GS, kendini affettirdi...

Ben Galatasaray’lıyım, bunu da büyük bir gururla açıkça söylerim. Son iki yıldır eziyet çekiyorduk. Hele Fenerbahçe’den yediğimiz 6 gol kaldırılacak gibi değildi. Ancak, 5-1’lik skor herşeyi unutturdu...

Eğer Galatasaray’lı değilseniz, bizim hislerimizi paylaşmakta zorlanabilirsiniz. Bundan dolayı, bu yazıyı okumamakta haklı olabilirsiniz. Ancak bırakın, biz Galatasaray’lılar kendi aramızda biraz dertleşelim.

Bizim için 5-1’lik sonuç ve Çarşamba gecesi kupa’nın eller üstüne kaldırılışının bambaşka bir anlamı var. Geçen yıl ve bu sezon çok hayal kırıklıkları yaşadık. Sevindiğimiz maçlarda dahi, dolu dolu keyiflenemedik. Her hafta ürkerek maçlara gittik. Saniyeleri sayarak 90 ıncı dakikayı bekledik.

Hele bir 6-0 yaşadık ki, sormayın gitsin. Sanki dünya yarılmıştı ve Galatasaray’lılar yerin dibine girmişlerdi.

İşte bundan dolayı 5-1 ilaç gibi geldi.

Adeta yeniden doğduk. Eski günleri ne kadar özlediğimizi de hissettik.

Benim hoşuma gitmeyen tek unsur, Aziz Yıldırım‘a yönelik küfürlerdi. Galatasaray’lılara hiç yakışmadı. Yıldırım, Galatasaray’ın Avrupa Şampiyonluğunu “tesadüf” diye nitelendirip tepki toplamış olabilir. Ancak, Galatasaray’lıların yoğun olduğu tribün üstündeki protokol balkonunda otururken, son derece çirkin küfürlerle ağırlamak çok ayıptı. Keşke Özhan Canaydın, Aziz Yıldırım ile birlikte maçı Fenerbahçe tribününden izleseydi.

Yapamadık... Başaramadık.

Şimdi takımımızdan beklediğimiz, Kadıköy’deki maçta da Fenerbahçe’ye boyun eğmemesidir. 100 üncü yıldönümümüzü kupalarla kutlayalım.

* * *

ÇORUM, ACABA MARKALAŞABİLİR Mİ?

Perşembe günü Çorum’daydık. Doğan Yayın Holding’in “Anadolu’daki Avrupa” adlı konferanslar dizisinin onuncusuna katıldım. Konu, Marka yaratmaktı. Markalaşılmadığı zaman gereken gelirin sağlanamadığı gerçeğini konuştuk.

Dışardan baktığımızda, Çorum denince aklımıza leblebi gelir. Oysa Erdem Çenesiz ve Kenan Malatyalı (Ticaret ve Sanayi Odaları ve dernek başkanları) anlatınca durum netleşti. Aslında Çorum başlı başına marka olmuş bile. Hitit’in izlerini taşıyan Alacahöyük’ü, kobileriyle, yemyeşil tabiatı ve Ece Banyo gibi nefis kuruluşlarıyla pırıl pırıl parlıyor.

Ancak kimselerin haberi yok.

Bilinmiyor, tanınmıyor.

Çorum marka olabilir tabii, ancak herşeyden önce kendini bize göstermeli.

Eminim bunu da yapacaktır.

NİHAYET, DERVİŞ’TEN KURTULDUNUZ...

Geldiği günden itibaren Kemal Derviş. Siyasi dünyamızın bir bölümünü rahatsız etti.

Kimi onu “bir bölen” olarak niteledi.

Ecevit, DSP’nin erimesinden Kemal Derviş’i sorumlu tuttu. Bahçeli, koalisyonu bozdu ve MHP’nin büyük oy kaybına yol açtı. İsmail Cem, kurduğu partinin başarısızlığında Derviş’in tutumunu gördü ve tabii en büyük şikayetçi CHP Deniz Baykal oldu.

Aslında Derviş, toplumun büyük bir bölümü tarafından tek başına bir marka, siyasi lider olarak görüldü. Tabii bu da birçok lideri, hem sinirlendirdi. Hem de korkuttu.

Neyse, artık bitti.

Kemal Derviş, geldiği gibi alkışlarla geri döndü. Uluslararası bir kuruluştan (Dünya Bankası), diğer bir başka Uluslararası kuruluşa (BM) gitti.

Korkanlar kurtuldu...

Rahat edebildiler...

Herşeye rağmen Derviş siyaset hayatımıza standart getirdi. İlkeleri, ciddiyeti, konuşmasının anlaşılırlığıyla çıtayı yükseltti.

Bu kadar katkıya da razıyız...

THY YERELLİKTEN KURTULAMIYOR...

Çok güzel ve yeni uçaklarınız olabilir. Hostesleriniz birbirinden güzel ve nazik olabilir. Yer hizmeti veren ekipleriniz çok etkili çalışabilir ve çokta para kazanabilirsiniz. Ancak herşeye rağmen yine de köylülükten kurtulamayabilirsiniz.

THY’den söz ediyorum.

Eğer, Amerika dahil, Avrupa uçuşlarında business uçarken dahi International Herald Tribune gazetesi bulunamıyorsa, bu yerelliktir. Sadece, Türk yolcuya Türk gazetesi servisi yapılır ve yabancılara “Sorry...” denirse, Uluslararası taşıyıcı niteliği kazanamazsınız.

Son bir yıldır en az on defa aynı durumla karşılaştım. Kimse bana “efendim her uçağa veriyoruz, ancak dağıtılması unutulmuş” gibi küçük yalanlar söylemesin.

Taşrarılıktan kurtulmanın yolunu arayın. Bu noktaya gelmeden de övünmeyin...

BORÇ ALIP YAŞIYORSAN...

IMF Başkan Yardımcısı Anne Krueger, geçen hafta Türkiye’de bir dizi konuşma yaptı, ancak bir cümlesi sorun yarattı:

“Türkiye’deki 350 milyon TL’lik (260 $) asgari ücretle, işsizliğin azaltılmasının ve istihdamın arttırılmasının önünü tıkıyorsunuz. Kaçak işçi sayısı artıyor” dedi.

Kıyametler koptu.

Biri çıkıp “Siz ayda 260 $’la yaşayabilir misiniz?” diye sordu. Gazeteler hemen “Bu nasıl Anne’lik ?” veya “Saçmaladı” başlıkları attılar.

Krueger’ın yanıtı ise çok doğruydu. “Eğer 260 dolarla geçinmem gerekiyorsa, o kadar paraya göre bir hayat kurarım”.

Tabii, durmadan borç alıp zengin gibi yaşamaya alışmış iseniz, Krueger’in sözleri sizi kızdırabilir. Oysa, Türk toplumunun daha da kemer sıkması gerekiyor. Eski dönemlerdeki çılgınlıklar artık geçti...

ENGELLİLER 5 YIL DAHA BEKLEMEK İSTEMİYOR

Bu hafta “Engelliler Haftası”.

74 yaşındaki bir engelli vatandaş Türkiye’deki 8,5 milyon özürlü adına bir e-mail göndermiş. Hasan Dulagil, yazısına Engelliler Yasası’nın Meclis’e sunulmasından duyduğu memnuniyeti belirterek başlamış. Dulagil, şöyle devam ediyor;

“5 yıl süre verilmesinin sebebini anlamadım. Yollarda kaldırımların ve geçitlerin inşaası, yeni özürlü otopark yerleri tanzimi zaman alacaktır. Ücretsiz sağlık taraması, bilgilendirme, yaşamda fırsat eşitliği verilmesi, engellilere kadro açılması, engellilere devletin bakması için gereken yardım ve yaşlılık aylığının artırılması, vergi muafiyeti, eğitim ve engelliler ve ailesinde engelli olanlara iş imkanlarının açılması bütçeye konacak para miktarına göre hemen başlar. Bir-iki senede tamamlanır. Böyle bir yasa çıkartıp ‘5 yıl içinde uygun hale gelecek’ demek ‘engellilere yaşama hürriyetinize devlet olarak bu kadar sene bir katkıda bulunmadık. 5 yıl daha bekleyin, paramız olunca yavaş yavaş yapacağız’ manasına gelir”

Hasan Dulagil, “74 yaşındayım, 5 yıl daha bekleyemem” diyor. Sizce haklı değil mi?

İBLİSLER, AZİZLER, KADINLAR

Necef Uğurlu, “Başka bir şey yapmamış gibi çoğu kişi tarafından Nazım’ı kaçıran, Viagra’yı ilk deneyen Türk olarak biliniyor” diye anlatmış Refik Erduran’ı…….
İblisler, Azizler, Kadınlar Refik Erduran’ın son kitabı. Bir dönemin, birkaç kuşağın, ülkemizin değişim ve dönüşüm yıllarının öyküsü…
Bu kitapla çıktığımız yolculukta pek çok isimle karşılaşıyoruz: Nazım Hikmet, İsmail Bilen, Muhsin Ertuğrul, Ulvi Uraz, Yıldız Kenter, Ertem Eğilmez, Müjdat Gezen, İlhan Selçuk, Rauf Denktaş, Duygu Asena, Necef Uğurlu... ve Erduran'ın yaşamına giren kadınlar... Leyla Umar’la tanışmaları ve evlenmeleri. Bu evliliğin Leyla Umar cephesini okumuştuk. Bir de Refik Erduran cephesi var tabii ki. Merek ediyorsanız sakın kaçırmayın… (Dünya Yayınları www.dunyakitaplari.com  0212 440 24 24)

(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr ) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr ) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com ) yayınlanmaktadır.)

Yazarın Tüm Yazıları