Hem sevindim, hem kıskandım...

Lizbon

Futbol oynamadıklarını iddia ettiler, sadece şans dediler ancak Yunanlılar kupayı Atina’ya götürmeyi bildiler. Pazar akşamki sahneleri imrenerek ve alkışlayarak seyrettim.

Yunan milli takımı gösterişli futbol oynamıyormuş, doğru dürüst starları dahi yokmuş, çok şanslı imişler... vs. vs..

Maç sonrasındaki genel yorumlar bunlar. Ancak skor tablosuna bakacak olursanız, kupayı da kimselerin beğenmemek istemediği bu takımın aldığını görüyorsunuz.

Avrupa kupası başladığından beri Yunanistan’ın hırslı, kupaya asılan tutumu dikkatimi çekmişti ve sürekli onları destekledim. Sonunda da istediklerini elde ettiler.

Koskocaman bir aferin kazandılar. Küçük ülkelerinin boyutlarının ötesinde milletlerini yücelttiler.

60 bin kişilik stadı doldularan 20 bin Yunanlı herkesi susturdu. Sevinçten çılgına döndüler. Gece sabaha kadar Portekiz’in başkenti Lizbon’u panayır yerine çevirdiler.

Avrupalılık bu olsa gerek. Portekizliler dışardan kendi mahallelerine gelen, üstelik etrafı dövdükten sonra da şenlik yapan bu yabancılara çıt çıkartmadılar. Biz dahil başka ülkelerde olsa hem mağlup olduğumuz, hem de şenlik yaptıkları için adamlara eşşek sudan gelene kadar dayak atardık. Birkaç ufak sarhoşluk itişmesi dışında, Portekizliler acılarını bağırlarına bastılar, zafer kazananı alkışlamakla yetindiler.

Önceki gece tribünleri inleten o binlerce Yunanlıyı en iyi bizler anladık. Dünya kupasında, bırakın şampiyonluğu, üçüncülük bile bize yetmişti. Mutluluk sarhoşluğunu tatmış, sabahlara kadar Kore sokaklarında şarkı söyleyip, nara atıp “Türkiye... Türkiye...” diye bağırmıştık.

2004, YUNAN YILI OLACAK

Golün atılması ile birlikte Yunan halkı için 2004’ün çok prestijli geçeceği ortaya çıktı.

Avrupa kupasında kimsenin beklemediği bir sonuç aldılar. Süpriz yaratmanın ötesinde, gösterişsiz ancak disiplinli ve sonuca giden oyunlarıyla, final maçını bileklerinin hakkıyla kazandılar. Bu kupada illa şampiyon olmak için mutlaka büyük bir avrupa ülkesi olmak gerekmediğini, oyunu sonuna kadar iyi götüren küçük ülkelerin de zafer kazanabileceklerini gösterdiler.

2004’ün diğer prestijli bir gelişmesi Olimpiyatların da Yunanistan’da yapılacak olması. Yine mağlum Avrupa mafyası bu konuda da aylardır Yunanlıları küçümsüyor ve oyunları yetiştiremeyeceklerini, geç kalındığı için yeterince terör önlemi alınamadığı dedikodusunu yapıyorlar. Yunanlılar bunu da becerebilirlerse bu yıl kendilerini aşacaklar gibi görünüyor.

GEL DE, BU DURUMU KISKANMA...

Pazartesi sabahı daha gün atmadan yola çıkmak zorunda kaldım. Lizbon’un sokak köşelerinden havaalanına kadar heryer heyecandan sızmış, yorgunluktan halsiz kalmış Yunanlı ile doluydu.

Doğrusunu söyleyeyim, kıskanmadım desem yalan olur. Atina’ya dönüşünde milli takımın karşılanma sahnelerini sizler de yaşamak istemez miydiniz? Toplumlara özgüven kazandıran bu tip başarıları yaşamak istemez miydiniz?

Bağrıma taş basıp, kupanın Ege kıyılarına kadar getirilmiş olması ile kendimi avuttum.

Komşuya gelen bize de düşmez mi acaba?

* * *

TAM YEMEK YERKEN KARAMANLİS GELDİ

Avrupa Kupası finalini izlemek için Coca Cola’nın davetlisi olarak, medya ve iş dünyasından bir grup Lizbon’a gittik. Coca Cola’nın Ahmet’leri 2002 dünya kupasında da aynı daveti yapmışlardı ve çok eğlenmiştik.

Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı, Fikret Ercan, Hasan Cemal, Zafer Mutlu, Selahattin Duman, Ali Kırca, Esat Yılmaer, Tuncay Özilhan, Mustafa Taviloğlu, Aclan Acar, toplam 25-30 kişiydik.

Maçtan bir gece önce, Lizbon’un yarım saat uzağındaki Cascais bölgesine gittik. Atlantiğin dev dalgalarına karşı yemek yedik.

Günlük yaşamın dışına çıkıp, Manşet veya sorunları unutunca insan çocuklaşıyor. Bizde o halde, keyifli bir yemek yiyiyorduk ki, kapı açıldı ve içeri Yunan Başbakanı Karamanlis ile 15 kişilik ekibi girdi. Koca restoranda onu tanıyan bir tek bizler vardık ve ister istemez bizim masadan bir alkış koptu. O da şaşırdı, ancak grubu görünce tanıdı ve çok keyiflendi. “Mutlaka Portekiz’i yenmeli ve kupayı almalısınız” diye seslenenlerimiz, “buradan eli boş dönmeyin” diyenlerimiz, başmbaşka bir dünyadan tanıdğınız birini teşvik edenlerin heyecanı vardı. Orada farkına vardık ki, futbol insanları inanılmaz biçimde yakınlaştırıyor. Tüm anlaşmazlıkları unutturuyor. Sizi farklı bir dünya’ya taşıyor.

Restorandan ayrılırken, Karamanlis’in “bu gece beni çok mutlu ettiniz” demesi de işte bu futbol yakınlaşmasının en açık işaretiydi.

* * *

(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları