İlk lalenin adı Merhaba

İstanbul bir bahar şehridir. Her yıl renk ve koku şöleni şubat sonunda mimozalarla başlar. Erikler, kirazlarla sürer. Sonra sıra şehrin simgesi lalelere gelir. Nöbeti mayısa doğru erguvanlara devredene kadar bu güzellik Emirgan’dan Fenerbahçe’ye pek çok semtte hüküm sürer. Bu yıl şehrin tüm çiçekleri 15 gün erken açtı. Lale mevsimi de erken geldi...

Haberin Devamı

Ne olursa olsun bahar geldi, soğuk artık hükmünü kaybetti. Belki akşam serinliği biraz üşütür ama aldırmayın, bahar geldi diye sevinin. Bahar, en güzel anlatılan mevsimdir benim bildiğim. Çocuklar bile baharı anlattıkları kompozisyon ödevlerinden hep iyi not alırlar. Çünkü bu mevsim insanın içine sevinç doldurur, yaşama coşkusu verir. İşi yazmak olanlar baharı öyle bir tarif ederler ki insanın içi titrer adeta.

BAĞLAR CENNET OLDU

İşte Juan Ramon Jimenez bunlardan biridir. Çağdaş İspanyol şiirinin kurucularından Nobel ödüllü ozan, “Platero ile Ben” adlı yapıtında baharı şöyle anlatır: “Bahçeye çıkıp bu masmavi gün için Tanrı’ya şükrediyorum... Kırlangıç bir çalımla sesini kuyunun derinliklerine yolluyor, karatavuk düşen portakallara ıslık çalıyor, ateş parıltılı asmakuşu meşe ağacının üstünde ötüyor, baştankara kuşu okaliptüsün tepesinden incecik bir kahkaha koyuvermiş, büyük çam ağacında da serçelerin sürüp giden şamatası. Ne güzel bir sabah... Dört bir yanda binbir renkli kelebekler oynaşmakta; çiçeklerin arasında, evin içinde, çeşmede.
Çevredeki tarlalar yeni bir dirilikle çatlayıp, açıyorlar. Kocaman bir ışık peteğinin ortasında, tutuşmuş bir gölün göbeğindeyiz sanki...”

Haberin Devamı

Abdülhak Şinasi Hisar da baharın Boğaziçi’ne gelişini şöyle dile getirir: “Her sene yalıya dönünce baharın genç tenli, uzun boylu, mavimtrak günlerine kavuşurduk. Hayat sanki yeniden doğar, ağaçlar yeşillenir, beyaz ve pembe çiçekleri ve erguvanlar da lalden alevlerini açarken. Çiçek kokularıyla dolgunlaşan hava gönlümüzü bir saadetle kaplar. Her şey kolaylaşmaya, revanlaşmaya başlar... Boğaziçi’nin kendine mahsus tatlı bir sessizliği ve onunla iç içe geçen, bütün günler ve geceler boyunca devam eden ve değişen kendine mahsus sesleri vardır...”

İsterseniz bir de Gevheri’nin dörtlüğüne kulak verelim: “Çayır, çemen hep seçildi / Dolu peymane içildi / Lale sümbüller açıldı / Cennet oldu bağlar şimdi.” Bahar için yazılanları alt alta sıralasam, kalın bir kitap olur da yazılanlar yine de bitmez. Ama ben bu hafta size baharın kendisini değil de çiçeği laleyi anlatmak istiyorum.

Haberin Devamı

2 BİN ÇEŞİT LALE KAYIP

Lale soğanları daha şimdiden tüm güzelliklerini ortaya dökmeye başladı. Kırmızılar, sarılar, siyaha çalan morlar, karışık renkliler, parklarda kendilerine ayrılan alanları birer tabloya çevirecek. Aslında bunlar gerçek İstanbul lalesi değildir. Kanuni Sultan Süleyman’ın şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin İstanbul’a ilk getirdiği lalenin, çiçeği badem biçiminde, yaprakları ise hançer şeklinde, uçları tığ gibi ince ve sivriydi. Bu lale artık yok. Çok seneler önce kayıplara karıştı. Kaybolan yalnız İstanbul lalesi mi? 15 ve 18’inci yüzyıllar arasında İstanbul bahçelerini süsleyen tam iki bin çeşit laleden de hiç bir iz yok.

Mutlu, sevilen kişilerin mezarlarında ya gül ya da lale açacağına inanılır. Onun için Yahya Kemal, “Rindler’in Akşamı” adlı şiirini, “Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül” diye bitirir.

Haberin Devamı

Avusturyalı gezgin diplomat O.G. Busbecq anılarında, Batı dillerindeki lale anlamına gelen tulip kelimesinin, Türkler tarafından tulipan şeklinde telaffuz edildiğini, bunun da Türklerin başlarına sardıkları tülbent ile alakalı olduğunu yazarak, Avrupa’nın laleyi Osmanlının aracılığıyla tanıdığını belirtir.
Aslında başka kaynaklar, lalenin Avrupa’ya yayılmasında başrolü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Büyükelçisi Ogier Ghislain de Busbecq’in oynadığını öne sürer. Çünkü büyükelçi, 1554’te Avusturya’da yaşayan dostu Carolus Clusius’a lale soğanları göndermiş, Clusius da bu soğanları Hollanda’da toprağa ekmiştir.

BAHARLA SELAMLAŞMA

Bir zamanlar lale tutkunlarının, baharın ilk açan lalesine “Merhaba” adını verdiklerini biliyor muydunuz? Baharla selamlaşmak için mi bu adı koymuşlardı acaba? O dönemde laleye Farsça isim koymak modaydı. Ama bazıları bu modaya uymayıp, lalelerine kendi sevdikleri veya neye benzetiyorlarsa onun adını koymuşlardı: Cüce Moru, Nar Çiçeği, Papuçcu, Altın Sarısı, İbrahim Bey Alı, Gülcü Başı, Aşçı Moru, Kızıl, Bıyıklı, Keresteci, Pençe, Büyük Al, Küçük Al, Erik Dibi, Kalaycı Beyazı.

Haberin Devamı

Avrupalı bir lale soğanı için varını yoğunu yatırmıştı, Osmanlı ondan geri mi kalmıştı sanıyorsunuz. Kayıtlar bir soğana bir kaç altın, hatta bir kese altın ödeyen çılgınlardan da bahsediyor. Yolsuzluklar ve karaborsa öylesine almış yürümüştü ki, sadrazam Damat İbrahim Paşa işe el koymak zorunda kalmıştı. 1725 yılında lale soğanlarının fiyatlarını belirleyen bir fiyat listesi hazırlatmış ve soğanların bu fiyatların üstünde satılmasını yasaklamıştı. Bunu kontrol etmek için de Şeyh Mehmed Lalezari’yi “Serşukufeci”, yani çiçekçi başı olarak atamıştı. O günkü kayıtlarda en kıymetli, en pahalı lalelerin isimleri şöyle sıralanmıştı: Feyz-i Bahar, Kumaş-ı Leylaki, Sahip-kıran, Süha, Ferah-Feza, Behcet-i Dünya, Müstesna, İşve-Baz, Ferah Perver, Gülriz, Naz Perver.

Haberin Devamı

Kısa bir süre sonra arz-ı endam  edecek olan lale hakkındaki bilgi kırıntıları böyle. Daha fazla yazmak istemiyorum çünkü aynı anda doğayı süsleyecek olan erguvanların, katırtırnaklarının, gülibrişimlerin, sümbüllerin, şakayıkların, mor salkımların hatta güllerin kalbini kırmaktan, onları kıskandırmaktan korkarım.

Baharınız keyifli olsun.

(www.mehmetyasin.com)

Yazarın Tüm Yazıları