Kan lekesinden robot resme

20 Mart 2003 gecesi, ellerinde birer tuğla, altı şeritli M3 Karayolu’nun üzerindeki yaya geçidinden sarkarak, karanlığın ve sisin içerisinden kayıp giden, bir yanı sarı, bir yanı kırmızı ışık selini seyrediyorlardı.

19 yaşındaki Craig Harman iş çıkışında içmeye başlamış, bir Renault Clio’yu yan camını kırarak çalmaya çalışmış, düz kontağı beceremediği gibi, elini de kesmişti. Önce arkadaşı bırakıverdi tuğlasını, tok bir ses duyuldu. Asfalta düşmüştü anlaşılan. Sonra Craig Harman. Bir cam sesi duyuldu. Bir kamyon yavaşladı, 250 metre kadar gitti ve emniyet şeridinde durdu. Üstgeçittekiler bir anda kayboldular.

53 yaşındaki şoför Michael Little, ön camın kırılmasıyla birlikte göğsünde dayanılmaz bir acı hissetti. Yılların deneyimi ile Ford kamyonun direksiyonunu sağa kırdı. 30 yıl hizmet verdiği Ford şirketi, bu becerisi nedeniyle onu üstün hizmet madalyasıyla onurlandırdı. Neye yarar, hemen oracıkta ölmüştü.

EMNİYET ŞERİDİNE ÇEKİLMİŞ ARAÇ

Sabah oldu. Renault Clio’sunun çalınamadığına sevinen adam polisi aradı. Kırık cama bulaşan kandan DNA profili elde edilebildi. Profil, 3 milyon kadar İngiliz’in yer aldığı veritabanında yoktu. Olamazdı zaten, Craig Harman, evvelce hiç suç işlememişti.

M3’ten sorumlu karayolu polisi, emniyet şeridine çekilmiş aracı gördü. Adli Bilimler Servisi, aracın içindeki taşa bulaşan kanı inceledi. İki kişinin kanı birbirine karışmıştı. Profillerden biri şoför Michael Little’a uyuyordu. Diğerini, veritabanında aradılar, yoktu.

Buradan sonra olanlara "şans" diyebilirsiniz, "zeka" diyebilirsiniz, İngiliz Adli Bilimler Servisi’nin, dünya genelinde profillerin eldesinde kullanılan "kodlamayan bölgelere" yani DNA üzerinde ırk, göz rengi, saç rengi, hastalık gibi bilgilerin yer almadığı bölgelere, kodlayanları da eklemesi ve her ne pahasına olursa olsun suçluyu yakalamak adına, tüm etik kaygıları bir yana bırakması diyebilirsiniz. Ne derseniz deyin, bundan sonra olanlar ilk kez olacak ve adli bilimler tarihine altın harflerle yazılacaktı.

İngiliz Adli Bilimler Servisi’nin başkanı dostum Janet Thomson, o tarihte henüz emekli olmamıştı. Adli bilim hizmetlerinin özelleştirilmesinin gerekliliğini savunan çalışmalar yapıyor, konferanslar veriyorduk. Avrupalı kriminal laboratuvar müdürleri bıyık altından gülüyor, açıktan "kadın saçmalaması" diyemeyip, "kadın dayanışması" diyorlardı (Janet, sadece servisi değil, olay yeri inceleme birimlerini de özelleştirebildi!).

Janet’in ekibi, tuğlaya bulaşmış, bilinmeyen kişiye ait kanın genetik özelliklerini, faili meçhul olaylardaki delillerin profilleri ile karşılaştırınca, tuğlayı atanla, Renault Clio’nun camını kıranın aynı kişi olduğunu gördüler. İleri genetik incelemelerle, bu kişinin erkek, beyaz tenli ve kırmızı saçlı olduğunu saptadılar. Taşlar ağırdı, yaşı genç olmalıydı. Üstgeçit sadece yayalara açıktı. Demek ki motosiklet ya da otomobili yoktu. Geçidi çevreleyen, bir kilometre çapındaki daire içindeki erkek, beyaz tenli, kızıl saçlı, yaşı 35’in altında, aracı bulunmayan 350 erkekten örnek aldılar. Hiçbirinin DNA’sı tuğladakini tutmadı.

MİLYONLARCA PROFİL AİLE TARAMASINDA

Yeryüzünde sadece tek yumurta ikizlerinin DNA profillerinin aynı olduğu bilinir. Bilinen bir diğer gerçek, iki kişi birbirinin ne denli yakın kan akrabasıysa, DNA’larının da o ölçüde birbirine benzediğidir. Janet’ın ekibi, o güne değin hiç kullanılmayan, daha sonraları sistematik biçimde kullanmaya başlayacakları (ve dünyanın diğer ülkelerinin polisleri ile insan hakları savunucuları tarafından şiddetle eleştirilen) bir yöntem denediler. Kime ait olduğunu bilemedikleri DNA profilini, ulusal veritabanında bulunan milyonlarca profille karşılaştırarak, benzerlerini bulmaya çalıştılar. "Aile taraması" adını verdikleri bu karşılaştırma sonunda 25 kişilik bir listeye ulaştılar. En üstündeki kişinin DNA profilinin 20 özelliğinden 16’sı, tuğladaki DNA’yı tutuyordu. Bu kişi, şoför Michael Little’ın göğsüne taşı düşürenin bir akrabası olmalıydı. Nitekim, öyleydi de.

30 Ekim 2003’te, Craig Harman, Renault Clio’yu çalmaya teşebbüsten, bir tuğlayı çalmaktan ve şoför Michael Little’ı öldürmekten tutuklandı. DNA profili, tuğladaki ve kırık oto camındaki profilin aynısıydı. 30 Nisan 2004’te mahkeme önünde, tuğlayı atmadığını, çok sarhoş olduğundan elinden düşürdüğünü iddia etti ve sadece 6 yıla mahkum oldu. Suçluya ulaşmada saç rengi, ırk ve "aile taramasının" kullanıldığı ilk dava budur.

SUÇLUNUN AKRABASI DA SUÇLU MUDUR?

"Aile taraması", bir başka deyişle, olay yerindeki DNA profilini kısmen tutanların veritabanlarında aranması, İngiltere’den sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nde de uygulanmaya başlandı. Henüz FBI’ın başvurmadığı öne sürülse de, Massachusetts ve New York eyaletleri, 29 Haziran 2004’ten geçerli olmak üzere, bu işlem için ayrı bir yasa bile çıkarttılar. Anılan işlemin insan hakları ile ilgili sözleşmelere ve hukuka aykırı olduğu iddia edilmekle birlikte, giderek yaygınlaşacağı kesin.

2006 Mayısı’nda Harvard Tıp Fakültesi’nden Frederick R. Bieber’in, her 100 mahkumdan 46’sının en az bir akrabasının cezaevi geçmişi olduğunu hesaplaması, "Bir kere suç işleyen, tekrar suç işler" prensibine dayanan DNA bankalarının işlevini, "Suç işleyenin akrabası da suç işler" biçiminde genişletiyor ve aile taramalarının suçla mücadelede önemli bir yeri olacağını gösteriyor. Geçtiğimiz çarşamba, Almanya’nın Saksonya Eyaleti’ndeki Coswig ve Dresden kentlerinde, 9 ve 11 yaşlarındaki iki kız çocuğuna tecavüz eden kişinin yakalanabilmesi için, her iki kentte yaşayan 25-45 yaş arası 100 bin kadar erkekten tükürük örneği alınarak DNA analizi yapılacağını öğrendim. Bunun yerine, önce Alman DNA bankasında aile taraması yapılsa, sayının çok aşağılara çekilmesi ve 3-4 milyon Euro’yu bulacak masraftan kurtulmak mümkün.

Ancak işin hukuki ve etik boyutu bir yana, teknik sorunlar nedeniyle masum olanların suçlanabileceğini de göz ardı etmemek gerekir. Örneğin, Houston Kriminal Laboratuvarı’nın DNA bölümü, yapılan hatalar yüzünden kapatılmıştı. 3 yıl aradan sonra, 2006 Haziranı’nda yeni bir müdür, ikiye katlanan personel sayısı ile yeniden faaliyete geçmesine izin verildi. Bir ülke, hata yapan bir polis laboratuvarını kapatacak cesareti gösteremiyorsa, değil DNA bankaları oluşturmak, DNA analizlerini bile yaptırmak doğru olmayabilir.

Amelogenin incelenmesi erkeği kadın zannettirebilir

Bir kan lekesinin DNA profilini, evvelce suç işlemiş olan kişilerin ya da eldeki şüphelilerin DNA profilleri ile karşılaştırmak, artık hemen her kriminal laboratuvarın rutin olarak gerçekleştirdiği işler haline geldi. Profil veritabanında yoksa, şüphelilere de uymuyorsa, faili meçhul olay yerlerinde elde edilen biyolojik delillerin DNA profilleri ile karşılaştırılır. Böylelikle, en azından farklı zaman ve mekanda gerçekleşen suçların, aslında aynı kişi tarafından işlendiği ortaya çıkar.

Bundan 3-5 yıl öncesine kadar, elde bir şüpheli ya da veritabanında uyumlu bir profil bulunmazsa, kanın sahibinin cinsiyetini belirlemekten öteye yapacak pek fazla şey yoktu. Gerek X gerekse Y kromozomları üzerinde bulunan amelogenin adlı bir bölgenin, X kromozomundaki boyu, Y’ye oranla az daha kısadır. Bu bölgenin incelenmesinde iki kısa parça görülürse, lekenin sahibi kadın, buna karşılık bir uzun ve bir kısa parça görülürse, erkektir. Ancak, bunun da istisnası var. Örneğin, 2001 Şubatı’nda Innsbruck Üniversitesi’nden Steinlechner ve arkadaşları, 29 bin 432 erkeğin amelogenin bölgesini incelediklerini, bunların 6’sında iki kısa amelogenin saptadıklarını bildirmişlerdi. Yani, erkek oldukları halde, kadın sanılıyor.

Ertesi yıl, Haydarabad Üniversitesi’nden Lalji Singh ve ekibi, 270 erkekten beşinde aynı sorunla karşılaştıklarını yayınladılar. Hatırlanacak olursa, Üzeyir Garih cinayeti sonrasında mezar taşlarının birinin üzerindeki kan lekelerinin, kadın kanı olduğu bildirilmişti. Bu sonuca amelogenin incelenmesi sonucunda varılmıştır. Kan lekesinin DNA profili, soruşturmaya adı karışan kadınların hiçbirini tutmamıştı. Belki de görülen bir istisnaydı, yani leke aslında bir erkeğe aitti.

Kanımca, amelogenin incelemesinin terk edilmesi ve onun yerine örneğin Y-kromozom üzerindeki cinsiyet belirleyen genin araştırılması gerekir.

Peşinde olduğumuz robot resim

Bugün ufak bir kan lekesinden elde edilebilen bulgular, kuşkusuz çok önemli buluşların eseri. Ancak benim gibi, laboratuvarcılık deneyimini adaletin hizmetine sunanları, bugün sıraladığım incelemeleri gerçekleştirebilmek tatmin etmiyor. Peşinde olduğumuz; bir kan lekesi, bir saç teli, ter ve tükürükten, saldırganın robot resmini çizebilmek. Genetik analizlerle saç rengi, göz rengi, ırk, hastalıklar bulunabildiğine göre, bu günler belki yarın, belki yarından da yakın. Ancak DNA üzerinde bu tür kodlayan bölgelerin incelenmesi pek çok ülkenin, bu arada Türkiye’nin yasalarında, "yasak moleküler genetik analizler" kapsamında. Yasaları by-pass etmenin bir yolu, istihbarat amacıyla bu incelemeleri yapmak, ancak delil olarak kullanmamak. (Tıpkı bir zamanlar Avusturya polisinin izlediği şüphelinin DNA profili için berber berber dolaşıp, yere düşen saçları toplaması gibi!) Ancak, suç oranındaki artış bugünkü hızıyla sürerse, yasaların da değiştirileceği muhakkak.

KANIN Ne zaman aktığı bulunabilir

Suçun ne zaman işlendiğini belirlemek her zaman kolay olmaz. Halbuki ölüm zamanı denilen, kişinin ne zaman öldüğü ya da öldürüldüğü meselesi, yanıtlanması gereken önemli sorulardandır. Hatta ölüm meydana gelmemiş olsa bile, yaralamanın meydana geliş zamanı, olayın aydınlatılması için gereken bir bilgidir.

Olay yerinde bulunan faile ait bir saç teli ya da mağdur üzerinde kalan bir kan, sperm hatta tükürük lekesinden saldırganın DNA’sını elde etmek mümkün olsa da, saç telinin ne zaman koptuğu, ya da lekelerin ne zaman oluştuğunu bulmak için başka deneyler gerekir. West Virginia Üniversitesi’nden Clifton Bishop’un araştırmaları, bu soruyu da cevaplamış durumda. 2004 sonlarına doğru Bishop ve ekibi, canlılık sonlandığında, yani bir saç teli koptuğunda ya da bir damla kan aktığında, burada bulunan haberci RNA (mRNA) adlı molekülün, ribozomal RNA’dan (rRNA) daha hızlı yıkıldığını ve bunun 180 güne kadar doğrusal biçimde gerçekleştiğini kanıtladılar. Geçen yıl Japonya Tokoshima Üniversitesi’nden Shinji Abe ve ekibi, bu süreyi 432 güne kadar uzatmakla birlikte, sıcaklık ve nem gibi çevre koşullarına dikkat edilmesi gerektiğini bildirdiler. Yöntem, henüz bir davada delil olarak kullanılmış değil.

30 dakikada DNA analizi yapılabilir

Her lekenin kan olduğunu, kanın ise insana ait olduğunu sanmak safdillik olur. Bizden bir örnek verecek olursak, Ankara Üniversitesi’nden Ayşim Tuğ ve arkadaşları, Mardin Kasımiye Medresesi duvarındaki kanın, Sultan Kasım’a ait olmayıp, bitkisel bir boya olduğunu kanıtlamışlar, yıllardır süren bir yanlış inanışa son vermişlerdi.

Elimizdeki teknoloji, bırakın çıplak gözle görülemeyen bir lekenin kan, sperm, tükürük ya da idrar olduğunu, kan ise kuzu, kurt, kedi, kaz ayırımını bile gösterecek düzeyde (örneğin, gerçek zamanlı PCR ve sitokrom b incelemesi).

Bu çerçevede, menstrüasyon (adet) kanı ile taze kan lekesi ayırımının kolayca yapılabildiğini belirtmeye gerek yok sanırım.

Bundan sonraki aşama malum. Lekenin DNA profilinin çıkartılması. Artık elimizde avuç içine sığan ve daha olay yerinde 30 dakika gibi bir sürede analiz yapılmasını sağlayan mikrokapiler elektroforez teknolojisine dayalı gereçler bulunuyor. Ne gariptir ki, CSI:Miami gibi fütüristik diziler bile henüz bunlara değinmiyor.

YAŞ ANLAŞILABİLİR

Bütün bunlar bir yana, üzerinden aylar geçmiş bir kan lekesinin yenidoğana mı, bir gence mi yoksa yaşı ilerlemiş birine mi ait olduğunun bulunması kimi zaman çok daha önemlidir. Tüm yaşlar için olmasa da, bu sorunun da yanıtları var. Örneğin, 11 numaralı kromozomun kısa kolu üzerindeki beta hemoglobini kodlayan 15.5 bölgesi incelendiğinde, lekenin kaç aylık bir cenine ait olduğu, yoksa yeni doğandan mı kaynaklandığı anlaşılır.
Yazarın Tüm Yazıları