Gözlerimi kaybettiğimde daha 30’undaydım

Ortada yaşanmış bir kaza ve iki gerçek var. Annenin gerçeği ve 4 yaşındaki küçük bir çocuğun gerçeği...

Zümrüt ve Ceyda Düvenci’nin hikayesi. Müthiş bir anne-kız hikayesi. Güzelliğiyle ünlü genç müzik öğretmeni Zümrüt Düvenci’nin sevdiği bir kocası ve 4 yaşında bir kızı vardır. Bir kaza geçirir. Ama ne kaza! Ölümcül. Allah’tan yaşar ama gözlerini kaybeder. İşte bu röportaj, annenin ve o küçük çocuğunun yaşadıklarını anlatıyor...
/images/100/0x0/55ea7037f018fbb8f87ff290
O güne dönelim... 7 Mart 1981 sabahının sizin için diğer günlerden farkı neydi?

- Diğer günlerden bir farkı yoktu... Güzel, sakin bir cumartesi... Hafta sonu olduğu için okul yok. Öğretmen arkadaşlar, "Çocukları tiyatroya götürüyoruz. Sen de gelir misin?" dediler. "Tabii" dedim, Ceyda’yı giydirdim, üç otobüs Mustafakemalpaşa’dan Bursa’ya hareket ettik. Otobüs pek şenlikli. Biz öğretmenler, ön sıradayız...

Ne öğretmenisiniz?

- Müzik. Mustafakemalpaşa Lisesi’nde görevliyim... 6 yıldır evliyim, 4 yaşında dünyalar tatlısı bir kızım var... Mutlu bir aileyiz. Eşim İsmail’in babasının un fabrikaları ve benzin istasyonu var, varlıklı bir aile. Eşimle severek evlendim, pek düşkünüz birbirimize...

Tiyatro oyununun adını hatırlıyor musunuz?

- Köşebaşı. O kadar sıkıcı bir oyundu ki, pişman olduk gittiğimize. Bir de elektrik kesilmesin mi oyunun ortasında. Kapkaranlık oldu ortalık. Neyse ki, bitti. Şimdi dönüş yolundayız.
/images/100/0x0/55ea7037f018fbb8f87ff292
Gene önde mi oturuyorsunuz?

- Evet ama şoförün tam arkasında değil... Önümde de genç bir muavin çocuk var, ayakta duruyor...

Neler konuşuyorsunuz kendi aranızda?

- Yemek tarifleri veriyoruz birbirimize. Türkçe öğretmeni olan arkadaş, bir kurabiye tarifi verdi. "Nefis" dedi, "Mutlaka denemelisin." Aklımdan, ben de yapayım İsmail’e diye geçirdim. Sonra uykum geldi, kestirmek istedim. Ama Ceyda ile zor. "Hadi arkaya ablaların yanına" dedim, onu arkaya yolladım. Ve uykuya daldım... İşte ne olduysa, o anda oluyor. Ben uyurken. Karşıdan bir minibüs geliyor, şoförü sarhoş. Bizim otobüsle kafa kafaya çarpışıyor. Çok şiddetli bir çarpışma...

Sonuç?

- Devriliyoruz. Ön cam patlıyor. Önümdeki muavin, zavallıcık, oracıkta hayatını kaybediyor. Ben ise kafamı, hani o eski otobüslerde önde tutunacak demirler vardır ya, işte oraya var gücümle çarpıyorum. Göz hizam ile burnum birbirinden ayrılıyor. Daha doğrusu, burnum kırılıyor, üst çenem kopuyor, elmacık kemiklerim un ufak oluyor...

En son hatırladığınız kare bu mu...

- Aklımda kalan son kare, Ceyda’nın otobüsün arkasına gidişi. Allah’tan yerinden kıpırdamadığı için ona bir şey olmamış. Ben kazayı hiçbir şekilde hatırlamıyorum. Darbenin etkisiyle bayılmışım. Beni o halde görenler, öldüğümü zannetmişler. Nefes aldığımı fark edince hastaneye götürmüşler. Birkaç hastane, "Bu durumdaki bir hastaya bir şey yapamayız" demiş almamış. Neyse ki bir sonraki hastane almış ama morga yakın bir yere koymuş. Çünkü sabah çıkmayacağımı düşünüyorlarmış...

Ne zaman kendinize geldiniz?

- Son hastanede biraz kendime gelir gibi oldum. Baktım gözlerim bantlı. "Neden?" diye sordum doktora. Azarladığını işittim: "Sen yaşadığına şükret!" O an gözlerimle ilgili bir sorun olduğunu hissettim.

Sonra?

- Benim güzel kocam, beni önce İstanbul’a, sonra Londra’ya götürdü. En seri şekilde. Milim milim kafatasımın filmi çekildi, bir sürü test yapıldı. 7 saat süren bir ameliyata aldılar beni. Ve dağılmış yüzümü topladılar. "Eskisi gibi oldu" dediler ama gözlerim için özür dilediler: "Yapabileceğimiz bir şey yoktu: Göz sinirleri kopmuştu..." İşte, hayatımın geri kalanında göremeyeceğimi o an, orada öğrendim.

Neler hissettiniz?

- Önce isyan tabii... Henüz 30 yaşındasın... Bir ömür var önünde... Küçücük bir kızın ve sevdiğin bir kocan var. Aklına gelen ilk soru: "Neden ben? Neden ben?" Ama tuhaftır, acıyı veren Allah, bir şekilde sabrı da veriyor. Kafam çelik bir çemberin içindeyken, yavaş yavaş, hayatımı nasıl devam ettirebileceğimi düşünmeye başladım.

Pardon, kafanızda neden çelik çember var?

- Üst çeneyi kaynatmak için. En zor kaynayan yerlerden biriymiş. Hastanede iki ay oturur vaziyette kaldım. Uyuyamıyordum kafamdaki o çelik şeyle, felaket bir haldeydim. Allah’tan yanımda İsmail vardı, hiç yalnız bırakmadı beni. Ama şu var, zaman içinde şanslıyım diye düşünmeye başladım: Ya yüzüm gözüm yerine beynim dağılsaydı? Daha da kötüsü ya kızıma bir şey olsaydı? O zaman şükretmeye başladım. Bu duygu yeni bir hayata adapte olmamı kolaylaştırdı...

İlk yaşama tutunma hamleniz neydi?

- İsmail’den yün almasını rica ettim. Hastanedeyiz hálá. Örgüm oldum olası iyiydi. Bakalım, görmeden de örgü örebilecek miydim? Bir iki hafta beceremedim, ama yılmadım, sonra görmeden örmeyi başarabildim. O beni çok oyaladı. Ama tabii bu arada başıma gelebilecekleri de sık sık aklımdan geçiriyordum...

Neymiş onlar...

- Beklenmedik bir ayrılık olabilir, eşin seni terk edebilir. Normaldir de, zor bir şey hayatının geri kalanını görmeyen bir kadınla geçirmek. Kendimi tüm bunlara hazırladım. Ama öyle olmadı. Eşim terk etmek, kaçmak ne kelime, bana daha da sarıldı...

Kızınız peki... O daha 4 yaşında...

- O çok etkilendi bu kazadan. Otobüse binerken başka bir annesi vardı, indiğinde başka bir annesi oldu. Aramızdaki iletişim koptu. Beni önceki annesinin yerine geçen bir başkası zannetti. Annem bizimle yaşamaya başladı. Allah razı olsun. Ceyda’ya o baktı, tam 8 yıl. Ceyda küçüktü, durumu, değişikliği kavrayamadı, bana düşman gibi oldu. Hissettim. Ama üzerinde durmadım. O da kendince haklıydı. Zamanla, hep birlikte bütün zorlukları aştık...

Sizce eşiniz size acıdığı için mi kaldı?/images/100/0x0/55ea7037f018fbb8f87ff294

- Bakın, İsmail merhametli biridir. Ama öyle bir şey hissetseydim, zaten ben kalmazdım, giderdim. Buna asla tahammül edemezdim.

Yaşadıklarınızdan çıkardığınız bir ders var mı?

- Evet. Her şeye rağmen yaşamak olağanüstü güzel bir şey. Hiç pes etmemek, hep ama hep hayata sarılmak gerekiyor.

Şimdi evde yardımcınız bile yokmuş. Nasıl oluyor bu?

- İsmail’le evde bir üçüncü şahsın bulunmasından hoşlanmıyoruz. Haftada bir, genel temizliğe birisi geliyor o kadar. Evimi gayet iyi idare ediyorum. Üstelik çok da titiz bir ev kadınıyım. 30 yaşıma kadar görmüş olmam avantaj tabii. Renkleri biliyorum. Şekilleri biliyorum. Evimi ben döşedim. Kafamın içinde evimin planı var. Elektronikten de anlarım. Bütün ev aletlerini kullanabiliyorum. Mesela yeni bir DVD player aldım. Satıcı çocuk çok şaşırdı, nasıl kullanacaksın bunu abla diye. Sen anlat dedim, anlattı. Anlattıklarını kaydettim. Dinleye dinleye ezberledim. Şimdi kaçırdığım dizileri kaydedip ses dinleyerek izleyebiliyorum.

Fiziğiniz çok düzgün. Böyle kalmayı nasıl beceriyorsunuz?

- 53 yaşındayım ama kendimi 30 yaşındaki halimle hatırlıyorum ve hep öyle kalmaya çalışıyorum. Tabii ki ben de yaşlanıyorum. Ama kilo almamak elimde. Dikkat ediyorum. Sürekli spor yapıyorum. Müşerref Hanım diye bir spor hocası vardı. 8 yıl önce dersine gittim, anlattıklarını teybe aldım, ezberledim. O günden beri her gün 45 dakika evde egzersiz yapıyorum. Sonra koşu bandında bir ya da bir buçuk saat yürüyorum. Yediklerime de dikkat ediyorum. Hálá 36 bedenim. Saçlarımı da eskiden olduğu gibi kat kat kesiyorum.

Kendiniz mi kesiyorsunuz?

- Evet. Zor değil ki. Islatıyorum, önüme alıyorum, kademe kademe kesiyorum. Ayrıca boyasını da ben yapıyorum. Yıllarca sarışındım. Son senelerde Ceyda’nın tavsiyesine uydum, daha koyu bir renge boyuyorum. Hoşuma gidiyor böyle olmak.

Peki hiç korkmuyor musunuz, bu saçları boyarken yakarım filan diye...

- Yooo. Sadece bir keresinde Ceyda yanlış boya satın almış, kıpkırmızı oldu kafam. Ama problem olmadı, ikinci bir /images/100/0x0/55ea7037f018fbb8f87ff296boyayla düzelttim.

Kıyafetlerinizin uyumunu nasıl sağlıyorsunuz?

- Elbise mi alacağım? Sarı mı? İyice öğreniyorum. Nasıl bir sarı? Hardal sarısı mı? Civciv sarısı mı? Saman sarısı mı? Bunları bilmek önemli, gerisi hiç sorun değil.

İyi de giyecek seçerken neyin altına ne, ya da neyin üstüne ne gibi sorunlarınız olmuyor mu?

- Hayır. Elbiseler askıda duruyor. Kumaşlarına dokunduğum zaman ne olduğunu biliyorum. Yardıma ihtiyaç duymadan alıp giyiyorum. Görmemek, alışınca, öyle çok da feci bir şey değil...

İnsan, kendi yüzünü merak ediyor mu?

- Etmez mi? Ediyor. Yüzümdeki çizgilerimi merak ediyorum. Yıllar içinde ne kadar yaşlandım? Neye benzedi yüzüm? Soruyorum anlatıyorlar, "Cildin çok güzel" diyorlar, "Şuran şöyle, buran böyle..." Hayal etmeye çalışıyorum.

Eşinizi peki?

- Bu onun avantajı. Ben onu hep son gördüğüm haliyle, hep 34 yaşında hatırlıyorum. Biraz göbeklendi, saçları da beyazladı, ama hálá çok yakışıklı. Ama en çok Ceyda’mı merak ediyorum. Diyorlar ki, "Yüzü küçüklüğündeki gibi, pek değişmedi. Ağız kısmı hálá sana, kaş-göz babaya benziyor..." Bunları duyunca, onu kafamda canlandırabiliyorum. Bazen de "Gel sana bir dokunayım, nasılsın?" diyorum. Vücudunu kontrol ediyorum, kilo aldıysa kızıyorum.

Peki hiç anne-kız çelişkisi yaşamadınız mı?

- Yaşadık. Yaşamaz mıyız? Ben tam kavrayamamışım, başıma gelenlerden Ceyda çok etkilenmiş. Ama çok şükür, son birkaç senedir çok iyiyiz...

Bütün bu yaşadıklarınızda, sizi en çok sarsan neydi?

- Aslına bakarsanız, olay sıcaklığını kaybettikten sonra çok da sarsılmadım. Kendime yeni bir düzen kurdum sadece. Değiştiremeyeceğim için her şeyi kabullendim. Zaten öyle karanlıkta filan da değilim. Tamam görmüyorum ama çok renkli bir hayatım var. Beni seven bir kocam, iftihar ettiğim bir kızım, dostlarım, arkadaşlarım, bir de örgüm var. Halimden fevkalade memnunum. Yaşamı seviyorum ve her anından zevk alıyorum.

Valla müthişsiniz. Neredeyse "İyi ki bu kaza başıma gelmiş!" diyeceksiniz...

- İnanmayacaksınız ama söylüyorum zaten. Görmemek bazen bir avantaj. Artık görmek filan istemiyorum...

Görmeyen bir

anneyle büyümek benim için çok zordu


Kazadan sizin hatırladığınız ne var?

- Hiçbir şey yok. Sadece annemi gözleri bandajlı hatırlıyorum. Geceleri gizlice salonda neler olup bittiğini kontrol etmeye çalışıyordum. Çünkü babam, anneme pansuman yapıyordu. Niye pansuman yapıyordu? Neden annemin gözlerinde bandaj vardı, merak ediyordum.

Küçükken kimi örnek alıyordunuz? Annenizi mi babanızı mı?

- İkisine de değil. Anneannemi... Kazadan sonra 8 yıl bizimle yaşadı. Beni aslında o büyüttü. Ama annem hep başımızdaydı. "Kızım İngilizce konuşacak, tenis oynayacak ve çok iyi yüzecek" derdi. Gerçekten de, hepsini çok erken yaşta öğrendim. İlkokuldayken İngilizce konuşuyordum. Çünkü annem hocalar tuttu, İngilizce kasetler getirtti. Anneannemden hafta sonları beni Bursa’ya tenise ve yüzmeye götürmesini rica etti. Hırslı bir kadındı, idealleri yüksekti, her sosyal ortamda kendisini kanıtlayacak bir kızı olsun istedi. Hafta sonları spor yapmam zorunluydu, kaçışım yoktu.

Oooo nasıl hatırlıyorsunuz çocukluğunuzu?

- Farklı olduğu kesin. Annemle aramızda uzun yıllar boyunca bir yabancılaşma oldu. Ben bir türlü evin çocuğu olamadım. O annemdi, ama rollerimiz değişmişti. Onun sürekli yardıma ihtiyacı vardı ve ben çocuk aklımla anlayamıyordum. Sürekli kafasını bir yere çarpıyordu. Ellerimizde buzlar koşuyoruz, kafasına çiğnenmiş ekmekler koyuyoruz. Evde bir şeyin yeri değiştiğinde kıyamet kopuyordu. "Niye bu, buraya kondu?" E çocuğum, koyabilirim, sandalyeyi ortada da bırakabilirim, yerine de koyabilirim. Bu sebepten kavgalar çıkıyordu. "Şuna şuna dikkat etmem lazım" diye düşünmeye başlayınca çok erken olgunlaşma sürecine giriyorsun. Sofrayı kur, sofrayı kaldır, misafir geldi yardım et, annene yardım et, anneanneye yardım et’lerle çabucak büyüdüm. Yanlış anlamayın. Annem hiç aciz olmadı, aksine insanı sinirlenecek kadar hırslıydı. "Ben hallederim, karışmayın" havasındaydı. Bu yüzden uzun süre sinirli oldu...

İyi de 30’una kadar görmüş bir kadın, birdenbire karanlığa gömülünce tabii ki sinirli olacak, olmaz mı?

- Evet ama benim başıma gelen de haksızlık. Ben de ufacık bir çocuğum. Durumu kavramam, bilincine varmam kolay bir şey değil ki. Uzun süre, "Keşke o otobüste arkaya gitmeseydim" diye düşündüm.

Neden?

- E o zaman ya ben de ölürdüm, onlar yeni bir çocuk yapardı ya da ben önde olunca annem uyumazdı, hasarı bu kadar büyük olmazdı. İşte böyle saçma şeyler düşündüğüm bir dönemim oldu. Sonra da "Annemin gözleri görmüyor. Hep onu korumam, kollamam gerekiyor. Çocukluğumu bile yaşayamıyorum. Herkes arkadaşlarıyla gezmeye gidiyor, ben gidemiyorum. Bunu hak edecek ne yaptım?" triplerine girdim. Evde sürekli anne üzerinden dönen bir kavga ve gerginlik... Tuzluğun yeri değişti kabahat. Tabağı başka yere koydun kabahat, kabahat, kabahat... Bunlar tabii isyan yaratıyor. Buluğ çağında da çok ciddi kavgalar, çatışmalar yaşadık.

Anneanne hep evde mi?

- 18’ime kadar bizimle. O hep bir tampondu aramızda. Liseyi okumak için İstanbul’a, Kadıköy Anadolu’ya geldiğimde anneannem de kendi evine gitti.

Annenizin yeni hayatına adapte olması çok uzun sürdü mü?

- Tam tersine çok kısa sürdü. Hep şöyle diyorum: İki gözü kapandı, üçüncü gözü açıldı. İnanılmazdır. 50 metreden konuşulanları duyar. Bir arkadaşımı tanıştırırım, ses tonundan karakter analizi yapar. Genellikle de yanılmaz.

Bir duyu organı kapanınca, diğerlerinden birinin daha çok açıldığı doğru mu?

- Evet, kesinlikle böyle bir şey var. Müthiş bir kulağı var annemin. Sese doğru döndüğü için görmediğini anlamak da kolay değil. Bir de müthiş elbiseler örüyor. Gören gözle öyle elbiseler örülemez...

Nasıl yapıyor?

- Hiç anlamıyorum. Örmekle kalmıyor, üzerine boncuklar işliyor, kenarlarına danteller yapıyor, onları diziyor. Makrameler yapıyor, koroda şarkılar söylüyor, bir faaliyet, bir faaliyet. Annemi anlayabilmem ve takdir edebilmem için büyümem gerekiyordu. 25 yaşından sonra yaptığının ne kadar büyük bir iş olduğunu anlayabildim ancak. Daha önce ne annemin ne babamın kıymetini bilemedim. Şimdi onlarla gurur duyuyorum. Gerçekten mükemmel bir anne ve babaya sahibim. 30 yaşından sonra görmemek gibi bize korkunç gelecek bir şeyi yaşamış ama yine de ideallerinden vazgeçmemiş, tırnaklarıyla hayata asılmış bir kadın. Ve yüzü gözü dağılan ve görmemeye başlayan o kadını, ortada bırakmayan, bir gece bile dışarıda zaman geçirmeyen, her zaman evinden işine, işinden evine giden bir adam... Babamın Mevlana gibi biri olduğunu düşünüyorum. Son derece istisnai bir adam. Ama ben bunu kavrayana kadar çok zor dönemler yaşadık, çok küs kaldık. Çok kavgalar ettik. Özellikle ben çok kapıları çarpıp gittim. Yalnız başıma yaşadım.

Şu anda nerede yaşıyorsunuz?

- 7 yıldır ailemden ayrı yaşıyorum. Ama bugün hayatımda ailemden önce gelen hiçbir şey yok. Günde bir iki defa ikisinin de sesini duymazsam çıldırabilirim.

Hiç psikolojik yardım aldınız mı?

- Almaz mıyım? Hálá alıyorum. Haftada bir psikolog Defne Arıoba’ya gidiyorum. Tüm bu yaşadıklarım güçlü olmamı sağladı. Ama bir başka sonucu daha oldu: "Aman annem kafasını bir yere çarpmasın... İstediği bir şey var mı? Getirelim..." tavırlarının yaşandığı bir evde büyüyorsanız fazlasıyla anaç bir davranış biçimi geliştiriyorsunuz. Roller değişmiş: Evde bir çocuk var ama aslında anne o, ve bir anne var ama aslında o da evin çocuğu durumunda... Bu yüzden bütün kız ya da erkek arkadaşlarıma, sevgililerine müdahale eden biri oldum. Onların iyiliği için. Ama gerekli gereksiz hayatlarına karışan biri oldum. Bu, anne davranışı. Ama onların anneleri değilim ki. Tabii bu da problem yaratıyor. Öyle bir şey ki, ikili ilişkide karşı tarafa alan bırakmıyorsun ama bunun farkında değilsin. Her şey o zarar görmesin diye. Ama aslında onun alanına giriyorsun, nefes almasına izin vermiyorsun. İşte Defne Arıoba ile bu durumu çözmeye, aşmaya çalışıyorum.

Dominant bir kadın mısınız?

- Evet öyleydim ama tedavi oluyorum!

GÖRMEYENLERE HİZMET ETMEK İSTİYORUM

DVD’si çıkacak her Türk filmine sesli betimleme yapmayı düşünüyorum. İlkini yaptım bile. Sesli betimleme ne mi demek? Filmdeki oyuncuların konuşma dışında ne yaptıklarını yüksek sesle tarif etmek demek. Kapıyı açtı, içeri girdi, oturdu.. Görmeyenler de o sahneyi kendi kafalarında canlandırabilsinler diye. DVD’lerde nasıl alt yazı mönüsü var, görmeyenler için sesli betimleme mönüsü de olacak. Oldu bile. Cenneti Beklerken filmi için Boğaziçi Üniversitesi’yle birlikte ilk kez böyle bir çalışma yaptık.
Yazarın Tüm Yazıları