Gün, 22 Temmuz’un “mazbata”sını alma günü

Türkiye, şayet bir “mucize” olmazsa, bugün 11.Cumhurbaşkanı ile tanışacak ve 11.Cumhurbaşkanıı’nın adı Abdullah Gül olacak.

Nasıl bir “mucize” olabilir ki?

Haberin Devamı

Akla gelmesi imkansız olanlardan gayrı, akla gelebilen topu topu üç “mucize”den birinin olması lazım:

  1. Askeri darbe olur. Parlamento lağvedilir. Sokağa çıkma yasağı ilan edilir ve Cumhurbaşkanı seçimi yapılmamış olur.
  2. MHP ile DSP, CHP’nin yanısıra Meclis’i boykot ederler ve 367 toplantı yeter sayısı sağlanamadığı için, Cumhurbaşkanı seçimi yapılmaz.
  3. Abdullah Gül’ün başına –Allah göstermesin- Cumhurbaşkanı seçilmesini önleyecek bir şey gelir.

Geldiğimiz noktada, şu gün, bu üçünden birinin olması “mucize” sayılır.

Niçin? Askeri darbe olamaz mı?

Hayır, olamaz. “Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir” hesabı, bu Salı gününün gelişi, Pazartesi gününden, hatta haftalar öncesinden belliydi. Daha doğrusu, 22 Temmuz’dan bu yana gidişat, 28 Ağustos günü, bir askeri darbe ihtimalini, bunu dışarıda ve içerde çok arzu eden ve gerçekleşmesine gayret gösteren çevreler bulunmasına rağmen imkansızlaştırdı.

MHP, sistemin “normal çalışması”nda ve Cumhurbaşkanı seçim turlarının tamamlanmasında kararlı olduğunu çok açık biçimde ortaya koydu. DSP’liler de CHP gibi davranmayacakları işaretini verdiler. İkinci “mucize ihtimali” de yok.

Haberin Devamı

Üçüncüsü, herkes için her vakit geçerli olabilecek ve dolayısıyla şu gün itibarıyla “olmayacak” cinsten bir durum olur. Yani, olmaz.

Türkiye, bugün 11.Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül ismi ile tanışacak.

 

***        ***       ***

 

Bir kaç gün daha –hafta değil- kamuoyu, medyatik vıdıvıdılarla oyalanmak istenecek. Abdullah Gül’ün yemin törenini kim katıldı, kim katılmadı; 30 Ağustos resepsiyonuna Hayrünnisa Gül gitmezken, nerede ne yapıyordu; 30 Ağustos törenlerinde hangi komutan, yeni Cumhurbaşkanı ile konuştu ya da konuşmadı; yüzünün ifadesi neydi; Abdullah Gül, Köşk’e nasıl çıktı; Hayrünnisa Gül’ün Köşk’e giderken üstünde ne vardı, kapıda kim bekliyordu, vs. vs.

Birkaç gün daha bu tür “pösteki” saymakla meşguledileceğimiz kesin. Ancak, bu durum, haftalarca kesin olarak sürmeyecek, sürmesi mümkün değil.

Çünkü, birkaç gün içinde yeni hükümet kurulacak, yeni Cumhurbaşkanı’na sunulacak ve çalışmaya başlayacak. Yeni bakanlar ve onlarla birlikte, Türkiye’nin yeni “yönetici profili” belli olacak.

Hükümet haberleri, “siyasi magazin”i zorunlu olarak ikinci plana itecek.

Çok kişinin kaygılarının aksine, Türkiye, “normalleşme”ye hızlı bir geçiş yapacak. Bu toplum, aylardır çok gerildi. Toplumun bir bölümü, hatırı sayılır önemdeki bir kesimi, “paranoid” duygulara tutsak edildi. Hatta, eblehleştirildi. Sağlıklı düşünme melekeleri yitirtildi ve “korkular”ın kapanında tutuldu.

Haberin Devamı

Siyasi partiler zemininde bu tür gerginliğin mimarı CHP oldu. Bu arada, birkaç yıl sonra adı sanı tedavülden kalkacak sahte medya kahramanları da, toplumu “paranoya” ile “enfekte” etmekte rol aldılar.

Bir kaç ay içinde, söz konusu “korkular” ve “kaygılar”ın yersizliği ortaya çıkacak. Türkiye, ciddi ve gerçekten hayati konularla uğraşacak. Başta, yeni ve sivil bir anayasa yapımı. Ardından, AB ile büyük mücadeleleri gerektirecek bir dönem. Uluslararası sistem içinde, yerini arama girişimleri.

Çetin bir tarih sürecine doğru ilerliyoruz. “Normalleşme”ye ihtiyacımız var ve 11.Cumhurbaşkanı’nı nihayet bulacağımız bugün, bir yandan Abdullah Gül’ün yemin töreni ve Çankaya’ya çıkış günü ama daha önemlisi, bu “normalleşme” döneminin açılış günü...

Haberin Devamı

 

***        ***      ***

 

Abdullah Gül, 27 Nisan günü de adaydı. Üstelik, bu kez aldığı oylardan daha yükseğini elde etmişti. 367’yi ilk turda bulmasına birkaç oy yetecekti. Dolayısıyla, aradan geçen tam 4 aylık sürenin şöyle düşünülebilmesi de, ister istemez, akıllara geliyor:

  1. Türkiye, madem 28 Ağustos 2007’de Abdullah Gül’ü seçecekti, pisi pisine ve gereksiz yere dört ayını kaybetti;
  2. Abdullah Gül’ün, 27 Nisan’da seçilmesi, CHP-Anayasa Mahkemesi-Askeri müdahale “teslis”i (trinite) ile önlenmişti. Gelinen nokta, 22 Temmuz sonucunun, 27 Nisan’a “rövanşizmi” anlamına gelir. Bu da, devlet kurumlarının sindireceği bir durum olmadığı için, son dört ayda ortaya çıkmış bulunan sıkıntılar, ertelenerek ve hatta katlanarak, 28 Ağustos’tan sonra devam edecektir.

Bu “önerme”lerin ikisi de doğru değildir. Evet, çalkantılı bir dört ay yaşadık ama bu dört ay, Türkiye’nin yeni dengelerinin kurulması ve ortaya çıkması ve ilettiği paha biçilmez “dersler” sayesinde –almak kaydıyla- ülkemiz ve hatta ülkemizin “jeopolitiği”nden ötüürü uluslararası sistem bakımından son derece önemli ve değerli sonuçlar getirmiştir.

Türkiye halkının “demokratik erginliği” ortaya çıkmış, “demokrasinin konsolidasyonu”nda büyük mesafe kaydedilmiş, “kullanım süresi dolmuş” siyasi organizmalar ıskartaya çıkmış, “statükoculuk” yenilgiye uğratılmış, hem Batı dünyası ve hem de İslam dünyası açısından “ilgi çekici” ve “heyecan verici” Türkiye performansı yenilenmiştir.

Haberin Devamı

Bu güçlü “yenilenme ivmesi”nden ötürü, 22 Temmuz-28 Ağustos arasını, 27 Nisan’a karşı bir “rövanşizm süresi” olarak değil, 27 Nisan ile tetiklenen, Türkiye’nin “yenilik ve dönüşüm iradesi”nin güçlenmesi gibi görmek yerinde olur.

28 Ağustos, bunun “tescil” günüdür.

Bir başka deyimle, 28 Ağustos, 22 Temmuz’un “mazbatası”nı aldığı gün olarak, tarihimize kaydedilecektir...

Yazarın Tüm Yazıları