Jilet olmasını Playboy bile alay konusu yaptı

Geçenlerde bizim ulaştırma görevlisi Niyazi Bey ile sohbet ederken, çok önemli bir hatırlatma yaptı.

Kendisi yıllarca Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nda çalıştıktan sonra emekli olmuş ve evini geçindirmek için Hürriyet çatısı altında iş yaşamına devam etmek zorunda kalmış iyi bir insan. Konumuz o meşhur Yavuz Zırhlısı’ydı. Yani Dünya tarihinin en uzun ömürlü kruvazörü. Onun yüzünden Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na girmiş ve yıllar sonra Atatürk’ün naaşını İzmit’e taşımıştı. Bu denli önemli bir gemiydi ama, bugün esamesi okunmuyordu. Zaten Niyazi Bey’in de serzenişi, bu yok oluş öyküsü üzerineydi. MKE’de çalışırken bu zırhlıyla tanışmış ve birazdan anlatacağım öyküsüne bizzat tanık olmuştu.

Goeben Yavuz oluyor

Yavuz Zırhlısı, ’Goeben’ adıyla 1911’de Alman Donanması için Hamburg tersanelerinde yapılmıştı. Boyu 186 metre, eni 29.5 metre olan gemi, 23 bin 580 ton ağırlığındaydı. Dönemin en büyük savaş gemilerinden biriydi ve Alman Donanması’nın gözbebeğiydi.

Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı başladığında, İngiliz Kraliyet Donanması Komutanı Winston Churchill, bu geminin ne pahasına olursa olsun ele geçirilmesini istemiş; Goeben ise yanında Breslau Kruvazörü olduğu halde bütün Kraliyet Donanması’nı kömürünün bittiği İstanbul açıklarına kadar peşine takmıştı. Burada 5 milyon Osmanlı altını karşılığı satın alınan gemi, Osmanlı Donanması’na katılmıştı. Donanma Komutanlığı’na da Goeben’in komutanı Alman Amiral Souchon getirilmişti.

Goeben Yavuz, Breslau da Midilli adlarını almışlar, Rusya’nın Sivastapol ve Odessa kentlerini ve bazı gemilerini bombalayıp, Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girmelerine sebep olmuşlardı.

Cumhuriyet’in Mecliste’ki ilk yolsuzluğu

Yavuz,
savaştan sonra da Osmanlı ve Türk Donanması’nın amiral gemisi olarak görev yapmıştı. Pek çok defa yaralandığı için 1925-1930 arasında büyük çapta onarım görmüştü. Zırhlı, bu süreçte Türkiye’nin yolsuzluk tarihinde bir odak noktası olmuştu.

Cumhuriyet’in üçüncü hükümeti, Yavuz’un onarımı için dönemin Bahriye Vekili İhsan Bey’i göreve getirmişti. Yavuz, o kadar heybetliydi ki, onarım için hazırlanan havuz, ağırlığını taşıyamayarak çökmüştü. Sonradan İhsan Bey’in Yavuz’un onarımı için anlaştığı Fransız şirketine bazı ayrıcalıklar tanıyarak kendine çıkar sağladığı ortaya çıkınca, bahriye vekili dokunulmazlığı kaldırılarak Yüce Divan’a sevk edilmişti. İhsan Bey’in yargılanıp hüküm giymesi, Yüce Divan’ın Cumhuriyet tarihinde verdiği ilk mahkûmiyet kararı oldu. Atatürk, İhsan Bey utansın diye, çıkarılan soyadı kanunu sonrasında, kendisine Eryavuz ismini verecekti.

Jilet yapılmak üzere parçalandı

Onarımı nihayet biten Yavuz, 1930’da donanma komutanının gemisi olarak tekrar sefere çıkmıştı. 1950’de kadro dışı kalana değin bu amaçla kullanıldı. 1950’den sonra Gölcük yakınındaki Kavaklı’ya çekildi. 18 Aralık 1969’da, Süleyman Demirel Başbakanlığı’ndaki Adalet Partisi hükümeti döneminde Makine ve Kimya Endüstrisi’ne (MKE) satıldı.

Yavuz, 7 Haziran 1973’te de donanmaya veda ederek MKE’ye teslim edildi. 1975 yılında Playboy dergisinde yayımlanan ve Türkiye’nin tiye alındığı bir yazıya göre, bu muhteşem zırhlı, ünlü finans gazetesi The Wall Street Journal’a verilen bir ilanla satışa çıkarıldı. Silahlarından ve teknik parçalarından önemli bir kısmı çıkarıldıktan sonra hurdaya ayrılan gemiyi, İtalyan’lar jilet yapmak üzere aldılar.

Türkiye adına kayıp tarihimiz adına ayıp

Aslına bakarsanız, Yavuz Zırhlısı’nın satılması Türk Tarihi adına bir ayıp. Neden mi? Öncelikle Yavuz Zırhlısı 1914 yılında, yanında Midilli Zırhlısı olduğu halde İngiliz gemilerinden kaçarak Osmanlı’ya sığınıyor. Biraz önce de bahsettiğim gibi Yavuz, Almanların Goeben Zırhlısı. Midilli ise Breslau Kruvazörü. Biz bunları dünyaya karşı tarafsızlığımız bozulmasın diye satın aldığımızı iddia ediyoruz. Ondan sonra da Alman Amirali Souchon komutasında Osmanlı’dan habersiz Karadeniz’e açılıyorlar. Bazı Rus gemilerini ve Odessa ile Sivastapol’ü bombalıyorlar. Ve bizim Birinci Dünya Harbi’ne girmemize sebep oluyorlar. Dolayısıyla Türk tarihini değiştiren bir gemi. Savaşta yeniliyoruz. Çok miktarda toprak elden çıkıyor. Midilli batırılıyor. Yavuz bize kalıyor.

Yavuz Türkiye’nin en büyük savaş gemisi. Ve Cumhuriyet döneminde bizim onurumuz. Ayrıca Atatürk’ün naşını 10 Kasım’da ölümünden sonra Dolmabahçe’den alıyor ve trenle Ankara’ya gönderilmek üzere İzmit’e çıkarıyor.

Birkaç yıl önce Atina’ya gitmiştim. Orada sahilde Averoff Zırhlısı’nı gördüm. Bizim Yavuz Türkiye için neyse, Averoff da onlar için o kadar önemli. Onların da geçmişte en büyük gemisidir. Birinci Dünya Savaşı’nda görev yapmış, bizim Hamidiye Zırhlısı ile de kapışmış bir zırhlıdır. Onu müze yapmışlar sahile bağlayıp. Okul öğrencileri, halk gelip geziyor

Şimdi Yunanlıların işe nasıl baktığına bakalım. Kendi manevi değerlerini nasıl koruyorlar? Sahile yanaştırmışlar ve müze yapmışlar. Bir de bizim yaptığımız işe bakalım. Jilet yapmışız! Ülkemiz Yavuz’un hurdaya satılmasından ve jilet yapılmasından gelecek paraya muhtaç değildi herhalde.

Bugün Yavuz elde olsaydı böyle bir girişime karşı büyük tepki yaratılır mıydı, ya da kıyamet kopar mıydı? Hiç sanmıyorum. Zira limanların özelleştirmeyle yabancılara verildiği, elde kalan tek tük yolcu gemilerinin satıldığı bir dönemde aksini düşünmek zor.

Diğerlerine ne oldu?

Belki de Türkiye deniz tarihinde Yavuz’dan da daha iyi tanınan tek gemi Atatürk’ü 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkaran Bandırma’dır. Peki Bandırma gemisi ne oldu?

Bandırma, 1924’te hurdaya çıkarıldı. 1925’te jilet oldu. Ancak şimdi geminin aynısı, Samsun Belediyesi ve Valiliği tarafından ortaklaşa hazırlanarak Samsun şehri koyunda, etrafına bir park yapılmak ve bir de heykel dikilmek suretiyle, 19 Mayıs 2003 tarihinde halka açıldı.

Türkiye’nin diğer iki ünlü gemisi, yani Atatürk’ün yatı ünlü Savarona ile son gece döşediği mayınlarla Çanakkale Deniz Savaşları’nda müttefiklere geçit vermeyen Nusret Mayın gemisiydi. Kahraman Sadıkoğlu tarafından 49 yıllığına kiralanan Savanora, bedeli karşılığı özel gezintiler için kullanılıyor. Nusret Mayın Gemisi ise Çanakkale Boğazı, Çimenlik Kalesi’nde, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait müzenin içinde karaya çekilmiş olarak sergileniyor. Nusret’i belli saatlerde gezmek veya Çanakkale Boğazı’ndan geçerken keyifle seyretmek mümkün.

Televizyonu olmayan eğlence merkezine para yok

Avrupa
Futbol Şampiyonası başladığından beri Başkent’in eğlence hayatı etkilenmedi desem yalan olur. Hanımlarının tüm muhalefetine rağmen evlerinde televizyonun karşısına geçip maçları izleyenlerin sayısı hiç de az değil. Sonuçta eğlence yerleri çareyi mekánlarının en görünür yerine televizyon yerleştirmekte buldu. Şimdi büyük boy ekranlarda turnuvayı seyredip içkisini içen, yemeğini yiyenler oldukça fazla. Şu anda birçok bar, restoran ve kafede televizyonu daha iyi gören masalar revaçta. Gece kulübü ve diskotekler de bile gözü ekranda, kulağı müzikte, bedeni ise dans pistinde müşterilerin sayısı azımsanmayacak miktarda.

Yaparken yıkmak diye buna denir!

Hem
tatil, hem de iş için Antalya’ya 30 kilometre uzaklıktaki Belek Turizm Merkezi’ndeydim. Bilindiği üzere Belek, uluslararası standartlara uygun golf sahaları, beş yıldızlı otel ve tatil köyleriyle ülkemizin önde gelen turistik yörelerinden biri. Sadece golf sahaları, oteller ve ormanlık araziye müsaade edilen bu tatil cennetinde 47 tane beş yıldızlı otel ve 14 adet golf sahası var. Yakında otel sayısı 53’e çıkacak ki, benim yazımda değinmek istediğim konu da bu artışın yarattığı sıkıntılar.

Türk turizmine yeni tesis kazandırayım derken, sektörün gözünü oyan bazı yatırımcılar işin cılkını çıkarmış durumda. Sözü fazla uzatmadan, kaldığımız otelin hemen yanı başında süren inşaat çalışmalarının turizmimizi nasıl baltaladığına değinmek istiyorum. Bilindiği üzere turistik bölgelerde 15 Mayıs’ta başlayıp Ekim ayının ortalarına kadar süren inşaat yasağı var. Ama gel gör ki, bu yasağa uyan yok. Aköz Şirketler Topluluğu sahibi Faik Akdil’in Belek’te bu sezona yetiştirmek istediği otel inşaatı ise aynı hızda sürüyor.

Sabah saat 06:45’de başlayıp, gece yarısına kadar devam eden bu çalışma, bırakın turistleri, yerleşik düzende olanları bile canından bezdiriyor. Yaklaşık 30-40 metre ilerinizden gelen çekiç, balyoz, vinç sesleriyle yatağınızdan fırlıyorsunuz ve gece yastığa kafanızı koyduğunuzda uyuma imkánı bulamıyorsunuz. Bence bunun bir usulü olmalı; çevrede yaşayan ve tatilini geçirmeye gelen turistler sabahın köründe yataklarından fırlamamalı, gece de yatağına huzur içinde uzanmalı.

Sahilde türbin oluştu

Kaldığımız otelin yönetimi yetkili mercilere ne kadar şikáyette bulunduysa da, pek kulak asan olmadı. Yalnız bir gün inşaat çalışmasının durdurulduğunu gördük ki, o da saat 16.00’ya kadar sürdü. Zira Belediye yetkilileri inşaata gelip çalışmayı durdurdu; hatta mühür vurup 52 YTL para cezası kesip gitti. Sonra mı? Mühür kırıldı, dozer ve kepçeler olanca gürültüsüyle çalışmaya devam etti.

Gerçi inşaatın durması da başka bir olumsuzluğu beraberinde getirdi ki, aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık misali, turistler yine canından bezdi. Çalışmaya ara veren tüm işçiler gruplar halinde sahil kesimine bloklaşıp, plajda vakit geçirmeye başladı. Karşılarında türbin oluşturan hırpani giyimli, saçı sakalı birbirine karışmış adamları gören yabancı konukların huzuru kaçtı. Özellikle hanım turistlerin kimi daha iç kısımlara, kimi de havuz kenarına kaçarken, o canım sahil bizim inşaatçılara kaldı.

Anlayacağınız, inşaatın sürmesi de durdurulması da ayrı bir dert. Yalnız inşaatlarını sürdüren firmalara bir çift sözüm var. Daha inşaat aşamasında turiste ve Türk turizmine böyle olumsuzluk yaratanların, otelleri faaliyete geçtiği zaman verecekleri hizmetten ciddi kuşku duymak lazım.
Yazarın Tüm Yazıları