Ivana’ların bize anlatmaya çalıştığı şey ne

Ne kadar “bizımla değilsın” deyip dursa da maalesef epey zamandır bizimle Ivana Sert. Popüler kültürün bize bir armağanı kendisi.

Haberin Devamı

Yani kaçış yok, kurtuluş yok. Reklam filmi olarak karşına çıkıyor, televizyonda jüri olabiliyor ya da moda tasarımcısı, kafe sahibesi olarak pörtlüyor filan...
Gel gör ki son açıklaması şahaneydi.
Eski eşi Yurdal Sert’i soran gazetecilere şöyle dedi Ivana: “Biz görüşmek zorundayız.
Çünkü çocuğumuz var. Ama çapkınlık yapabilir. Eğer bayan isterse ben ayarlarım.”
Herkes bu nurtopu gibi demeçlemeye köpürdü, “Ne ayıp” dedi, “Mezhebi genişmiş” muhabbetine soyundu ama bana kalırsa Ivana hali hazırdaki erkek egemen düzenle gayet güzel kafasını buldu, ti’ye aldı. Ve o düzenin dilini kullanarak, yani “gerekirse ben ona ayarlarım usta!” diye bodoslama olaya dalarak esas egemenin her daim kendisi olduğunu ilan etti.
Geçenlerde eşi Türk olan bir Rus kadınla tanıştım.
“Hayatım” diyordu, “Öncelik benim hayatımdır, yani kendim! Kocam çok sonra gelir.”
Kısacası, o da Ivana’yla aynı paralel evrendeydi.
Evli bir Türk kadınının böyle yüksek özgüvenle konuştuğuna herhalde çok sık tanık olmamışızdır.
Üstelik kocasının yanında!
Ivana ve Ivana’ları tuhaf karşılamamız, “ayıp lan!” dememiz işte bu sebepten...

Haberin Devamı

Oraya gömülmenin dayanılmaz hafifliği

Gülben Ergen, İzzet Çapa’ya verdiği röportajda Mevlana ile Şems’in türbeleri arasında mezarlık satın almak istediğini, ama alamadığını doğrulamış.
Çünkü sonradan şunu öğrenmiş, “her yerden mezarlık satın alınabileceğini ama oradan ölmeden satın alınamayacağını...”
Alınan ders/nasihat/aydınlık gökyüzü gerçekten güzel, ama ben yine de Gülben Ergen’in illa ki oradan mezarlık alma, oraya gömülme şekilciliğini, ısrarını çözebilmiş, mana verebilmiş değilim. Gömüldüğümüz yer bu kadar önemli midir?
Gömüldüğün yerle birlikte mi “değerli” olursun?
Gibi gibi sürüyle kara toprak sorusu uçuşuyor tabii bünyeye.

Yetenekli Bay Adrian: Gıcık, gizemli, melankolik

Evet, şarkıları fazla depresif, melankolik, karanlık, acılı, koyu hüzünlü... Artık ne sıfatla nitelendirirseniz öyle bir şey işte.
Ama özgün, kendine has. Sev ya da sevme, en azından o durum flu değil, net.
Cem Adrian’dan bahsediyorum. Türkiye’nin en gizli fenomeninden.
Gizliliği fazla ön plana çıkmaması, az röportaj vermesinden kaynaklanıyor.
Sadece bir ara çok sık Okan Bayülgen stüdyolarındaydı, o kadar.
Öte yandan Anadolu’da, İstanbul’da deli gibi konser veriyor Adrian, durmuyor. Yani bir yandan da çok ortada. Pazar günü Radikal’den Elif Ekinci’ye röportaj vermiş Bay Adrian, gizem perdesini epey aralamış. Ne yalan söyleyeyim, baştan aşağı tüm yanıtlarında çok gıcık duruyor Adrian.
“Bir iletişim danışmanlığı şirketimiz var, fakat sadece röportajları reddetmesi için” diyor mesela. Sonra, “Yalnızlık klibini başka biri çekmişti, ben daha fena çekerdim.” Ya da, “Cem’i eleştirebilirim ama Cem Adrian’ı eleştiremem.”
Bu gıcıklık/soğukluk, bu inatçı kabuk, bu aşırı özgüven yanardağı pek bu topraklarda alışık olunan bir şey değil. Bu yüzden galiba: Önce sevmiyor ama sonra müdavimi oluyorsun bu kategorinin. Adrian da bunun naçizane örneklerinden. Ya gerçekten doğal hali böyle ya da özenle yarattığı bir karakter bu karşımızdaki. Hangisi, bilemiyorum.Tek bildiğim, son albümündeki (“Şeker Prens ve Tuz Kral”) şu iki şarkıyı çok sevdim:
- Basit ama etkili bir fikirle kliplenmiş de bulunan Tek Kişilik Aşk.
- Ve film müziği gibi duran, “Keşke daha farklı düzenlenseymiş” diye iç geçirmeden duramadığım Ben Seni Çok Sevdim.

Yazarın Tüm Yazıları