Káğıdı boş vermek aklıma gelmiyor daha o kadar hin değilim

Ben bu okula gitmek istemiyorum! Ancak, buraya hiç girmemek için test kağıdını boş vermek gibi bir şeyi aklımdan geçirmiyorum. Henüz zeka yaşım bu ‘‘hinliği’’ (!) düşünecek seviyeye ulaşmadığı gibi, diğerlerinde çuvallarsam kapağı atacak yerim olmuş olur mantığıyla, test káğıtlarını harıl harıl işaretliyorum.

DÖRDÜNCÜ sınıfı bitirdiğim yaz tatilinden beri hayalim hayal ve kararım karar, ilkokul diplomasını alır almaz İngiliz Hayskul'una gideceğim.

Vali Konağı Caddesi'nden aşağı indim miydi, Orhan Dayı'nın böbrek ameliyatı olduğu Amiral Bristol Hastanesi'nin tam orada...

Teneffüste de pır, sandviç yiyerek şıkıdım Nişantaşı mağazalarına bakınacağım.

Fakat daha da önemlisi, orada yatılı yok ya, Selamiçeşme'den tramvay, Kadıköy'den vapur, Karaköy'den dolmuş, her gün tek başıma karşıya geçmeye başlayacağım.

Akranlarım artık ‘‘hanım evladı’’ veya ‘‘muhallebici çocuğu’’ diye alay edemeyecek.

Sonra da, lise çağı geldi miydi, ver elini Robert Kolej'e...

Küçük Bebek'te oturuyor diye anneanneme hiç uğramam. Ama, Haluk Abi gibi, onuncu sınıf imtihanındaki başarıyı kutlamak için Nazmi'nin bitişikteki meyhanesinde rakı içmeye kalkışır ve Ferda'yla Fatma Abla'ya paçayı ele verirsem, babam canıma okur.

Neyse, oraya daha çok var ve imtihan, imtihan, asıl şimdi gireceklerim.

Sen Jozef bir, İstanbul Erkek Lisesi iki, Alman Lisesi üç, Avusturya Lisesi dört ve nihayet Hayskul beş, bunlardan hangilerine giriş hakkı kazanabileceğim?

Ve işin kötüsü, diğerleri için tek bir sınav gerekirken, benim yanıp tutuştuğum İngiliz mektebinde çift eliminasyon yapılıyor. İlkini geçemeyenin ikinciye girebilmek hakkı da yok!

Alman Lisesi'ndeki Tülin Abla'nın öğrettiği test soruları da pek bir canımı sıkıyor.

* * *

İŞTE ders yılı nihayete erdi ve ilkokul diplomasını iftiharla aldım, birinci sınav için annemle beraber Bahariye yokuşunu çıkıyoruz.

‘‘Sen Jozef Fransız Erkek Lisesi - Kuruluş Tarihi 1857’’!

İki tarafı kestane ağaçlı yol, kırmızı balıklı havuz, Aziz Yusuf heykeli, üst katlardaki panjurları kapalı binalar, binalar, binalar; büyük avlular, küçük avlular, ortanca avlular; bunların en devasasında toplanmış veliler ve çocuklar...

Sonra, bazen bariz bir ekalliyet lehçesiyle, bazen de şık bir Dilberler önü ağzıyla ‘‘Cevaplayamadığın soruları bırak, hemen diğerlerine geç... Biliyorsun, zaman kısıtlı... Vakit kalırsa tekrar bakarsın’’ diye oğullarını uyaran; ardından da, hemen arkadaş oldukları diğer kadınlarla ‘‘Ben asıl Sen Benua'yı istiyorum ama belli mi olur? Kazanamazsa korkusuyla işte buraya da yazdırdım. Pek zormuş diyorlar’’ yarenliğine başlayan anneler....

İşte, keçi sakallı ve sempatik görünüşlü ihtiyar adam küçük kampanayı çaldı; tek sıra halinde upuzun ve kasvetli koridorlardan geçerken, kapılarının üzerine hiç bilmediğim bir Fransızcayla sıfatları yazılmış sınıfları, etüt odalarını, idari bölümleri görüyoruz.

Sonradan tiyatro salonu olduğunu öğreneceğim koca bir mekana girdik.

O güne kadar hiç görmediğim ve önlerinde mürekkep hokkası yuvası olan, açılır - kapanır sıralara geniş aralıklarla oturtulduk.

Kötü Türkçe konuşan bir ‘‘birader’’ sınav testlerini dağıtmadan ve saatine bakarak ne kadar zamanımız bulunduğunu söylemeden önce, kesin bir dille, o sıra kapaklarıyla oynayarak gürültü yapmanın yasak olduğu uyarısını getirdi.

* * *

NEREDEN bilebilirdim ki?

Evet, sonraki yıllarda aynı kapakları kasten hızla kapatarak haylazlıklar yapacağımı ve aynı sınıflardan aynı ‘‘birader’’ler tarafından atılacağımı nereden bilebilirdim ki?

Çünkü, ben bu okula gitmek istemiyorum! Daha şu an içime korku veriyor. Sinmiyor.

Ancak, tabii ki sınavı kazanmamak, dolayısıyla da buraya hiç girmemek için test kağıdını boş vermek gibi bir şeyi aklımdan geçirmiyorum.

Henüz zeka yaşım bu ‘‘hinliği’’ (!) düşünecek seviyeye ulaşmadığı gibi, diğerlerinde çuvallar da bunu kazanırsam en azından kapağı atacak yerim olmuş olur mantığıyla, şimdi önüme konmuş olan test kağıtlarını işte harıl harıl işaretliyorum.

Doğrusu, hiç mi hiç zor gelmiyor.

Fakat acaba, böylesine kolaymış gibi gözükmesinde bir bit yeniği mi var?

Demin o annenin benim anneme söylediğine ek olarak, Sen Jozef Lisesi'nin diğer bütün yabancı kolejlerin en ‘‘haşin’’i (!) olduğunu zaten bu okula gitmiş familyam mensuplarından biliyorum.

Neyse, ardından tekrar kampana çaldı, kağıtları teslim ettik ve ertesi günü gireceğim başka bir kolej sınavını hiç düşünmeden eve dönüp, öğlen istirahatinde Kon Tiki'yi okudum.

* * *

BUNDAN tam kırk yıl önce kullandığımız deyimle o ‘‘imtihanlar’’ birbirini izledi ve hiç de öyle ‘‘üstün zeka’’ bir çocuk olmamama rağmen bilemiyorum neden, girdiğim beş kolej sınavının beşini de bayağı bayağı üst sıralarda kazandım.

Ve en önemlisi, çift eliminasyon gerçekleştiren ve benim hayalimi oluşturan İngiliz Hayskul'unda her iki handikapı da çok üst düzeyde aşarak, galiba bir burs da dahil, kayıt hakkı elde ettim.

Amma!..

Aması şu ki, muhterem peder beyim ‘‘Sen zaten dejenere olmaya temayüllü bir çocuksun. Öyle İngiliz - Amerikan mekteplerine gidip daha da ipini kopartmana izin vermem. Paşa paşa ‘birader'lere yazılıp disiplinli bir insan olarak yetişeceksin’’ diye buyurunca akan sular durur ve hüngür hüngür ağlama, yalvar yakar istirham para etmez, eylül geldiğinde kafamda armalı kasket, boynumda çizgili kravat, sırtımda lacivert ceket, ayaklarım geri gide gide kestaneli okulun kapısından içeri girdim.

Sınavlarınız başarılı ve seçeceğiniz okullar, fakülteler gönlünüzce olsun!
Yazarın Tüm Yazıları