Hayat=Küçük mutluluklar Yatakta 6 ayak

Küçük tatiller, üçlü olarak bir arada olmamız, küsüp barışmalarımız, Alya’nın “Baba bak, yine mutluluktan ağlıyor anne!” diye dalga geçmesi; kızımın tutturukluğu, şımarıklığı, beni önce deli etmesi, sonra minik bir öpücükle gönlümü alması belki yazmaya bile değmeyecek ‘anlık mutluluk’lar… Ama hepsine şükrediyorum. Uyurken ayaklarımızın birbirine değmesine de...

Haberin Devamı

Düşünebiliyor musunuz?
20 yılım doluyor Hürriyet’te.
20 kocaman yıl./images/100/0x0/55eac6fef018fbb8f8960f3a
Ondan önce de birkaç yıl Tempo dergisi var.
Oha yani.
Neresinden bakarsan bak, bir ömür.
Aynı çatı altında bir ömür.

Bir sürü haber, röportaj, başarı, başarısızlık, heyecan, korku, salaklık, şaşkınlık, tecrübe sığdı bunca yıla…
Ben de büyüdüm, büyüyorum.
20’lerimde yazmaya başladığım bu köşeyi, o günlerden beri okuyanlarla birlikte büyüdük.
Birlikte yaşlanıyoruz yani.
Heyecanımdan hâlâ hiçbir şey eksilmedi.
Bu işi hâlâ kalbim küt küt atarak yapıyorum.
Hâlâ, kuş kondurabilir miyim diye bakıyorum.
Bazen oluyor, bazen olmuyor.
Ama hâlâ bir oyun gibi geliyor işim bana, iş gibi değil, bu kadar heyecan duymam da bu yüzden.

İşim, aşkım./images/100/0x0/55eac6fff018fbb8f8960f3c
Hiç şüphesiz.
Ama bir aşkım daha var.
Daha büyük aşkım.
En büyük aşkım: Ailem.
20’lerimde biri bana, “İleride bir adamı çok seveceksin, aile kuracaksın, kızın olacak ve mıç mıç olacaksınız” dese...
Kaçacak delik arardım.
Bana evlilik, bir adama bağlı olma, hep ama hep onunla olma, ondan başkasıyla sevişmeme, anne olma, rutinler, yapılması gerekenler, sorumluluklar, vazifeler, ayyy düşünmesi bile fena gelirdi.
Herkesin yaptığı şey.
Orijinal değildi.
Heyecan verici hiç değildi.

Ama bu yaşımda...
Geriye dönüp bakıyorum da...
İnsanın mutlu bir ailesi olmasından daha güzel bir şey yokmuş.
O ikisi var ya o ikisi, sevgilim ve kızım, onlarla kurduğum hayat, en büyük başarım.
Gerisi de biraz tâli aslında.
Allah’tan bunu idrak edebiliyorum ve şükrediyorum. Herkesin baktığı yerden, kendi gerçekliği farklı olabilir ama benimki böyle. Gerçi, onları hak edecek ne yaptığımı da bilmiyorum./images/100/0x0/55eac6fff018fbb8f8960f3e
Küçük mutluluklar, benim için en büyük mutluluk.
Küçük tatiller, üçlü olarak bir arada olmamız, saçma kavgalarımız, küsüp barışmalarımız, birlikte keşiflerimiz, gülmelerimiz, ağlamalarımız; Alya’nın “Baba bak, yine mutluluktan ağlıyor anne!” diye dalga geçmesi; birbirimize korkularımızı, hayallerimizi anlatmamız; kızımın tutturukluğu, şımarıklığı, beni önce deli etmesi, sonra minik bir öpücükle gönlümü alması belki yazmaya bile değmeyecek ‘anlık mutluluk’lar...
Ama geldiğim noktada, “İyi ki yaşıyorum!” dedirten de bunlar.
Kaybetmekten korktuğum da.
“Tutamıyorum zamanı” gibi hissettiğim de bu, çünkü her şey akıp gidiyor, kızım gözümün önünde büyüyor.
O yüzden de her anın kıymetini bilmeye çalışıyorum.

Geçen hafta sonu, sevgilimin Hamburg’da toplantısı vardı.
Bildiğin iş gezisi.
Alya ve ben kuyruk olduk.
O kadar güzel bir dört gün geçirdik ki.
Biliyor musunuz aslında destinasyonun zerre kadar önemi yok, evet Hamburg çok güzel bir şehir ama Sofya, Varşova, Bakü ya da Elazığ olabilirdi.
Biz, o ‘süreç’te eğleniyoruz.
Bir otel odası yetiyor.
O odanın da hangi şehirde olduğun pek fark etmiyor.
Üçümüzün sığacağı, kuduracağı bir yatak olsun yeter./images/100/0x0/55eac6fff018fbb8f8960f40

Uyurken iki kişinin ayağının değmesi şahane bir his.
Hele aşk varsa...
Bundan daha büyük huzur yok.
Ama bir çift minik ayak da eklenirse, oh ne âlâ.
Yine öyle oldu.
Otel odası eve çevrildi.
Boyama kalemleri ve boyama kitapları alındı. Sadece Alya değil, ben de seviyorum boyama yapmayı, dünyanın en ciddi işi gibi, dilim dışarıda pür dikkat boyuyorum.
Bir sürü fotoğraf çektik, saçma sapan fotoğraflar, fotoğraf değeri olmayan fotoğraflar... Olsun, sonraki aşama, onlardan seyahat albümü yapmak, komik anları bir daha yaşamak, müze fişlerini, metro biletlerini filan yapıştırmak, kendimizce ilkel sanat eserleri oluşturmak.
Budur mutluluk.
Sokaklara vurduk kendimizi.
Aslında o kentle birlikte, kendimizi de yeniden keşfediyoruz.
Gerginlik yok, “Şehri hatmedeceğiz” diye bir telaşımız yok, canımız nereye isterse oraya gidiyoruz, gittik.
Hayvanat bahçesi, liman, müze, göl kenarı, sokaklar, tamamen üçlü avarelik...
Hedef birlikte zaman geçirmek, o kadar. Paten mi kaymak istiyor kızımız, tamam, paten, dizlik ve kask alıyoruz, kayıyor. O düşüyor, kalkıyor, biz onunla koşturuyoruz.
Dondurma mı yiyeceğiz? Kim takar kilo almayı, patlayana kadar yiyoruz./images/100/0x0/55eac6fff018fbb8f8960f42
8 yaşında oldu; ‘Abercrombie’ yılları geldi, üçümüz girip x-small bir şeyler alıyoruz ona, kasket, tişört, aman ne mutlu oluyor.
Ama işte hep hayalleri var, bir i-Phone olsa mesela... “12 yaşından evvel unut küçük hanım” diyoruz.
Nasıl da numaracı, oyun yüklemek için Apple kart almamızı istiyor, bana diyor ki, “Eğer şimdi iki tane alırsan, söz buluğ çağında çok iyi bir çocuk olacağım, hiç arıza yaratmayacağım.”
Güldürüyor beni.
12-13 yaşında beni perişan edeceğine eminim!

Ölüm soruyor.
Seks soruyor.
“Çocuk doğururken canın acıyor mu?” diyor.
“Regl olduğumda yüzebilecek miyim?” diyor.
“Kaç yaşında tampon kullanmaya başladın?” diyor.
“Babamdan başkasına âşık olursan, bana ne olacak?” diyor.
“Depreme asansörde yakalanırsan ne olur?” diyor.
“Bu gece hiç uyumasak olur mu?” diyor.
“Beni mi, babayı mı daha çok seviyorsun?” diyor.
“Bu gece saçlarımı yıkamasak olur mu?” diyor.
“N’olur biraz sulu kola içsem?” diyor.
“Biranın tadına bakabilir miyim?” diyor.
“Bana makyaj malzemesi alabilir miyiz?” diyor.
“Ne zaman sutyen takacağım?” diyor.
“Babaçi hiç ölmeyecek di mi?” diyor.
“4. sınıfta arkadaşlarımla uzay kampına gidebilir miyim?” diyor.
“18 yaşına kadar sizinle uyuyabilir miyim?” diyor.
“Bütün erkekler baba kadar güzel kokuyor mu?” diyor.
“Almanca bir küfür öğretir misin?” diyor.
“Kondom ne demek?” diyor.

Gülüyorum.
Bazen sorularına cevap verebiliyorum, bazen veremiyorum.
Bu kadar çok soru soran bir bücürle yaşadığım için şükrediyorum.
Uyurken ayaklarımızın birbirine değmesine de.
Onlarlayken hiç ölmeyecekmişim gibi geliyor.
Sarılıyorum kızıma, kocama...

Yazarın Tüm Yazıları