Kamu görevlileri işlerini düzgün yapsalardı

İSTANBUL’da metrobüs güzergáhının Zincirlikuyu’ya kadar uzatılması hiç kuşku yok ki kent içi ulaşımın rahatlatılıp hızlandırılması için olumlu bir adımdı.

Ancak bu yapılırken, uyarıların dikkate alınmamasının nasıl sonuçlar doğurabileceğini önceki geceki bir kaza ortaya koyuyor.

Özel yol Zincirlikuyu’ya kadar uzatılırken, bir otoyol için olmaz ise olmaz şart ihmal edildi ve emniyet şeritleri yolun büyük bölümünde kaldırıldı.

Önceki gün sabaha karşı bu otoyol üzerinde arızalanan bir kamyon, bu yüzden mecburen sağ şeritte park etmek zorunda kaldı ve bir yandan kamyon şoförünün ihmali, diğer yandan motosiklet sürücüsünün dikkatsizliği ölümlü bir kazaya neden oldu.

İlk bakışta suçlular belli gibi görünüyor. Bilirkişi sekizde bu kadar kamyon sürücüsünde, sekizde şu kadar motosiklet sürücüsünde hata bulacak ve olay kapanacak.

Kamu görevlilerinin bu işteki sorumlulukları bir kez daha göz ardı edilecek.

Oysa çok açık ki kamu görevlileri işlerini doğru yapsalardı, bu kaza belki de hiç olmayacaktı.

Kamyonun daha bir saat önce aşırı yüklü olduğu tespit edilmiş, ruhsatına el konulmuştu. Ama o ağır yükle yola devamına izin verildi. Kamyon alıkonulmadı.

O zaman bu denetimler neden yapılıyor? Aşırı yüklü bir kamyonun yolda giderken arızalanması sadece bir "talihsizlik" olarak açıklanabilir mi?

Otoyoldaki emniyet şeridini yok ettiğini bilen bir otorite, bu yoldaki olası tehlikeli durumları önlemek için arızalara anında müdahale edecek çekici araçları da hazır bulundurmalıydı.

Bu yapılsaydı, kamyon oradan hemen çekilir ve kazaya meydan verilmezdi.

Trafik kazaları, sadece "alın yazısı" ile açıklanamıyor. Sürücülerin ihmal ve dikkatsizlikleri kadar, kamu görevlilerinin de ağır ihmalleri bu kazalara yol açıyor.

Diliyorum ki bu kazadan gerekli dersler çıkarılsın. Medeniyet, felaketlerden ders çıkarmak ve bir daha aynısının tekrarlanmasını önlemek ile de ilgilidir.

Eşkál yakalandı, fail yok!

ERGENEKON davası en sonunda başladı. Artık söz yargıçların!

İşlerinin kolay olmadığını söyleyebiliriz.

Bir yandan davayı bir gösteriye dönüştürme eğiliminde olanlar, diğer yandan mahkeme salonu olmaya elverişli olmayan bir yerde yargılamanın yapılacak olması, diğer yandan savcılık tarafından gereksiz yere şişirilen bir iddianame ile boğuşacaklar.

Yakın tarihimizin karanlıkta kalmış olaylarını aydınlatması umulan davanın, hızlı ve adil bir yargılamaya sahne olmasını diliyorum.

Sanıkların savunma haklarını kısıtlamayan ancak davayı yıllara yayıp iğdiş edecek oyalamalara da meydan vermeyen bir yargılama gerekiyor.

İddianame ile ilgili düşüncelerimi daha önceki yazılarımda tekrarlamıştım, bu nedenle tekrar yazmama gerek yok.

Ancak anlamakta hálá güçlük çektiğim bir şeyi tekrar gündeme getirmek istiyorum.

Sorum şu: "1 Numara" nerede? Tanık ifadelerinden "1 numaranın" sarışın olduğunu, evini bilmem hangi mahalleden bilmem nereye taşıdığını, çocuklarının cinsiyetlerini ve gittikleri okulları öğrendik.

Öğrenemediğimiz tek şey, bu kişinin kim olduğu.

Yani "eşkál yakalanmış ama fail yok" durumu!

Savcılık eğer bir sürpriz yapmak için bu ismi saklamıyorsa, yapılacak yargılamanın eksik kalacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Eski siyasetçiler de sorumlu

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, Alman Der Spiegel Dergisi’ne verdiği röportajda "türban tartışmasının siyasetçiler nedeniyle bir kargaşaya dönüştüğünü" söyledi.

Doğru bir tespit!

Ve herhalde Çankaya Köşkü’ndeki bol boş vaktinde bu konuda düşünme olanağı bulduğu için eski siyasetçi olarak kendi sorumluluğunun da farkındadır.

Türbanı, siyasi bir bayrak haline getirip gösterilerde kullanmak, ilk önce "milli görüşçülerin" aklına gelmişti çünkü.

Gerçi şimdi o gömleği çıkardıklarını söylüyorlar, ancak türban meselesinin bu kadar derinleşmesinin ve toplumda bir kutuplaşmanın aracı haline getirilmesinin sorumluluğunu gömleği çıkaranlar da taşıyorlar!

Sorunu içinden çıkılamaz hale getirdikten sonra bir köşeye çekilip siyasetçileri suçlamak insanın içine rahatlık verebilir belki ama sorumlulukları ortadan kaldırmaz.
Yazarın Tüm Yazıları