İhmal edilen okurlar

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Evet durumu anladınız.

Bugün sizin mektup ve e-mail'lerinizle huzurlarınızdayız.

Ben ve gözlüğüm hepinize teşekkür ediyor, olumlu ya da olumsuz tepkilerinizin ardı arkası kesilmesin diyoruz.

Amin!

HAMİŞ: Ama nedense bu aralar hakaretler az geliyor. Yoksa rayting'im mi düşüyor? Rica ederim, küfretmek için bile olsa beni ihmal etmeyin!

***

OMİ BLONDİNE

Benim de, bir Tante Rosa'm vardı!

Her ne kadar ‘‘rosa’’, Türkçe ‘‘pembe’’ anlamına geliyorsa da, Latince (Bakınız: Duden kitabı) ‘‘gül renkli’’ demek. Dolayısıyla ismi ‘‘Pembe’’ olduğu için nineniz adına üzülmenize gerek yok. Onu ‘‘Gül Nine’’ olarak kabul ediniz. Zaten Rosa, Rosamunde, Rosemaria, Rosalinde, Rosalia isimlerinin bir kısaltılmasıdır. Ve dünyanın her yerinde kullanılır. Fakat, biliyor musunuz benim de bir ninem vardı. İsmi ‘‘Blanche’’. Ailesi takriben 300 sene evvel Fransa'dan gelme. Almanya'nın Pfaltz bölgesine yerleşmiş. Onun için de ismi Almancalaşmış ve ‘‘Blondine’’ olmuş. Ben de küçükken bu ismi yadırgıyordum. Üstelik saçma buluyordum. Çünkü benim ninemin saçları ‘siyah’ idi. Peki ama neden ismi ‘‘Blondine’’ydi, pek çok kere kendime sordum. Ama insan büyüdükçe bunun gibi sorular bir bakıyorsunuz ortadan kalkıyor. Anneannenizle ilgili yazınızı okuyuncaya kadar da benim aklıma bir daha gelmemişti... Allah anneannenize uzun ömürler versin! (Erika Korkut/ Hamburg)

YANIT/ 1

‘‘Türkçe ana veya baba dilim değil, imla hatalarımı bağışlayın’’ diyorsunuz. Benim annem 32 senedir Türkiye'de yaşıyor, çatır çatır Türkçe konuşuyor ama mümkün değil şu bana yazdığınız mektubu yazamaz! Yani sizi tebrik ediyorum. Soyadınızdan anladığıma göre eşiniz Türk, ne hoş, dolayısıyla siz de Almanya'da yaşayan Hürriyet okurlarındansınız. Mektubunuz bana keyif verdi, rahmetli siyah saçlı anneannenizin isminin Blondie olması da çok güldürdü. Allahaşkına söylesinize, ne oluyor insanların yaşları büyüyünce, artık tuhaf şeylere kafayı takmaktan vaz mı geçiyorlar! Ama bence taa Hamburg'tan ninenizin size çocukken komik gelen ismi konusunda, hiç üşünmeden bana mektup yazdığınıza göre, siz de hala yeteri kadar büyümemişsiniz. Ne güzel! Türkiye'den saygılar, sevgiler...

PROFESYONEL DALKAVUK

Temsilcisi olduğunuzu yay burcunun oldukça sevimli, canayakın bir örneğiyisiniz. Bilge, seyyah, filozof, olduğu gibi olarak tarif edilen ‘‘Yay’’a tamamen uyuyorsunuz. Bildiğiniz gibi mitolojideki Centuare, (yani yarı insan, yarı at olar doğaüstü yaratık) geçmişten güç alırken geleceğe güleryüzle bakan insanları temsil eder. Çok şeyi üç boyutlu görüp kavrayabilen, hayatı ciddiye alıp fakat bir o kadar da çocuksu ve hayatı içten kucaklayan insanlardır yaylar. Ben de hep sizin Ayşe'nin Gözlüğü'yle bir misyon yerine getirdiğinizi düşündüm. En sıradan, en hafif konuları yazarken bile nahif ve dürüst üslubunuz ortaya çıkıyor. Net ve samimisiniz. Ve okurken bile insanları rahatlatıp, hafifletiyorsunuz. Çoğu kez insan sizinle yüzyüzeymiş hissine kapılıyor. Bu yazdıklarım benim gönlümden kopan şeylerdir. Profesyonel bir dalkavuk olduğumu düşünmenizi istemem... (Işık Bilgiç)

YANIT/ 2

Ne fark ederki, profesyonel dalkavuk ya da değil! Çok hoşuma gitti yazdıklarınız. Allahaşkına kimin gitmez? Sadece o sıraladığınız sıfatlar sanırım başka ‘‘Yay’’ların! Yani ben onların üzerine yatıp, şımaramayacağım. Gerçi isterdim ama elden ne gelir, o tarif ettiğiniz kadın ben değilim. Hele bugün inanılmaz sevimsizim, sonra çok aksiyim. Sadece şu ‘‘yarı at yarı insan’’ yerine ‘‘yarı eşşek yari insan’’ derseniz, inadımdan dolayı kabul edebilirim. Nahif ve dürüst yazma kısmına gelince, başka türlüsünü beceremediğimden. Becersem ah neler yapacağım! Çok öptüm sizi.

ZAAFLARIMIZ VE BİZ

Bin yılda bir aklımıza estiğinde, karıştırma zahmetini gösterdiğimiz, emektar sözlüklerimizde zaaf, ki ‘‘Z’’ harfinin ilk kelimesi: 1. düşkünlük, dayanamama 2. irade zayıflığı demekmiş. On dakika önce baktım, öğrendim. Ama bende şu üç anlama geliyor: 1. Çikolata 2. Makarna 3. Bir de canım aşkım B.B (İmza:D.K)

YANIT/ 3

Sizi, tebrik ederim. Ama hatırlatmayı da bir borç bilirim: Her öğünde çikolata ve makarna yemeyin, sonra sizi B.B sevmez! Gerçi hep ruh güzelliği önemlidir derler ama yine de, siz bana kulak verin... Fındıklı çikolataları yarıya indirin, makarnayı da haftada bir yiyin.

POSEİDON VE SUQUENA

Çarpıcı karakterin, nükteli yazıların ve özgüveninle uzak diyarlarda benim için çok değerli bir dost oldun. Üniversite yıllarım boyunca çok uzaklardan seni izlemeye çalışırken, neden yazılarına böylesine bağlandığımı düşünürdüm. Bunun en mantıklı açıklaması Deniz Tanrısı Poseidon'dan korkuyla kaçan su perisi Sequena'yı anımsatan cinsten. Sequena koruyucu tanrılara dua edip kendini esirgemelerini istemiş. Dileği olmuş: Su biçimine girip, yeşil ovada nehir olup akıvermiş. Tanrı da bize birbirimizi esirgeme gücü verdi... Dört yıl içinde başıma gelen en iyi şey sensin. Farkında olmayabilirsin ama benim gibi yazdıklarını hisseden bir okuyucu kazanmış olman da senin şansın. Ben seni sevdim, çünkü kalbimin dinledim. Yine de Tanrı'dan dileğim, günün birinde yollarımızı kesiştirmesi... (A.Y)

YANIT/ 4

Benim bildiğim kadarıyla Tanrı bu işlere bakmıyor! O çok meşgul. Ne insanların birbirlerini esirgemesine karışıyor, ne de çöp çatanlık yapıyor. Üstelik benim anlamadığım bir şey var arkadaşlar: Bir insan biriyle çok tanışmak isterse, öyle ya da böyle tanışır. Mesela ben Richard Gere'a ölüyorum. Ama uzaktan ölmem yetmez. Değil mi ama? Adamın haberi bile olmaz. Ama eğer ben Nepal Fahri Başkonsolosu Gürseli Malkoç ile tanışırsam, (ki tanışabilmek için Nepal Haftası'nın açılış kokteyline gitmeyi düşünüyorum bugün) ve günün birinde Dalay Dalama ile röportaj ayarlayabilirsem... Anlıyorsunuz değil mi, sevgili Richard'ımla iletişim kurma imkanı sağlayabilirim. Demek istiyorum ki: İstemek esastır! Yani A.Y adlı okuyucumun Poseidon'ları Sequena'ları işe karıştırmasına gerek yok, ben kovulmadığım sürece bu gazetedeyim. Üstelik bana ulaşmak, uyandırma servisi 135'e ulaşmaktan daha kolay. Onların telefonu sürekli meşgul...

SİZİ SEVMİYORUM

Sizi ne kadar okuduysam nafile, sevecek hiçbir şey bulamıyorum. Bunu sizi kızdırmak için ya da bozum olmanız için yazmıyorum. Sadece ve sadece sizi sevmeyen insanların var olduğunu bilmenizi istiyorum. Not: Neden, Gala ve orta sayfa güzelleriyle röportaj yapmayı denemiyorsunuz? Zira sorularınız ancak onlara yakışacak nitelikte! (Deniz Cikla)

YANIT/ 5

Oh be! Rahatladım. Birden iyi geldi sizin beni sevmemeniz. Çünkü insan aynı gün içinde sürekli olumlu mektup ya da e-mail görünce ‘‘Ulan ben nerede hata yapıyorum!’’ demeye başlıyor. Yani sağolun, varolun. Bu arada yaptığım röportajlarda sorduğum sorulardan hoşlanmadığınız halde bana zahmet edip bir e-mail atmanız beni onurlandırmıştır. Ben sevmediklerimi yok sayarım da... Öptüm canım.

BEN Mİ YAŞLANIYORUM

Neden bu sıralar yazılarını zorluk derecesi artı anlamıyorum. Eskiden daha çılgın yazardınız. Bu sıralar okurken deyim yerindeyse kafamı sıfırlayarak okumak zorunda hissediyorum. Ya ben yaşlanıyorum ya da siz ustalaşıyorsunuz. Genellikle yazarla ustalaşınca daha ilginç konulara da detaylı girmeye başlıyorlar... (Orhan Ark)

YANIT/ 6

Beni uyardığınız iyi oldu. Bunun adı ustalaşmak değil, kendini bir şey sanmaktır! Ya da sık aralıklarla yazmaktan yorulup, saçmalamaktır. Yani yazdığım bir şeyi siz anlamıyorsanız, kesinlikle benim beceriksizliğim. Ve çok haklısınız ben de birilerinin yazısını anlamakta zorlanıyorsam, daha yarısında gazeteyi bir köşeye atıyorum. Aynı şeyin başıma gelmesini istemem. Daha dikkatli olacağım. Sevgiler...

Yazarın Tüm Yazıları