Herkes bu soruyu kendine sormalıdır

BİR okuyucumuz soruyor; yüce dinimiz, Müslümanların maddi ve manevi kalkınmalarını, yükselmelerini sağlayacak esasları getirdiği halde, neden Müslümanlar bugün perişan, zelil, güçsüz ve geri kalmışlar; buna mukabil niçin gayrimüslimler, Batılılar kalkınmış ve gelişmişlerdir?

Herkes bu soruyu kendine sormalıdır.

Öncelikle şunu ifade edeyim ki; İslam ülkelerinin geri kalmışlıklarına bakılarak, İslam dininin gelişmeye engel olduğu ve bütün ilmi-teknik gelişmelerin Avrupalılarca gerçekleştirildiği, Müslümanların medeniyete katkı sağlamadıkları iddiası tarihi hakikatlerle bağdaşmaz. İbni Sina, İbn-i Rüşd, Farabi, İbn-i Miskeveyh, İbn-i Haldun, Cabr İbn-i Hayyam, Ebubekir er-Razi, Kindi, Nasırüddin Tusi, Biruni, Ali Kuşçu, İsmail Gelenbevi, Hoca Tahsin, Hoca İshak, İbn-i Heysem ve yüzlerce bilgin, dünya bilim tarihine yerleşmişlerdir.

* * *

9., 10. ve 11. yüzyıllarda İslam dünyasında yaşanan ilmi, felsefi, teknolojik ve hukuki gelişmelerin çeşitli sebeplerle daha sonraki dönemlerde devam ettirilmemiş olması, İslam medeniyetinin duraklamasına ve daha sonra da Batı medeniyeti karşısında geri kalmasına sebep olmuştur. Bu konuya daha önceki yazılarımda biraz temas etmiştik.

İslam áleminin bu duruma düşmesinin sebebi; yüce dinimizin ilerlemeyi, yükselmeyi, kalkınmayı, ilmi, çalışmayı, güzel ahlakı, birlik ve beraberliği emreden ulvi prensiplerinin aksine, tembelliğe, cehalete, tefrikaya düşen Müslümanlardır. Yükseliş ve düşüş; çalışma ya da tembellik ve ahlaksızlığın tabii sonucudur. Çalışan hangi dinden olursa olsun yükselir, tembel olan mümin olsa bile zelil olur. Bu bir ilahi kuraldır. Milletlerin yükseliş ve düşüşleri bu kural üzere cereyan etmektedir.

Nitekim Yüce Allah, Kuran’ı Kerim’de bu hususta buyuruyor ki: "Bir toplum içinde bulunduğu durumu değiştirmedikçe Allah onların halini değiştirmez" (Ra’d, 11). Yine Kuran diyor ki: "İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat zuhur etti. Belki dönerler diye Allah onların yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırıyor." (Rum, 41). Bir başka ayette şöyle deniyor: "Allah bir beldeyi örnek verdi. Başkalarına ibret gösterdi ki, o belde mutlu ve refah bir hayat yaşarken, rızık hızla her taraftan bol bol gelirken, ahalisi Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiğinden, yani kötülük işlediğinden Allah da bu yaptıkları yüzünden onları açlığa mahkûm etmiştir." (Nahl, 112).

Bu ayetlerden anlıyoruz ki, bir milletin sahip olduğu mutluluk ve nimeti kaybetmesi zorluk, sıkıntı ve darlığa duçar olması, kendi elindedir. Böyle bir sonucu kendisi hak etmektedir.

İslam’a göre, iman ve ibadet esasları, körü körüne inanılması ve yerine getirilmesi gereken dogmalar değildir. Dinimizde dinamik, harekete geçirici bir iman anlayışı vardır. Yüce dinimiz, insanların sadece iman etmelerini değil, aynı zamanda güzel eylemlerde bulunmalarını ve imanlarını hayatlarının her boyutuna yansıtmalarını da ister. İslam dininin koymuş olduğu ahlaki buyruklar, ideal bir insan ve toplum inşa etmeyi hedefler.

* * *

Ancak günümüzde müminlerin birçoğu, iman ve ibadet esasları ile ahlaki yaşantı arasındaki yakın ilişkiyi gözden kaçırma yanılgısı içindedirler. Bir yandan ibadetlerini şekil olarak yerine getirirlerken, diğer yandan İslam’ın men ettiği bir kısım kötü ve yanlış davranışlar içinde bulunabilmektedirler. Halbuki gerçek müminin, özü ile sözü, inancı ile yaşantısı mutlaka uyumlu olmalıdır.

İşte bu uyum sağlandığı; inandığımız gibi yaşadığımız; cehaleti, ataleti, tefrikayı her türlü kötülüğü terk ederek birlik ve beraberlik içinde memleketimizin imarı ve kalkınması için çalıştığımız ve ahlaki faziletlere sahip olduğumuz takdirde hem fert, hem de millet olarak yükselir, maddi ve manevi mutluluğa erişiriz.

SORALIM ÖĞRENELİM

Güneydoğu’da yaygın olan başlık parasını meşrulaştırmak için kendilerince onu mehre benzetmektedirler. Bu doğru mu?

Sadık Z./ŞANLIURFA

Mehir ile başlık parası arasında asla bir benzerlik söz konusu olamaz. Mehir, kadına dönük bir güvence, bir faydadır. Nikáh akdi sırasında peşin veya sonra verilmek üzere iki taraf arasında tayin ve tespit edilir. Başlık parası ise kız isteme ve söz kesme merasiminde karara bağlanır ve kızın babasına verilir. Baba dilediğini kendine ayırır, dilediğini kızının ihtiyacına sarf eder. Başlık parası adeta bir satış bedelini andırmaktadır. Halbuki hür olan bir insanın satışı kesinlikle haramdır. Mehir, kadının hakkı olduğu için kocasının ölümü halinde eğer alınmamış ise böyle bir durumda kayınpeder olacak şahsa verilir. Başlık parası evlenmeyi zorlaştırmakta, nişanların bozulmasına sebep olmaktadır. Yüce peygamberimiz, "Evlenmeyi kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız" buyurmuştur. Dolayısıyla başlık parası haramdır.

Bir olayın tanığı olan kimse, gördüklerini ve bildiklerini gelip mahkemede anlatmazsa günahkár olmaz mı?

Fidan/İSTANBUL

Şahitlik ağır bir yüktür. Onun için insanlar ondan kaçmaktadırlar ki doğru değildir. Kuran, "Şahitlik yapmaya çağrıldıklarında kaçmasınlar" (Bakara, 282) buyurur. Yine Kuran, insanların haklarının zayi olmasına sebep olacağı için şahitliğin gizlenmesini şiddetle yasaklamıştır. Bakara 283’te şöyle buyurulmaktadır: "Şahitliği gizlemeyin, kim şahitliği gizlerse muhakkak onun kalbi vebaldedir." Bu ayetlerden şahitlik yapmamanın büyük günah olduğu açıkça ifade edilmektedir.

Burnumdan ameliyat olduğum için secdede yere koyamıyorum. Bir sakıncası var mı?

Cemil DEMİR/ANKARA

Özürsüz olarak burnun yere konmaması namazı bozmaz. Sadece mekruh (nahoş) sayılmıştır. Özürlü olduğunuzdan ötürü sizin için bu da söz konusu değildir.

Mevlana Türk olduğuna göre neden "Rumi" deniliyor?

A.Fettah ŞİŞEK/TRABZON

Vaktiyle üzerinde yaşadığımız topraklar Bizans’ın hákimiyeti altında bulunduğundan, etnik kökeni ne olursa olsun buralarda yaşayanlara "Rumi" denilirdi. Mevlana’ya Rumi denilmesinin sebebi de budur.
Yazarın Tüm Yazıları