazı mahfiller tarafından "Ergenekon savcısını tehdit ediyor" diye yorumlanan yazısını okuduğumda...

İlhan Selçuk farkının bir kez daha ayırdına vardım...

Çünkü karşımda...

Kendiyle dalga geçebilen... Mizah duygusu yerli yerinde duran... İnce alayı hakkıyla işleyen...

Bir adam vardı...

Düşünsenize: "Ben gözaltındayken nalları dikseydim Savcı Bey ne yapacaktı?" diye yazarak, ölüm üzerinden bile mizah yapabilen kudrette bir yazardan söz ediyoruz...

Görüşlerine uzağım ama bu has yazarlık tavrı karşısında şapka çıkarıyorum...

Bacak takımı arasında

MANKEN Aysun Kayacı kızımız, "Dağdaki çobanla benim oyum eşit... Böyle şey olur mu?" demiş...

Bence Aysun kızımız, bu saptamasıyla kendi açısından hiç de iyi sonuç vermeyecek bir tartışmanın fitilini ateşlemiş oldu...

Şöyle ki:

"Dağdaki çobanla benim oyum eşit... Böyle şey olur mu?" diyen Aysun’a, birileri de kalkıp, "Benim oyum ile Aysun Kayacı’nın oyu eşit... Böyle şey olur mu?" diyebilir...

Bu işin sonunda Aysun’un, "Söyle bakalım Aysun... Cumhuriyet ne zaman kuruldu?" tarzında manken avlayan sorulara muhatap olması ve kendisini kanıtlaması gerekebilir ki neresinden baksanız tatsız...

Aysun’un yaptığı ikinci hata ise, bugünkü iktidara oy verenlere "ayak takımı" demesidir...

Bence bu tür saldırılar da Aysun’un aleyhine dönebilecek niteliktedir...

Düşünün...

Bugünkü iktidara oy verenler içinden lafını sakınmazın teki çıkıp da Aysun’a, "Biz ayak takımı isek, sen de bacak takımındansın" falan diye münasebetsiz bir laf etse ne olacak?
Yazarın Tüm Yazıları