Hi, I am Karen... I am not a witch

En büyük hayalimdi...

Yuvarlak bir jakuzi.

Hani şu bahçe için olanlardan.

Bahçem yok benim.

Ama terasım var.

Bingooo!

Ucuza bir tane buluyorum.

Ama korkuyorum.

İnsanların ‘‘Terasa jakuzi koymuş, deli midir nedir’’ demesinden değil, balkonumun çökmesinden!

* * *

Sonra...

O salıncağı görüyorum.

Ve daha az ‘‘su’’lu hayaller kuruyorum.

O kadar şahane ki, borca-harca giriyorum, salıncağı alıyorum.

Tam da, o gün geldi eve.

Kuruldu.

Nasıl mutluyum.

Görgüsüzüm ya, bütün arkadaşlarıma göstermek istiyorum.

Bahanem de hazır:

- Sizi barbeküye çağırıyorum...

* * *

Hayııııııır.

Bir telefonla hayatım değişiyor.

Bütün belalı işler, söyler misiniz neden beni buluyor?

Nereden çıktı şimdi bu Karen Fogg röportajı!

İstanbul'daymış ve konuşmayı kabul etmiş.

İyi de bula bula, bugünü mü bulmuş?

Hem barbekü ne olacak?

Ya salıncağım, ona kim oturacak?

Üstelik Karen Fogg, insanların neredeyse nefret ettiği biri.

Sardı mı korkular beni?

Sardı.

Bir gazeteci olarak AB ne ilgi alanım ne de uzmanlık...

Tamam takip etmişim medyada yer alan tartışmaları, ama iki ucu boklu değnek. Ben şimdi ne soracağım? İşe neresinden başlayacağım?

Üstelik ben tavuk kanadı yemek istiyorum.

Salıncakta sevgilimle ele ele sallanmak istiyorum.

İmdaaaaat!

Ben terlemem biliyor musunuz, terlemeye başlıyorum.

Panik içinde Sedat Ergin'e telefon açıyorum.

Bir buçuk saat boyunca bana meselenin genel çerçevesini anlatıyor resmen beni telefonda çalıştırıyor.

Mutlaka sormam gereken şeylerin altını çiziyor.

Üç beş telefon daha ediyorum.

Artık hazırım.

Allah ne verdiyse soracağım.

Saat 6'da, ben Karen Fogg'la Sultanahmet'te buluşacağım.

* * *

Zzrrrrrrrr.

Karen Fogg telefonda.

- 6'ya kadar beklemeyelim, siz neredeyseniz ben oraya geleyim diyor.

- Nasıl yani? Evdeyim. Saat 4. Ben daha giyinmedim bile diyorum.

- Adresinizi verin, ben gelir, beklerim diyor.

Hoppalaaa.

Boru değil, bir AB temsilcisinden söz ediyoruz.

Daha formel olması gerekmiyor mu?

- Birileri var mı yanınızda diyorum.

- Yoo ben yalnızım diyor.

Ve çat kapı geliyor!

İtiraf etmem gerekirse, resmiyetle uzaktan yakından alakası olmaması beni dumura uğrattı. Evime gelen o kadın, gazetelerden bana yansıyan Karen Fogg'tan çok çok farklıydı. Bir kere çok direktti. İkiyüzlü değildi. Sıkışık değildi. Ne sorduysam cevap verdi, kıvırtmadı. Hani biz Türkler yağlanmaktan, cilalanmaktan, pohpohlanmaktan hoşlanırız ya, o öyle davranmıyor, kafasındaki neyse küt diye söylüyor. Ben tarzını sevdim. Ama diplomat şablonlarımıza kesinlikle uyan biri değil Karen Fogg, belki de bütün mesele burada. O İstanbul'a geldiğinde elinde haritasıyla dolaşan bir turist gibi. Makam arabasının arkasına kurulmuyor, şöförünün yanına, ön tarafa oturuyor. Hiçbir yere kafileyle gitmiyor, kalabalıklarla hareket etmeyi sevmiyor. Üst düzey insanlarla hoşgeldiniz, beşgittiniz yapmıyor. Biraz arıza yani! Dilimin döndüğü ve aklımın erdiğince ona pek çok soru sordum. Ama sizi uyarıyorum, bu gazetenin bir yerlerinde okuyacağınız o röportaj, AB'yle ilişkilerimize ışık tutacak bir röportaj değil. Zaten böyle bir şey ummayacak kadar beni tanıyorsunuz değil mi?

HAMİŞ: Tabii ki barbekü için evime gelen arkadaşlarımla da tanıştı. İlk cümlesi de son derece espriliydi: ‘‘Hi, I am Karen, I am not a witch!’’ Üzerinde fotoğraflar çektirerek salıncağımın ‘‘açılış’’ını yapan Karen Fogg'un ben de cadı olduğuna inanmıyorum. Yine de karar sizin...


Eski kocam bir Türkle evlendiği için kıskanmış ve Türklere düşman kesilmişim öyle mi?


Eski kocanız bir Türkle evlenince, kıskanmış bütün Türklere düşman kesilmişsiniz! Murat Birsel yazmıştı, çok güldüm...

- Ama gülünmez mi? Böyle bir şey olabilir mi? 70'lerde tanıştık eski kocamla. Ayrılalı çok uzun zaman oluyor. Sonra o bir Türk'le evlendi. Ve şimdi son derece mutlu. Onunla ilişkimden harika bir kızım var, 28 yaşında. Sık sık İstanbul'a babasını görmeye gelirdi...

Babası artık İstanbul'da değil mi?

- Yok hayır, eşinin işi nedeniyle Türkiye dışındalar. Lale isminde bir kızları var. Yani kızımın kızkardeşi yarı Türk. Bununla da gurur duyuyorum. Ama ben onların özel hayatına burnumu sokmak istemiyorum. Yine de gördüğünüz gibi özel sorularınıza cevap veriyorum, çok daha formel olabilirdim.

AB'dekiler sizi daha formel olmanız gerektiğini konusunda uyarmıyor mu?

- Onlar temsilcilerine güveniyor. Bana kime nasıl davranmam gerektiği söylenmiyor.

Türkler hakkında aklınıza gelen ilk sıfatları söyleyin...

- Arkadaş canlısı, sıcak. Sonra Türkler için güven önemli bir değer. Ve tabii ikili ilişkiler. Bir de Türk olmaktan müthiş gurur duyuyorlar...

Farkında olmayarak siz Türklerin gururunu incitmiş olabilir misiniz?

- Hálá bana insanların yanlış yaptığımı iddia ettiği şeyleri soruyorsunuz! Özür dileyecek bir şey yapmadım ben. Bu geçen süre içinde o kadar destek ve sıcaklık gördüm ki. Üstelik her kesimden. Bana yapılanlardan utanç duyduğunu söyleyen Türkler'le de karşılaştım. Bizler artık kişisel yorumlar üzerine konuşmayı kesmeli Türkiye'nin geleceğiyle ilgilenmeliyiz...


KIZIMIN YARI TÜRK BİR KIZKARDEŞİ VAR


Nasıl bir annesiniz?

- Harika! Olağanüstü bir ilişkimiz var kızımla.

İnsan kendisi için ‘‘Harika bir anneyim’’ der mi? Nerde alçakgönüllülük?

- Ama kızım öyle söylüyor, ben de ona inanıyorum. On sene önce bu kadar güvenli değildim...

Bir kadın kaç yaşından sonra kendine sizin kadar güveniyor?

- Ee 40'ı devirmeniz lazım! Kızımla eskisine göre çok daha iyi arkadaşız. Mutlu evli çiftler gibiyiz şimdi. O pek çok ülkede yaşadı. Belçika'da, Danimarka'da. Yunanlı bir sevgilisi vardı 4-5 sene Yunanistan'a gitti geldi. 19 yaşındayken Gana'da kaldı. Uganda, Kenya, Uzakdoğu... Şimdi Latin Amerika'ya gitmek istiyor. Doğal bir insandır, benim gibi değil yani.

Nasıl yani?

- O içgüdülerini önemser, iç seslerini dinler. Bürokrasiyi takmaz, sabırsızdır. Ama benim dünyadaki en iyi tatil arkadaşımdır. Ne zaman uygun bir zaman dilimi yakalasak seyahat ederiz. Kışın Hindistan'a gittik. Küba'yı Mısır'ı Şili'yi hep anne-kız birlikte gezdik.

Sizin eviniz neresi?

- Bilmiyorum aslında. 30 senedir Brüksel'de yaşıyordum, evim orasıydı. Artık değil.

Piyanisti vurmak kolaydır

Görev süresi doldu. Ve o İsveç'e uçtu. Karen Fogg, artık bünyesinde 20 hükümet ve uluslararası sivil toplum örgütü bulunan ve merkezi Stokholm'de olan IDEA'nın (Demokrasi ve Seçim Asistanlığı Enstitüsü) genel sekreteri. Biz Türkler kurtulduk yani ondan! ‘‘Vatan haini’’ ilan etmeye ramak kaldığımız Karen Fogg'la Türkiye AB ilişkileri, o meşhur e-mail hikayelerini ve kişiliğini konuştuk...


Özel hayatım olabilir sandım yanıldım


Hep marjinallerle iletişim kurduğunuz söyleniyor? Haliyle ülke gerçeğini de ıskalıyor oluyorsunuz...

- Kesinlikle paranoya!

Ama e-mail trafiğinize bakınca toplumun sadece bir kesimiyle samimi ilişkiler geliştirdiğiniz duygusuna kapılıyor insan...

- Sami Kohen ya da Ferai Tınç gibi saygın isimlerle iletişim kurmamızdan daha normal ne olabilir? Onlar bizim ofis olarak temasta olduğumuz, genellikle de dış haber yapan gazeteciler ve köşe yazarları. Gerçek olan tek şey var o da farklı bir temsilci olduğum. Bir kere kadınım ve formel değilim. Sosyal politikalar, eğitim politikaları, üniversitelerle işbirliği, bölgesel kalkınma gibi konularda uzmanım ben. Uzun yıllar Doğu Avrupa'da çalıştığım için devlet reformu nedir, biliyorum. Sırtımı dayayıp işi danışmanlara bırakabilirdim. Yapmadım.

BELKİ DE SAFIM

‘‘Derin devlet’’ hakkında ahkam kesmek ya da Denktaş hükümetini devirmek de bir AB temsilcisinin görevleri arasında mı?

- Onları yazan ben değilim! Bu bir saptırma...

Peki o e-mail'lerde Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz hakkında küçümseyici ifadeler kullandığınız da mı yalan?

- Onlar da ben değilim! Akademisyen bir dostum, bana yazdığı bir notta Mesut Yılmaz'dan espri olsun diye, Happy Unyielder (İngilizce mesut yılmaz) diye sözediyor. Samimi olan insanların kendi aralarındaki özel iletişimden bahsediyoruz! Ve sonra o notlardan komplo teorileri üretiliyor...

Üslubunuza dikkat etmek hiç mi aklınıza gelmedi?

- Hayır. Kimbilir belki de safım ben!

Sizin konumunuzdaki birinin bu kadar saf olmaya hakkı var mı?

- Ben Romanya'da da devlet tarafından izlendim, bunun nasıl bir şey olduğunu biliyorum. Sırlarımın olmaması gerektiğini de. Ama Türkiye'de başıma gelenler süpriz oldu. Çünkü çılgın beyinler, basit fikirler üzerine müthiş komplo teorileri üretti. Mesela haber bültenimizde yazı yazması için Ferai Tınç dahil en az 15 kişiye teklifte bulunduk. Aralarında Cengiz Çandar da vardı. Tabii ‘‘bir ücret istiyorsanız bildirin’’ dedik. Bu tür yazı katkısında bulunan insanlara bir ücret ödemek gayet normaldir. Doğu Perinçek bunu bile malzeme yaptı...

Peki Metin Münir'e yazdıklarınız: ‘‘Sweetheart’’ ‘‘Are you lonely‘‘ ‘‘Do you wanna party’’. Bunlar yayınlanınca utandınız mı?

- Utanmamı gerektirecek ne var? Sweetheart ironik bir terimdir ama ‘‘Kendini yalnız mı hissediyorsun?’’ gibi şeyler yazmadım. Türkiye, AB'yle ilişkilerini bu saçma sapan e-mail'ler üzerinden kuracaksa ne ala. Ama ben üzülüyorum....

UYUYAN GÜZELLER

‘‘Türkiye tarihiyle hesaplaşamıyor, bu meseleyi halledemedi’’ dediniz mi?

- 30 yıldır tanıdığım Floransa'da yaşayan bir arkadaşıma, dünyadaki en yakın dostuma, bir şeyler yazıyorum ve bir şaka yapıyorum. Sonra da bazıları bunu ciddiye alıyor. Türkiye'ye bir hakaret gibi algılıyor. Komik!

Peki ‘‘İstanbul'daki uyuyan güzeller’’ kim? Ne demek istediniz ‘‘Sleeping beauties in İstanbul’’ derken...

-İslamcıları kasdettiğimi zannettiler! Daha tuhaf bir şey olabilir mi? Son bir senedir İstanbul'da tanıştığım insanlar, kendi aralarında siyasetin ne kadar yozlaştığını konuşuyor. Ve yeni yüzlere ihtiyaç olduğunu anlatıyor. Ankara'dan onlara gına gelmiş durumda. Ama siyasete girmiyorlar. Ben onları kasdettim.

Peki bu yorumları yapmaya hakkınız var mı?

- Neden olmasın? 4 yıldır bu ülkede yaşıyorum.

İyi de siz normal bir insan değilsiniz! Belki üslubunuza daha dikkat edebilirdiniz...

- Bir tek hatam var, o da bir özel hayatımın olabileceğini düşünmem. Özel konuşmalar yapabileceğimi düşündüm. Yanılmışım. Herşeyin bu kadar tahrip edilebileceğini hesaba katamadım...

Şimdi daha mı dikkatlisiniz?

- Nerdeeee? Tam tersi...


Sonunda ayrılıyorsunuz Türkiye'den. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? a) Mutluyum b) Üzgünüm c) Öfkeliyim

- Hayal kırıklığı yaşadığımı söyleyebilirim. Tam Türkiye'deki operasyon etkin hale gelmeye başladı, benim görev sürem bitti...

Ama ‘‘Bu kadından bir kurtulsak, işler yoluna girecek!’’ diyenler çok sevindi. Topların bu kadar üzerinize doğrultulması sizi nasıl etkiledi?

- Topları, tüfekleri değil, kurduğum iyi ilişkileri anımsıyorum ben. Ve Türkiye'deki dostlarımdan ayrılacağım için üzülüyorum. Ama hepsine ‘‘Merak etmeyin, geri döneceğim’’ diyorum...

Neredeyse ‘‘persona non grata’’ ilan edildiniz!

- Gazetelerde yayınlanan o saçmalıklardan mı söz ediyorsunuz?

Yoksa yazılıp çizilenler tercüme edilmiyor muydu size?

- Medyayı normal bir Türk vatandaşından daha fazla takip ediyorum. Hakkımda bütün yazılanlardan haberdarım. Hedef hiçbir zaman ben olmadım ki...

Kimdi peki?

- Avrupa Birliği. Ben de onun Türkiye'deki temsilcisiydim. Bazıları için piyanisti vurmak daha kolaydır! Medya, her zaman bir ülkenin gerçeklerini birebir yansıtmıyor. Anlıyorum ama üzülüyorum. Çünkü Avrupa Birliği'ne girme sürecinde olan bir ülkenin insanlarında güvensizlik hissi yarattı o haberler. Ve ülkeyi yavaşlattı.

RESMEN SİRKTİ HERŞEY

Sizin hiç mi suçunuz yok yani! AB'yle ilişkilerimizi güçlendirmeye geldiniz, neredeyse bozdunuz. Dahası o e-mail'lerle pek çok insana koz verdiniz...

- Çalınmakla kalmamış, kötü niyetle tahrif edilmiş, o e-mail'ler hakkında konuşmak hiç içimden gelmiyor! Zararsız ve tamamen kişisel yazışmalardı. Ama Hollywood filmlerine taş çıkaracak komplo teorileriyle yorumlandı. Tüm bu hadiseye inananların olması ve medyada geniş yer alması beni ayrıca şaşırttı. Resmen sirkti herşey!

Neden bu kadar küstahsınız?

- Gerçekten öyle olduğumu mu düşünüyorsunuz?

Yüzünüzdeki ifade baş öğretmenle okul müdiresi arası bir şey! Televizyonlardaki halinize bakıp, bir diplomat zarafetine sahip olmadığınızı ve insanları küçümsediğinizi düşündüm...

- Şimdi de öyle mi geliyorum size? Üzülürüm buna. Bakın, bazı Türklerin kafalarında çizdiği diplomat şablonuna uymuyorum ben. Ama tüm bunların AB'yle alakası yok. Nasıl olabilir? Benim tarzım, ses tonum ya da konuşurken kaşımı ne kadar kaldırdığım Avrupa Birliği'yle nasıl özdeşleştirilebilir?

İnsanlara yukarıdan bakan, ukala bir haliniz yok mu yani...

- Tüm bunların Avrupa Birliği'ne girme sürecinde olan bir ülkenin insanlarını etkilemesini son derece çocukça buluyorum...

Ama sıradan biri değildiniz ki! Siz AB'yi temsil eden bir simgeydiniz!

- İyi de nasıl giyinmem, insanlara nasıl davranmam, ne tür müzikler dinlemem gerektiği mi söylenecekti bana? Sonunda ne oldu zaten? Söylemediğim şeyler, tarafımdan söylenmiş gibi gösterildi. Yine de Türkiye'nin AB'yle ilişkileri tüm bu saçmalıklardan daha önemli...

Ankara'daki gazetecileri, bürokratları incittiğiniz söyleniyor. Millet yaka silkmiş sizden!

- Tüm bu suçlamaları kabul edeceğimi düşünmüyorsunuz değil mi? Ben Avrupa Komisyonu'nu temsil ediyorum ve Avrupa Birliği Türkiye'nin girmek istediği bir organizasyon. Ben ülkesinin başkentine rapor veren bir diplomat hiç olmadım. Bizim işimiz, Türk halkıyla, yönetimiyle, iş çevreleriyle ve sivil toplumla çok yakından çalışmayı gerektiriyor. Avrupa Birliği'ne aday olmak ise, hükümetin aldığı bir karar.

Dışişleri’nde çalışanlar ve Batılı Büyükelçiler bile rahatsızmış sizden...

- Yok daha neler!

Sadece Türkiye'ye değil, dünyanın neresine gönderilseniz sorun yaratırmışsınız siz!

- İnanılır gibi değil.

Peki toplumun sadece bir kesimiyle ilişki kurdu diye eleştirenlere verecek cevabınız nedir?

- O da doğru değil. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesine destek veren herkesle iletişim kurduk biz. Kapılarımız açıktı. Bütün Türkiye'yi karış karış gezdim, pek çok konuda konferanslar verdim, bakanlıklarla, üniversitelerle ilişkiye girdim. Yaptığım işin en önemli bölümlerinden biri, Adalet Bakanlığı'nı ve Milli Eğitim Bakanlığı'nı destekleyecek mali sistemi oluşturmaktı. AB adayı olmanın ne demek olduğunu biliyorum ben. 1990'dan beri AB'nin genişleme çalışmalarının içindeyim. Doğu Avrupa ülkelerinin hepsiyle, özellikle Romanya'yla çalıştım. Sadece hükümetlerin çabasıyla olacak bir şey değil bu. Hükümetlerin aktif ve kendine güvenen bir sivil topluma ihtiyaçları var. Uzmanlıklar oluşturmak, bilgi verici aktiviteler düzenlemek, akıllıca tartışmalar yaratmak da bizim işimiz. Bu yaklaşımım size yabancı olduğu için ‘‘müdahale ediyormuşum’’ gibi gözükebilir. Oysa, bu benim işim.

Siz bu ‘‘müdahale’’ işini iyice abartmış olabilir misiniz!

- Bazı Türkler, yabancıların reform sürecinde Türkiye'ye yardımcı olmaları fikrine aşina değiller. Bir bit yeniği arıyorlar. Ama ben cadı değilim, düşman da değilim. Yeteri kadar zarif davranmadığımı iddia edenler Polis Akademisi ve Devlet Planlama Teşkilatı'na sorsunlar beni. Resmen hayranlarım var! İyi ve güzel haberler almaya alışık bir ülke değil Türkiye, dahası kendi kendine kötü haber üretmeye eğilimi var. Bu durum, belki de Türklerin ulusal karakterinin bir parçası. Evet, biliyorum bu ülkede insanların gelecek umudu az, iyimser değiller ama tüm bunlardan ne Brüksel sorumlu, ne ben ne de benim saç şeklim!


BUNLARI İSVEÇ, İSPANYA YAPTI TÜRKİYE HAKARET GİBİ ALGILAMAMALI


Siz kendinizi Hindistan'a giden ve oradaki az gelişmiş insanlara doğru yolu gösteren bir İngiliz kolonici filan gibi mi hissediyorsunuz?

- Hayır, ne alakası var. Bizler kendi gücünün farkına varmamış ülkelerin potansiyellerinin farkına varmalarına yardımcı oluyoruz, o kadar.

Neden ‘‘siz’’ yardımcı oluyorsunuz! Bu yukarıdan bir tavır değil mi?

- Hayır, Komisyon böyle bir şey. Ama Türkiye bambaşka bir ülke. Bir kere geçmişinin farkında, Atatürk'ün öneminin ve varlığının da. Komisyon, sadece AB'ye girmek için neler yapılması gerektiğini söylüyor. Belli kriterleri, şartları var. Bunları İsveç yerine getirdi, İspanya ve Avusturya da. Yani Türkiye bunları hakaret gibi algılamamalı! Birileri üstten bir tavırla bir şeyler dayatmıyor...


AŞK-NEFRET İLİŞKİSİ

AB'ye karşı bir aşk-nefret ilişkisi hálá sürüyor. Ama bugün, 4 yıl öncesine göre, Türkiye'nin bir Avrupa ülkesi olacağına inanan ve bunun için ciddi biçimde hazırlanan çok daha fazla sayıda insan ve kurum var. Gümrük Birliği, AB konusundaki bilgiyi fazla derinleştirmedi. Dahası bunun AB'ye tam üyelikten bir önceki adım olduğu iddiası yanıltıcı oldu...

KLASİK DİPLOMAT DEĞİLİM

Türkiye'nin reform sürecine de kişisel olarak angajeyim ben. Diplomat olmaktan çok, kalkınma politikaları konusunda çalışan biriyim. Bu konuda uzmanlaşanlar, işbirliği yaptıklarıyla çok yakın ilişki kurarlar. Brüksel'deki meslektaşlarıma karşı Türkiye'yi bütün gücümle savundum. Ama kamuoyunun önünde bundan söz etmem, çünkü bu zaten benim görevimdi.

BENDEN KURTULUŞ YOK

İki gündür İstanbul'dayım. Emekliliğimi Kuzey Kıbrıs'ta geçiririm demiştim. Ama kışın orada, yazın burada... Neden olmasın? Benden kurtuluş yok yani! Yıl sonuna kadar Türkiye, hem politik kriterler konusunda ne yaptığını ortaya koyacak, hem de Kıbrıs konusunda kritik görüşmeler yapacak. Ben olamayacağım! Olsun, uzaktan izlerim. 30 yıldır izliyorum, vazgeçecek halim yok ya...
Yazarın Tüm Yazıları