Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Ah, biri kafama vursa da uyusam!

Uykusuzluktan perperişandım. Günlerdir uyuyamamıştım. Bu gece mutlaka uyuyacaktım ve kararım karardı. Önce bir büyük şişe rakı içtim. Hem de sadece beyaz peynirle... Neme lazım deyip üstüne yurtdışından getirttiğim iki de uyku hapı aldım. Ama iyi bir uyku için bedenin yorgun olması gerektiğini biliyordum. Başladım beden hareketleri yapmaya... Kalbim küçük dilimin üstünde atmaya başlayıncaya kadar hopladım, zıpladım, halının üstünde yuvarlandım, kan ter içinde kaldım. Gözlerimin kararması azalınca sürünerek banyoya gittim. Bütün gazetelerin faydalı bilgiler köşeleri yatmadan önce alınacak sıcak bir duşun uykusuzluğa bire bir geleceğini yazarlar. Ben sıcak suyu pek sevmem. Aslında yıkanmayı da pek sevmem ama dişimi sıkıp sıcak suyun altında iyice mayışana kadar durdum. Sonra da en fiyakalı pijamalarımı giyip bahar kokulu temiz çarşaflarımın arasına kendimi attım. Göz kapaklarım zaten banyodan çıkarken kapanmaya başlamıştı. Ama dalmadan önce kalkıp tekrar banyoya gittim. Elektrikli su ısıtıcısını kapatıp kapatmadığıma baktım. Kapatmışım. Sonra, tam dalmak üzereyken salondaki televizyonu, sokak kapısının kilidini ve arka odanın pencerelerini kapatıp kapatmadığımı öğrenmek için tam üç kez daha kalktım. Bir kalkışta hepsine birden niye bakmıyorsun diyeceksiniz. Haklısınız ama ne yapayım?.. Bütün bunlar tam dalmak üzereyken aklıma tek tek geliyor.

Son kalkışımda uykuyu iyice sağlama almak için bir bardak da ılık süt içtim.

Midemden gurul gurul sesler geldi. Boşverdim, uyuyunca nasıl olsa geçerdi. Tam uyuyacaktım ki ‘‘Tuu!.. Ben ne bunak bir herifim!..’’ diye yataktan fırladım. Hemen Zülfü Livaneli'ye telefon ettim.

‘‘Zülfü, İtalya'da aldığın müzik ödülü için seni kutlamayı unuttum. Ne olur beni bağışla...’’ dedim. Zülfü de uykulu bir sesle,

‘‘Üzülme Oğuz'cuğum, hepimiz bunca koşuşturma ve hay huy içinde neleri unutmuyoruz ki... Haydi iyi geceler’’ dedi. Telefonu kaparken esniyordu sanırım. Bir sonraki kalkışım yataktan fırlayış şeklinde oldu. Gazeteden bu ayki maaşımı almayı unuttuğum aklıma geldi. Yoksa almış mıydım?.. Gecenin bu saatinde telefon edip öğrenmenin olanağı yoktu. Vezne kapalıydı. Salona gidip masamın çekmecesini açtım. Bu ayın apartman gider makbuzu en üstte duruyordu. Apartman giderini ödediğime göre demek ki maaşımı almıştım. Ama çekmede çok az para vardı. Daha ay ortasında onca para nereye gitmişti?.. Hatırlamaya çalışarak harcamalarımı alt alta yazmaya başladım. Hesap bittiği zaman ben de uykusuzluktan bitmiştim. Kapı pervazlarına çarpa çarpa yatağa gittim.

Gündüz akla hiç gelmeyen şeyler niye insanın aklına tam uykuya dalacağı sırada gelir?.. Aklıma unuttuğum yeni bir şey gelmesin diye kendimi garantiye almak için güzel şeyler düşünmeye karar verdim. Kitap Fuarı'ndaki yeni Avni kitabımın imza günüme gelen güpgüzel insanları keyifle düşündüm. Birden yüreğime acı doldu. Arslan gibi bir delikanlı nişanlısı için Avni imzalatmıştı. ‘‘Eh, düğün ne zaman bakalım?’’ diye takılmıştım. Delikanlı da sakin bir sesle, ‘‘Düğün olamayacak... Nişanlım depremde göçük altında kaldı, kurtaramadık. Avni'yi çok severdi’’ demiş ve kitabını alıp gitmişti.

Kalkıp bir kadeh buzsuz ve susuz viski içtim ve üstüne bir de uyku ilacı alıp tekrar yattım. Beni mavili, pembeli bulutların üstünde güzel uykulara yatıracak tatlı ninnilere ihtiyacım vardı. Yataktan çıkıp kitaplığa gittim. Barok müziğin bana uyku verdiği tecrübeyle sabitti. Vivaldi ile Bah arasında bir seçim yapamadım. Belki de otantik zenci bluuzları daha iyi gelirdi. Örneğin Mahalya Ceksın veya Ella Fitzcerald...

Muharrem Ertaş'ın cedesini alıp döndüm. Cedeyi başucumdaki küçük müzik-çalara yerleştirdim. Rahmetli köylü Muharrem, çığlık çığlığa,

‘‘Belimizde kılıcımız kirmani,

Taşı deler mızrağımın temreni

Hakkımızda devlet yazmış fermanı

Ferman padişahınsa dağlar bizimdir...’’

diye çığlık çığlığa Dadaloğlu'nun sözleriyle bir Türkmen bozlağı okurken,

‘‘Yahu, bu Türk milletinin yüzyıllardır devletle alıp veremediği nedir?’’ diye düşünmeye başladım. Ondan sonra da aşiret toplumunun yeni ulus yapısıyla, aşiretli ulusun uluslararası evrensel bir anlayışla nasıl bir arada yaşamayı becerdiğini düşünmeye başladım. Amerikalı kozmonotların aya ayak bastığı günlerde milletimiz geceleri başını kaldırıp aydedeyi dikkatle seyretmişti. Başkan Kenedi'yi vurdukları gün birçok Türk'ün ağladığını hatırlıyorum.

Felsefe gibi büyük bir uyku düşmanı yoktur. Allah'tan Muharrem Ertaş, bozlaklardan ‘‘Biter Kırşehir'in gülleri biter...’’ türküsüne geçti. Ben de kalktım, sazımı alıp bugünkü tavrıyla ‘‘Kırşehir'in güllerini’’ çalıp söylemeye başladım. Aradaki yorum farkını merak etmiştim. Muharrem, daha kesik söylüyor ve alttaki la teline tek tek mızrap vuruyordu. Oysa, bugünkü tavırda kıtalar daha bağlantılı söylenip tezene daha taramalı çalınıyordu.

Bitişik dairedeki komşum Ali Bey, ortak duvarımıza vurarak benim sabaha karşı yaptığım folklorik müzik araştırmalarına son verdi. İyi de yaptı, zaten uykusuzluktan tezene ikide bir elimden düşüyor, perdelere bastığım parmaklarım adres şaşırıyorlardı. Kısaca, Kırşehir'in gülleri, Kırşehir'in devedikenlerine dönmüştü.

Yatmadan önce bir bardak ılık süt içtim ve sıcak bir duş daha yaptım.

Hayır bilemediniz işte!.. Bu kez hiç kalkmadan uyudum... Tahminime göre hem de horul horul uyudum. Rüyamda anacığımı gördüm. Kömür karası gözleriyle bana bakarken mezarına bir çiçek koymayalı kaç yıl oldu acep diye düşünürken uyandım. Yoksa, beni uyandıran o sırada okunan sabah ezanı mıydı bilmiyorum. Ama saate bakınca sadece 15 dakika uyuyabildiğimi anladım. Kalkıp giyindim. O saatte nöbetçi eczane gibi nöbetçi bir çiçekçi bulamayacağımı bildiğimden salondaki menekşe saksısını yanıma aldım.

Duraktaki taksi şoförünü uyandırıp yüzünü yıkatmak için epeyce uğraştım.

‘‘Karşıya, Karacaahmet Mezarlığı'na gidiyoruz... Selimiye Kapısı'ndan gireceğiz’’ dedim.

*

Biri omuzumu dürtüyor, zor anladığım laflar ediyordu.

‘‘Hişşşt aabey, uyan. Karacaahmet'e geldik. Şimdi hangi yola sapacağız?’’

‘‘İstediğin yola sap ama beni uyandırma!.. Buradan Bostancı yoluna sap. Bostancı'dan Sarıyer'e git... Ben uyanana kadar canının istediği her yere git. Edirne'ye kadar yolun var. Ama bana dokunma!..’’ deyip kucağımdaki menekşe saksısına sarılıp horlamaya başladım. Aklıma ve rüyama hiçbir kötü fikir ve anı düşmedi. Kahrolsun yataklar!..

Bugün Kitap Fuarı’nda saat 14.00’ten itibaren yeni çıkan ‘Avni ’ kitabımı imzalıyorum. Yolu düşeni beklerim.

Yazarın Tüm Yazıları