Hippocamp - elephantocamelos

EGE’yi “ikinci konut mezarlığına dönmüş ve alışkanlık yapmış ismi lâzım değil beldeler”den ibaret sanan, tatillerini “büyük tesislerin açık büfe kuyruklarında tüketen”, üstelik bu coğrafyanın, aslında doğa ve tarihin harmanlandığı bir “açıkhava müzesi” olduğunu unutmuşlara ithaf ettiğim “yaz karalamaları”nı hep aynı cümleyle bitirmişim.

Haberin Devamı

Güney Ege’yi tarif eden haritanın hemen hemen en ucundaki “Bördübet”ten, kuzeyde Kazdağları’nın ayakları suya değerken göz göze geldiğiniz “Behramkale”ye (Assos) kadar gezip-dolaşıp, hep aynı soruyu sormuşum. “Gökkubbenin ne kadar büyük olduğunu, ancak böyle yerlerde, gece vakti, toprağa sırtüstü uzanınca anlayabilirsiniz” demişim. Bildik soruyu, bu kez Ege’nin tam orta yerinden, “Gümüldür-Hipocamp”dan soruyorum:  “Gökte milyarlarcası varken, neden sadece 5 yıldızla yetiniyorsunuz?”

Gün, uluslararası mavi bayrak ödüllü denizinde başlıyor ve daha sabahtan biliyorsunuz ki, güneşi aynı kumsalda mangal başında batıracaksınız... Şef Seattle’ın cümlesiyle, “her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş” olmadığı için, bir ara “kadrolu sincabımız” da katılıyor kahvaltımıza. Lâf aramızda, en çok da “anasonlu kete”yi (biscotti) seviyor. Çam ağaçları altında 60 dönümlük bir kamp alanı düşleyin. Kampçıların eli ayağı olan elektrik ve su düzeneklerine çok kolay erişebiliyorsunuz. Mutfağından sıcak duşlarına, temiz ve bakımlı tuvaletlerinden, düzenli bulaşık ve çamaşır alanlarına kadar ihtiyacınız olan her şey, uluslararası standartlardan haberdar olarak hazırlanmış bir hizmet modeli içinde sunuluyor.

Haberin Devamı

Burayla gönül bağı kurmuş kampçılar, genellikle “müdavim”lerden oluşuyor. Herkesin yeri, ağacı, gölgesi belli. Kimse kimseye karışmıyor. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Bir başkasının dinlediği müziği dinlemiyor, başkasının izlediği diziyi seyretmek zorunda kalmıyorsunuz. Yardımlaşma gerektiğinde ise “mahalleli bilinciyle” hallediliyor her şey. Çok geniş bir aile olmuşlar sanki. Bizim tanışıklığımız bile 10 yılı geçti. Bu süre içinde bazı altyapı iyileştirmeleri yapıldı. Ama işletmeciyi yeni yatırımlara teşvik etmek için, mevcuda sahip çıkmak, onu yaşatmak gerek. Çünkü ülkemizde kendinizi emniyette hissedebileceğiniz  benzer tesislerin sayısı oldukça az.

Bayramda, emektar Volkswagen Camper’in bir akrabası çıkageldi İsviçre’den. “Bir hippi arabası daha geldi” diye işi şakaya vurdu komşular. Ayaküstü bir sohbet, neden yabancıların Hipocamp’ı bizden daha iyi tanıdıklarını anlamaya yetti. Birincisi, “ADAC Kamping Rehberi”nde yeralması. İkincisi, 36 ülkeden 52 dernek ve kulübün üyesi olduğu FICC’nin (Uluslararası Kampçılık ve Karavancılık Federasyonu) “Rally” adındaki “Uluslarlararası Büyük Buluşması”nın da (İzmir Büyükşehir Belediyesinin, -Bu kadar kalabalık İnciraltı’ndaki doğal dengeyi bozar, karavanlarını bırakır gider bunlar- yollu ufuksuz ve komik gerekçesiyle eşsiz bir fırsatı reddettiği ve koca İzmir’de başka da bir yer gösteremediği sene) 2006’da, Türkiye Kamp ve Karavan Derneği’nin evsahipliğinde Gümüldür-Hipocamp’da yapılmış olması... Açın bakın, web sitelerine, neler yazmışlar? Peki, siz kaç tatilinizi “ne yazık ki evimize dönüyoruz” diye duyurdunuz dostlarınıza?

Haberin Devamı

Yazının başlığına gelince... Dürüst olmak gerekirse, içerikle doğrudan bir ilgisi yok. Çizgiden öncesi tamam; mekâna bir gönderme var. Ama sonrası, okuyucu adına epeyce bir zorlama bile sayılır. Ama içimden geldi. “Karavan ve çadır tatili mi ? Ne kadar ilkel” diye “edâdan uzak ve yaratıcılıktan nasipsiz şekilde” burun kıvıran burnu büyük tatilcilere, “dizeleriyle burnunun hakkını veren Cyrano”dan bir selam göndereyim istedim: “Bu kadarı az / Delikanlı ! Halbuki neler neler bulunmaz /Söylenecek ! /Görmüşüm Aristophane’da belki / Hippocampelephantocamelos adındaki / Hayvanın burnu gayet büyükmüş”.
Meraklısına armağan olsun!

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları