Hüzünlü bir taşranın ruh ansiklopedisi

Taşra kelimesinin çağrışımı yaşamlara, tanıklıklara göre çok farklıdır.Nedir taşra? Kimdir taşralı? Değişimlerini etkileyen toplumsal, siyasal izdüşümleri öğrendiğimizde, Türkiye’nin tarihini, bu topraklarda yaşayan insan çoğunluğunun bütün ruhsal, zihinsel radyografisini çekebiliriz.

Taşradan gelmek, taşralı olmak, şehirlinin biraz küçümseyerek baktığı durumları yaratmıştır.

Divan şiirinden bir beyit bu tavrın yüzyıllar öncesinden geldiğini gösterir.

Necáti yazmış:

‘Taşradan geldi çemen mülkine bigáne diyu

Devr-i gül sohbetine láleyi iletmediler’

Açıklaması: Çemen ülkesine (bahçeye) dışarıdan geldi (taşralıdır), yabancıdır (yol-yordam, usûl-töre bilmez) diye Gül devi sohbetine, láleyi götürmediler. (Divan Şiiri Antolojisi, Halil Erdoğan Cengiz)

Tanıl Bora’nın derlediği, fotoğraflarını Nuri Bilge Ceylan’ın çektiği Taşraya Bakmak, taşra kavramını değişik alanlarda inceleyen yazılardan, incelemelerden oluşuyor.

Derleme, yetkin biçimde, taşrada yaşamanın, taşralı olmanın getirdiği kendine özgü yanları irdeliyor.

Taşrada solcu olmaktan kadın olmaya kadar değişik konumlarda, taşra kimliğini ele alıyor. Edebiyatımızda taşra çok işlenmiştir, dünden bugüne ne değişmiştir sorusunun yanıtını bu eserlerde bulabiliriz.

Bütün dünya edebiyatında taşra, çoğu zaman karabasan dolu bir yaşamın ta kendisidir.

Tanıl Bora, Sunuş’ta taşranın önemine değiniyor:

‘Memleket ilgisinin, memleketlere ilginin yolu, taşraya çıkıyor. On yıl sonra bugün, taşranın kenara itilişi, görünmezleşmesi büsbütün pekişti. Ki, belki taşra ruhunun, taşra zihniyetinin, taşralılığın her yere yayılması anlamına da geliyordur bu görünmezleşme!’

Konuların ayrıntısına girmeden önce yazıların ve yazarların adlarını vereyim:

Merkez(ler) ve taşra(lar) dönüşürken; Ömer Laçiner, Taşralaşan ve taşrasını kaybeden Türkiye; Tanıl Bora, Memleketin taşra hali; Ahmet Turan Alkan, Taşranın ‘taşı toprağı altın’da ne vardır?; Melih Pekdemir, Taşra karalaması-Küçük bir sosyolojik deneme-; Ahmet Çiğdem, Kadınlar: Taşranın yurtsuzları; Arzu Çur, Taşra ve aydınları; Necati Mert, Orda bir taşra var uzakta...; A. Ömer Türkeş, Şiir taşraya aittir!; Haydar Ergülen, Taşranın ve büyük kentin endam aynası: Köy; Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Taşranın da ötesinde; Hasan Ali Toptaş, Taşraya içerden bakmak mümkün müdür?; Şükrü Argın, Taşraya bahar hiç gelmez mi?; Tuncay Birkan.

Tanıl Bora’
nın taşranın şehri işgali görüşünden yola çıkarsak, taşra/taşralılık olgusunu daha iyi algılayabiliriz:

‘Yerleşik şehir kültürü, büyük bir nüfus ve hızla kendisine akan taşrayı massedecek güçten ve kaliteden yoksun. Sonuç, taşranın şehri kaplaması oluyor. Tipik bir ifadesiyle: İstanbul’da Sivas’tan büyük bir Sivas, Erzincan’dan büyük bir Erzincan var.’

Taşranın muhafazakárlık konusunda, şehre her zaman bu ideolojiyi gönderdiği belirtilmektedir. Taşra ile şehir arasındaki gerilim de daima söz konusudur.

Ahmet Turan Alkan’ın ironik bir üslupla dile getirdiği, Erenköy’deki köşklerine bile giderken taşra duygusuna kapılmaları gerçek payı taşımaktadır.

Melih Pekdemir’in dediği gibi, Türkçe’de İstanbul dışı külliyen taşradır, her şehirlinin tafrasına göre, her kasabalı bir taşralıdır, kasabalıya göre de köylü.

Arzu Çur’
un Kadınlar: Taşranın yurtsuzları, kadın varlığının taşradaki trajik konumunun hüzünlü tahlilidir.

Necati Mert, Taşra ve aydınları’nda, buradaki aydın tiplerine değiniyor. Aydının buradaki değişken kimliğini de sergiliyor. Ama ne anlatırsak anlatalım asıl anlattığımız hep biz. Kendimiz. Kendi yaşadıklarımızdan çıkardığımız yargılar. Zaten taşralılık da budur. Kendimizden yola çıkmak.’

A. Ömer Türkeş’
in Orda bir taşra var uzakta... incelemesinde yazar/edebiyat/taşra ilişkilerinin, taşra edebiyatının ya da edebiyatta taşranın, yorumunu, değerlendirmesini ve örneklerini bulacaksınız.

Türkeş’in belirttiği üzere, yazarların bir bölümü Anadolu’nun gerçeklerini keşfettiler ve zihinlerde bir taşra inşa ettiler.

Taşrada gece hayatına değin bilgiler, tanımlar yazının ilgi çekici bölümleri arasında yer alıyor.

Haydar Ergülen’in Şiir taşraya aittir!’inde ‘80 sonrası kasaba şiiri’ bölümünü okuyun.

Hasan Ali Toptaş’ın Taşranın ötesinde bir romancının ruh halinin edebi aynası olarak ayrı bir önem taşıyor.

Taşraya Bakmak derlemesini okuduktan sonra, taşranın önemini kavrayacağınızdan kuşkum yok.

Benim gibi taşrayı sadece edebi metinlerden, edebiyatçı yaşamlarından okumuş biri için gerçekten çok yararlı bir derleme. Bilene de aynı derecede faydası olacağına hiç kuşkum yok.

KİTAPTAN

TAŞRANIN HALET-İ RUHİYESİ

Taşraya ister bir mekán, ister bu mekánın ortaya çıkardığı, yaydığı bir zihniyet, ister başka coğrafyalara da taşınan bir ruh olarak bakalım, dünyanın büyük edebiyatlarında, Rus, Amerikan, İngiliz, Fransız, taşranın; bir kasvetin, yalnızlığın ve sıkıntının, taşınmakla, kaçmak, uzaklaşmak, terk etmekle geçmeyen hali ve üslubu olduğunu görürüz. Taşra, Türk edebiyatının da ana kanallarından biri olarak, bilhassa romanda ve hikáyede izler bırakmış, kimi edebi dönemlere, adını, ruhunu, sıkıntısını yazdırmış bir ruh, izlek ve üslup birliğidir.

Sabahattin Ali’den Kemal Bilbaşar’a, Yusuf Atılgan’dan Vüs’at O. Bener’e, Hasan Ali Toptaş’a, Mustafa Kutlu’ya Türk roman ve hikáyesinin ustası pek çok imzayı, ‘Taşra Yazma Sanatı’nın öncüleri olarak değerlendirebiliriz.

TAŞRA: TANZİMAT İCADI

Taşra bir Tanzimat icadıdır; Batılı tarzda tasavvur edilen ‘vatan’ kavramının ücra köşelerini, en azından Üsküdar’ın fukara semtlerinden biri gibi görmeyi tahayyül ederken bambaşka bir aleme düşen bürokrat takımının hayal kırıklığı ile tasvir ettiği, bir türlü içine sindiremediği bir modern vakadır.

Cumhuriyet ideolojisi, vatanın her köşesini aynı derecede mübarek ve muazzez sayıyor, her yerinde, aynı zaman içinde, aynı şeylerin cereyanını öngörüyordu.

Böylece İstanbul’un Fatih’ten Makrıköyü’ne gitmeyi ‘safari’ derecesinde heyecanlı, eziyetli ve maceralı gören çocukları, cumhuriyet ideolojisi ve ekmek parası uğruna aziz vatanın kıyı bucağında vazife almak zorunda kaldılar. Vakıa tek parti yıllarında İstanbul çocuklarının iktidara yakın duracak derecede becerikli olanları, taşra hizmetlerini ‘milletvekili’ unvanı altında, vekili oldukları yerleri hiç görmeden ve sadece Ankara’nın İstanbul’a göre üçüncü sınıf mahfillerine ara sıra uğramak suretinde geçirdilerse de memur, öğretmen... vatanın her karışını hissetti.

HASAN ALİ TOPTAŞ’TAN BİR TAŞRA TASVİRİNE GİRİŞ

Adına ‘taşra’ denen o yoklar ve yokluklar diyarında takvimler 1968’i gösterirken, bizim bir yanımız dağlardaydı hálá; kara çadırlar halinde, rüzgárların ortasında dalgalanır dururdu. Rüzgárlar dediğim rüzgárlar da rüzgárdı hani, estiler mi, hem dedemin tütün kesesini havaya uçurur, hem süt bakraçlarını cambul cumbul devirir, hem de atlarla birlikte keçi sürülerini alıp dağların öteki ucundaki kayalıkların tepesinden ta Acıgöl’e doğru savururlardı. Hatta gün gelir, üzerinde ot bile biterdi bu rüzgárların. Bitince, işte biz çocuklar da koca bir yaz boyunca o otların içinde oynardık.

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Mehmet AçarHAYATIN ANLAMI İthaki

Michail ConnellyKEMİKLER ŞEHRİ İnkıláp

Kemal ÖzerSEVDALI BULUŞMA Adam

Nesrin TurhanYAŞAMAK İÇİN BİR NEDEN SÖYLE Doğan

William H. CropperBÜYÜK FİZİKÇİLER Oğlak
Yazarın Tüm Yazıları