Hukukçuların hukuka güvenmediği ülke: Türkiye

Gün geçtikçe eklenerek büyüyen bir sorunumuz var. Adalete güvenmiyoruz .

Haberin Devamı

Konuyla ilgili uzun ama bir o kadar faydalı olduğuna inandığım bir röportajı paylaşacağım bu sebeple fazla sözü uzatmak istemiyorum.

Bir felaket duyduğumuz anda gayri ihtiyari ettiğimiz bir duamız vardır bizim hani “Allah düşmanımın başına vermesin.” Adaletsizlik ve hukuksuzluk, düşmanımızın başına dahi gelmesini istemediğimiz bir şey olmalı.

Ve bilmeliyiz ki bugün düşmanımızı yakan adaletsizliğe karşı seyirci kaldığımız takdirde yarın biz yanacağız.

Unutmayalım, İlahi adalet kimseye torpil yapmaz…

........

Katılmış olduğum bir çalıştayda Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Engin’i ilk defa dinledim, çok etkilendim.

Haberin Devamı

Murat Engin,uzmanlık alanı olan “Sosyal Güvenlik Hukuku” dalında çeşitli ödüller alan bir akademisyen. Çok güzel çalışmaları var.

Kendisiyle Galatasaray Üniversitesi’nde söyleşi yaptık. Türkiye’yi, Hukuk sistemimizi, İşçi ölümlerini konuştuk…

Anlattıklarından size özet çıkarabildiklerim bu kadar. İmkanı olanlar için seminerlerini takip etmelerini öneririm.

Bir hukukçu olarak ülkemizdeki hukuk sistemine güveniyor musunuz?

Hayır.

Neden?

Topluma karşı sorumluluğu olmayan insanlar en tehlikeli canavardır. Bunlar bizde çoğalıyor, bir ülkeyi ayakta tutan sosyal adalettir ve moderndevletin temel işlevi insan onurunu korumaktır.

ADALETİN OLMADIĞI YERDE MERHAMET ARARSINIZ

Neyi yanlış yapıyoruz da hukukçularımız dahi hukuk sistemine güvenmiyor?

Haberin Devamı

Adaletin olmadığı bir yerde hukuka güvenemezsiniz. Hukuk devletinin hepimiz için önemini, sosyal devletin ne demek olduğunu idrak etmemiz lazım. Adalet her birey için elzemdir. Adaletin olmadığı bir yerde merhamet ararsınız. Hukukun yanlış kullanıldığında nelere mal olacağının, sonuçlarının neler olacağının örnekleri var önümüzde.

Yanlış kullanılırsa, 90’ların sonu 2000’lerin başında olduğu gibi demokratik devlet, yani halkın iradesi yoluyla düzeltebilirsiniz. Yokluğunun nasıl bir şey olacağının örneği İslam dünyasıdır. Yanlış kullanım düzetilebilir, en kötüsü yokluğudur.

Düzeleceğine dair umudunuz var mı?

Umudum var. Bizim milletimiz sağduyuludur. Bu kadar yaşananlardan sonra bu sağduyu ne kadar örselendi bilmiyorum ama yine o sağduyunun bizi bir arada tutabileceğini düşünüyorum.

Haberin Devamı

KOZA İPEK HOLDİNG’TE YAŞANANLAR

Koza İpek Holding’e kayyum atandı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Makul şüphe kavramının hukuk devletini iğdiş etme amacı ile icat edildiğini ispatlayan yeni bir örnek

Genel anlamıyla adaletin tanımını nasıl yaparsınız?

İnsanın en temel içgüdüleri; vicdan ve adalettir. Biz ‘vicdanlı olma’yı ‘merhametli olma’k olarak algılıyoruz. Vicdan bu demek değil. Vicdan; kendisini başkasının yerine koyabilmektir. Hâkimlerinnihai kararlarını vicdani kanaatlerine göre vermeleri beklenir..Vicdan kendisini başkasının yerine koyarak adalet dengesini gözetebilmektir. Olaydaki taraf menfaatlerini gözeterek akla ve insanlığın genel tecrübesine uygun makul bir çözüm bulabilmektir. Vicdani kanaat budur. İnsanı insan yapan şey “Adalet yerini buldu” duygusudur. Bizi hayvanlardan ayıran konuşmamız, zekâmız değildir.Bizi hayvandan ayıran şey vicdan - adalet duygusudur.

Haberin Devamı

SOSYAL DEVLETİN DÜNÜ BUGÜNÜ

Bir hukukçu olarak baktığınızda, ülkemizdeki sosyal adaletin eksiklikleri nedir?

Toplum içinde yaşıyoruz. Bireyin, huzurlu ve topluma karşı sorumlu hissetmesi için o bireye adil davranılması gerekir.

Sosyal adalet bir toplumun huzuru için olmazsa olmazdır. Yeryüzü hiçbir toplum için cennet değildir, eşitsizlikler vardır. Maddi eşitsizlikler, fiziki eşitsizlikler vs. vardır.

Size kendimden bir örnek vereyim. Ben İstanbul’da doğdum. Babam hekim, annem de okumuş bir kadındı. İyi şartlarda büyüdüm. Galatasaray Lisesi’ni yatılı okudum. Alnımın hakkıyla kazandım ama gerek ailem, gerek devlet bana iyi olanaklar sundu.

Ben liseye gittiğimde, önümde oturan arkadaşımın babası kapıcıydı, yanımda oturan arkadaşımın babası fabrikatördü, arkamda oturan arkadaşımın babası aşçıydı. Biri Tunceliliydi, biri Siirtliydi vs. Bugünü ve geçmişi kıyaslayalım şimdi. O yıllarda ilkokul eğitimi öyle sağlam verilmiş ve 70’li yılların fakir Türkiye’sinde sosyal adalet bugünle kıyaslandığında o kadar güzel sağlanmış ki, İstanbul’daki imkânlar içinde okuyan bir çocukla, Doğu’da anne babası okuma yazma bilmeyen bir çocuk aynı sınıfta birleşebiliyordu. İşte Nobel ödülü alan Aziz Sancar…

Haberin Devamı

İLK KIZ OKULLARINI AÇAN SULTAN ABDÜLHAMİD’TİR.

Bu eğitimi sağlayan, Osmanlı döneminde kurulan alt yapı, Sultan Abdülhamit’in bilinçli bir biçimde geliştirmeye çalıştığı eğitim alt yapısı, Cumhuriyeti kuran kadroları yetiştirdi.İlk kız okulları II. Abdülhamid zamanında açılmıştır. Osmanlı tarihinin en canlı eğitim hamlesi, Abdülhamid dönemine rastlar. Öncesiyle kıyasladığımızda Abdülhamid dönemindeki eğitim patlaması daha görünür hale gelir. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüştiye sayısı 1909′da 900′e, 6 olan idadi sayısı 109′a çıkmıştır. 1877′de İstanbul’da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905′te 9 bine çıkmıştı. Her yıl ortalama 400 ilkokul açılmıştır.

KÖY ENSTİTÜLERİNİN KAPATILMASI GAFLETTİR, DELALETTİR.

Cumhuriyeti kuran kadrolar o fakir cumhuriyetin olanakları içinde eğitimi modernleştirerek tüm ülkeye elden geldiğince daha da yaygınlaştırmaya çalıştı. Örneğin Köy Enstitüleri özgün bir model olarak geliştirildi ve başarılı oldu. Keşke bu atılım devam edebilseydi. Eğitim alt yapımız sağlamdı ve samimi gayret gösterilse idi bugün eğitim sorunumuz olmazdı.

Bugün ideolojik kutupların birbirinin zıddı olarak tepe tepe kullandıkları II. Abdülhamid ve başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyet’in kurucu kadrolarını neden aynı eğitim hamlesinin kahramanları olarak birlikte andığımı herhalde anlamışsınızdır. Tarihimizi her yönüyle ve eleştirel bir gözle benimsemeli, “yiğidi öldürsek bile hakkını vererek” anmalıyız.

‘AZİZ SANCAR’ OLABİLECEK ÇOCUKLARIN ÖNÜ KAPANDI

80’li yılların sonunda başlatılan liberal ekonomi politikaları neticesinde bozuldu maalesef. Liberal politikalar bize neyi getirdi;eğitimin özelleştirilmesini, ideallerini kaybetmesini, dolayısıyla kalitesizleşmesini. Bugün anaokulundan başlayarak dar gelirli bir ailenin çocuğu ile özel eğitime para harcayabilen bir ailenin çocuğunun aynı sınıfta birlikte okuma ihtimali kalmadı. Toplum gelir düzeyine göre gerçek kastlara bölündü. Okullar, mahalleler ayrıştı. Aziz Sancar olabilecek çocukların önü büyük ölçüde kapandı. Eğitimde eşitliği sağlamak devletin görevidir. Toplumun genelini eğiteceksin ki toplumun geneli sana bir kuşak sonra katma değer olarak geri dönsün. Ve de o da idealist olsun, kendini topluma karşı sorumlu hissetsin.

Bakın, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde eğitim özel değildir. Bugün eğitimde geldiğimiz nokta ideolojik çatışmalardır. Köy enstitülerinin kapatılması gaflettir, delalettir.Sağlık ve Eğitim, bir sosyal devletin temel iki konusudur.

Siz çocuklarınızı devlet okuluna mı gönderiyorsunuz?

Ben çocuğumu özel okulda okutuyorum,devlet okuluna veremiyorum. Lüks şartlar aradığımdan değil, devlet okulundaki öğretmenin kafa yapısından emin değilim. Bana aydın bir öğretmen ve aydın idealist bir okul müdürü lazım. Devlet okullarının hepsi için demiyorum çok iyi öğretmenler her zaman var ama sistematik bir şekilde ideolojik kasıtla öğretmen kalitemizi bozdular. Ben çocuğumu kendimce geleneği olan özel bir okul buldum orada okutuyorum. Ağrı’nın köyündeki aile çocuğunu ne yapacak peki?

İSLAMCI CEMAATLERİN HATASI

İdeolojik saplantılar mı bizi yanlışa götüren?

İdeolojik saplantı insanın beynine vurulmuş bir zincirdir. Bakın, iki şey çok tehlikelidir. Bir; ideolojik olarak saplanmak, bu İslamcılık da olabilir, Komünizm de olabilir, Kemalizm de… İki; içine kapalı cemaatçilik tehlikelidir. Ben şahsen bu kapalı cemaatlerden, cemiyetlerden vs. çok korkarım.

Neden?

Burada şunu iyi ayırmak lazım: Dernekler, vakıflar vs. bunlar dışa dönük örgütlenmelerdir. Siyasi partiler toplumu etkilerler, kendilerine göre bir haklılık nedenleri vardır, meşruiyetlleri vardır. Ama kapalı cemaat Bakın benhizmet hareketinin yurtdışındaki eğitim alanındaki çalışmalarını, okullarını sevinerek takip ettim. “Bizim, Türkiye dışındaki coğrafyalarda da olmamız gerekir düşüncesiyle takip ettim. Hala da takip ediyorum. Ancak diğer yandan Yargı içinde örgütlenerek Cumhuriyet tarihinin en usulsüz uydurma davalarını yürüterek muazzam zararlar verdiler. Devleti ele geçirmek ne demektir? Yaptıkları bu büyük hataydı. İslamcı cemaatlerin hepsi bu hatayı yapıyor.

CEMAATLEŞMEDEKİ TEHLİKELER

Peki neden siyaseti tercih etmediler?

Böylesi daha kolay çünkü. İnsanları dini olarak etkileyip belli bir misyon yüklüyorlar. O misyona inanan da doğru yaptığını zannediyor. İşte cemaatleşme bu yüzden tehlikelidir. Böyle birmisyonu yüklenen insanlar, kişisel olarak iyi bir insan da olabilir. Yardımsever, sevecen olarak tanıyabilirsiniz. . Fakat tehlike nerede başlıyor? Kendi bildiği doğruyu militanca gerçekleştirmeye çalışırken,yaptığı işi meşrulaştırma aşamasındaki psikolojik süreçte. Aslında bu alanlar benim uzmanlık alanım dışında ama Türkiye’de yaşaya yaşaya anlıyor ve uzmanlaşıyorsunuz.

ANADOLU, BU TOPRAKLAR ÜZERİNDE YAŞAMAYI SÜRDÜREMEMİŞ MİLLETLER MEZARLIĞIDIR

Biz ülkemizde birlik içinde yaşamayı neden beceremiyoruz?

Bizim birbirimizle konuşmasını beceremediğimiz malum. Tarihimizdeki insanları da ya şeytan ya da büyük kahraman yapıyoruz. Mesela Sultan Abdülhamid bazılarımız için “Kızıl Sultan”dır, bazılarımız için “Ulu Hakan”. Osmanlı’yı ya yok sayarız ya da toz kondurmayız. Osmanlı’yı kötülemek çok yanlış. Ancak kerameti kendinden menkul biçimde kendini neo Osmanlı ilan edenlerin Cumhuriyet’in değerlerine saldırmaları kabul edilemez.. Osmanlı, uzun tarihinin çok büyük bölümünde öngörülü politikalarıyla çok dinli ve çok etnisiteli muazzam bir toplumu bir arada tutmayı başardı. Sözde Neoosmanlıların ise ne yaptıkları malum.

Tarihi yanlış mı okuyoruz?

Kendi tarihimizden de, günümüzdeki çok sayıda örnekten de biliyoruz ki artık; bir ülke düştüğü zaman yeniden toparlanması genellikle mümkün olmuyor. Ya parçalanıyor ya daçok ağır eziyetler çekiyorlar. Dolayısıyla bizim buradaki tek görevimiz, şu an kâseyi çatlatmadan Türkiye’deki siyasi sorunları demokratik hukuk devleti içinde çözme yoluna gitmek.

Anadolu Coğrafyası en tehlikeli coğrafyadır. Tarihe baktığımız zaman Anadolu coğrafyasında yaşayan milletlerin, 3000, 4000 sene varlığını sürdürmüş olanların dahi silinip gittiğini görüyoruz. Uzun yıllar varlığını sürdüren Ermeni toplumu Anadolu’dan silindi. Bu durumun meydana gelmesinde kim haklı - kim haksız tartışmasına girmiyorum, sonuca bakalım. Anadolu, bu topraklar üzerinde yaşamayı şu veya bu nedenle sürdürememiş milletler ve devletler mezarlığıdır ve bizim sonumuzun da oraya doğru gitmesi mümkündür. Biz Anadolu’ya geleli 1000 sene bile olmadı; Ermeniler 4000 sene, Yunanlılar 3000 sene yaşadı.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE ARKADAŞLARI TARİHİ TERSİNE ÇEVİRDİ

Biz onların yanında tabiri caizse “çömez” mi kalıyoruz?

Evet… Hiç zannetmeyelim ki; biz Anadolu’da sabitiz, ne yaparsak yapalım, birbirimizi yesek de burası bizim kalacak, biz burada kalıcıyız. Kazın ayağı öyle değil.

M. Kemal Atatürk ve arkadaşları son çabayla tarihin akışınıtersine çevirdi ama bunun üzerinden henüz üzerinden 90 sene geçti. İnsan yaşamı için uzun ama millet yaşamı için çok kısa bir süredir doksan yıl. Sevr Anlaşması tamamen tarihte kalmış, artık var olmayan bir tehdit değildir. Ancak bu gibi ihtimalleri tamamen gündemden çıkarmak da sadece bizim elimizdedir. Hani hasbelkader yüce Meclis’in çatısı altına girip Cumhuriyete sadakat yemini etmiş bir kadın milletvekili vardı. Cumhuriyet için “reklam arası” demişti. Cumhuriyet’in oynayan “normal film” mi, “reklam arası” mı olup olmadığına biz karar vereceğiz.

CUMHURBAŞKANI’NIN SÖYLEM VE EYLEMLERİNİN ABDÜLHAMİD’LE ALAKASI YOKTUR.

Abdülhamit Han’la Tayyip Bey’in kıyaslanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

II. Abdülhamid, ülkenin birliğini ve beraberliğini sağlamak için uğraşıyordu. Çözümlerinin bir kısmı, yönetim biçimi doğru veya yanlıştı ama devleti ve milleti korumak üzerineydi. İslam’ın halifesi sıfatıyla ilk kız okullarını açan, modern eğitim hamlesini var gücüyle hayata geçiren oydu. Bugünkü hükümetin uyguladığı siyasi yöntemlerin, Cumhurbaşkanı’nın söylemlerinin, eylem biçimlerinin Abdülhamid’le uzaktan yakından alakasıbulunmuyor.

OSMANLI OLMAK SEÇKİN OLMAKTI

“Osmanlı’nın torunlarıyız” diyen insanlar Osmanlı’yı anlamıyor mu?

Osmanlıözgün bir kültür ve özgün bir medeniyetti. Osmanlı Medeniyeti’nin geliştirdiği kendine özgü diplomasisi, kendine özgü bir tavrı, kendine özgütarzı, kendine özgü yaşam biçimi vardı. Ekonomik yenileşmeyi, teknik yenileşmeyi çok sağlayamadı; o başka bir konu. Bu alanlardaki eksiklik salt Osmanlı’nın kabahati değildi, İslam dünyasının genel kabahatiydi. Osmanlı olmak, seçkin olmak demektir. Şimdi “seçkin” lafı küfür olarak algılanıyor. Osmanlı’da liyakat esastı, şimdi ayaklar altına alınıyor. Bunları unutturdular. Osmanlı medeniyeti ile alakası olmayan bir takım söylemleri yayan, aklı ideolojiyle katılaşmış, kısırlaşmış, insanların 30 - 40 yıldan beri içinden çıkamadıkları ideolojik saplantının Osmanlı ile ilgisi yok.

İŞÇİ ÖLÜMLERİNDE DÜNYA BİRİNCİSİYİZ

Son olarak, uzmanlık alanınızla ilgili bir soru sormak istiyorum. Soma faciasını yakından takip eden bir hukukçu olarak iş kazalarıyla ilgili neden Avrupa kriterlerini yakalayamıyoruz?

Soma kamuoyuna yansıyan bir facia. Toplu ölüm olduğu için dikkat çekebildi. 2015 yılı Eylül ayına kadar ölen işçi sayısı 1500 civarında. Ancak hemen hiçbir gazetedeveya televizyon kanalında iş kazalarına ilişkin düzenli bir haber, dikkat çekme ve kamuoyu oluşturma çabası göremezsiniz. İşçi ölümlerinde dünya birincisiyiz. Avrupa kriterleri bir yana, 1.5 milyarlık Çin bizden iyi durumda. İnsan hayatına ve onuruna değer vermeyen gözü dönmüş bir taşra kapitalizmi ile sonuç bu. Sorun kriterler ve mevzuat eksikliği değil, olan kriterleri uygulayacak siyasi irade yokluğu.

Yazarın Tüm Yazıları