Hayatımın en keyifli dönemini yaşıyorum

PAZAR günü Nebil Özgentürk’le, “Sanatımızın Hatıra Defteri” belgeseli üzerine yaptığım röportajı okudunuz. Laf arasında, “Hayatımın en güzel dönemi” dedi, çok hoşuma gitti. Bir insan, bunu hissetmeden söyleyemez. Nebil gerçekten öyle hissediyor ve öyle yaşıyor. Bunda özel hayatının da etkisi var. Nebil’de minik bir Arın var. Bitirim bir oğlan çocuğu. 52’sinde denk geldi, Nebil çocukları üçledi. Yakalamışken soruyorum...

Haberin Devamı

51’inde tekrar baba olmak...

- Muhteşem! Oğlumla oyun oynarken kendimi kaybediyorum. Çok fırlama, bitirim bir çocuk. İki gün sete geldi. Ona baktıkça coştum. Benim boyumda ikizlerim de var biliyorsun, ne yazık ki onların çocukluklarını yaşayamadım. O sıralarda kendimi bir muhabirlik heyecanlarına kaptırmıştım. Diyarbakır’dan Romanya’daki ihtilale, oradan Cizre’ye...  Hep bir kendini ispat duygusu, hep bir beni adam yerine koyun arzusu...  Haberlerimi iyi kullansınlar, bana köşe versinler, ciddiye /images/100/0x0/55ea6bb7f018fbb8f87ec63dalsınlar... Bu telaşlarla helak ettim kendimi. Şimdi ise Allah’a şükür artık kendimi ispat etme derdim yok. Çok sevdiğim bir işi yapıyorum ve hayatımın çok keyifli bir dönemindeyim. Oğlum Arın da işte bu döneme denk geldi. Yarı canlı yarı oyuncak gibi bir şey. Şirinlik muskası bir herif! Onunla ilgilenmediğin zaman o cüce haliyle “İlgilen benimle!” diyen bir kedi gibi. Her anına tanık oluyorum. Oysa ikizlerin ne gülümsemelerini ne de başka bir şeylerini gördüm. “Tek derdim, aman işten atılmayayım!”dı. Şimdiyse hayatımın keyfini çıkarıyorum. Oğluma bez alırken bile ıslık çalıyorum, gurur duyuyorum...

Gelecek korkusu?

- Yok ya...  Artık akıllandım, sadece şu anı yaşıyorum. Çok da asil bir karım var. 39 yaşında anne oldu, o da keyfini çıkarıyor. Hoş bir serseri... En çok da hiç yalan söyleyememe halini seviyorum. Çünkü ben söylerim. O doğrucu Davut. Beni zor duruma düşürecek kadar dürüst. Ama seviniyorum, çocuğu da kendisi gibi yalansız olacak!

Haberin Devamı

HAMİŞ: “Sanatımızın Hatıra Defteri”ndeki canlandırmaları Tarık Ersoy çekti. Hepsi birbirinden güzel. Ona da teşekkürü borç bilirim.

Yarım Kalan Hayatlar’a yeniden başlıyoruuuz

MARİ Kasparyan’ı hatırlar mısınız?

Mari, 30. Yarım Kalan Hayatlar’
dı. /images/100/0x0/55ea6bb7f018fbb8f87ec63f

Müthiş bir kadın, yürekli bir kadın.

Uzun süre, anne olmak için uğraşıyor. Her türlü tedaviyi deniyor ama ıh-ıh. Tam vazgeçmek üzereyken, 49 yaşında ikizlerine hamile kalıyor. Serdar ve Arda dünyaya geldiğinde, ondan mutlusu yok.

Ama maalesef, bir sürü sonra ikizlerden Arda’nın otizmli olduğu anlaşılıyor. Mari pes etmiyor, Arda’yı hayata kazandırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor.

7 yaşındaki Arda, Tohum Vakfı’nın okulunda tam gün eğitim alıyor. Her gün yeni bir şey öğreniyor ve biraz daha gelişiyor...

*

Burada bir duralım!

Herkes Mari’ye, “Delisin! Sen bu parasız halinle, çocuğunu Tohum Vakfı’nın okuluna göndermeyi nasıl düşünebilirsin!” diyor, “O okulun yıllığı 57 bin lira... ”

Çocuğu söz konusu olunca Mari engel tanımıyor.

“Allah büyük! Ben ne yapar eder, her yıl o parayı bulurum”
diyor.

*

Azmi, dirayeti ve kararlılığı beni çok etkiledi.

Dent İstanbul’la
birlikte yaptığımız çalışmadan elde edilen 20 bin lira, Arda’nın geçen seneden kalan Tohum Vakfı Okulu’nun borcuna gitti. Ama bu yıl ne olacak bilinmiyordu.

Ben de bunu yazdım.

Hayat, tuhaf gerçekten.

O yazıyı okuyan bir hayırsever Mari’nin durumuna üzülüyor, Vahap Munyar’ı arıyor, “Bu anneye yardım etmek isterim” diyor.

Vahap
da bana söyledi. Çok sevindim ve dayanamadım müjdeyi hemen Mari’ye verdim.

Ne var ki, o söz konusu işadamına uzun bir süre ulaşamadım, yurtdışındaymış.

Ve o iş kaldı.

Aradan epey zaman geçti, ben de işlere daldım, unuttum.

*

Geçen gün telefonum çaldı.

Ayşe Hanım siz misiniz? Ben... ”

“Buyurun”
dedim.

“Sizin isminizi veren bir hanım beni arıyor. Çocuğunun okul parası için destek olacağımı söylemişim... ”

Deyince...

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

Bizim Mari, uzun bir süre ses çıkmayınca, yavrusunu korumak için kartal kesilmiş, beni aradan çıkarıp, işadamını direkt aramış...

Söz konusu işadamı da bana, “Yanlış anlamayın sadece beni arayan kişi sizin yazdığınız kişi mi onu anlamaya çalışıyorum” dedi.

Adı, “Mari Kasparyan mı?” dedim.

“Evet”
dedi,

Ben de, “O zaman doğru isim, odur” dedim.

Ben de tam telefonu kapatmak üzereyken, “Durun!” dedim, “Mari’yi alıp size gelmek istiyorum, bir görün onu, çok büyük bir iyilik yapıyorsunuz, öyle sadece telefonda kuru kuru teşekkür ederek olmaz!”

Ve kalktık elimizde çiçeklerle gittik.

Hayatımda gördüğüm en ilginç ofislerden biri.

Cam bir binanın tepesinde ve son derece güzel bir meydana bakıyor. Daha da ilginci, ofisinde, hayatımda gördüğüm en güzel papağan duruyor. Sarı-lacivert. Serbestçe odanın içinde uçuyor. Aynı ofiste iki köpek de var.

Çok şenlikli bir görüntü!

Papağanla köpekler iki de bir kavga ediyorlar ama aslında çok iyi anlaşıyorlar.

İşadamı, hepsiyle konuşuyor, Allah sizi inandırsın, onlar da, onun ne söylediğini anlıyor.

Sonra da papağana dönüp, “Bir de buna kuş beyinli” diyor, “Birçok insandan daha akıllı!”

*

O işadamını tanıdığıma çok sevindim.

Adının verilmesini istemediği için yazamadım.

Çıktığımızda Mari’yle sarıldık.

O mutluluktan ağlarken, “Bu seneyi de hallettik, bakalım gelecek sene ne yapacağız” dedi.

“Bilmiyorum”
dedim.

Bildiğim, benim için Yarım Kalan Hayat sezonun açıldığı.

32. Yarım Kalan Hayatlar’da kalmıştık, bu 57 bin lirayla 35. Yarım Kalan Hayatlar olduk.

Hadi bakalım hayırlısı.

Yeni Yarım Kalan Hayatlar’da buluşmak üzere...

Yazarın Tüm Yazıları