Göl ve gölge

"İnsan yeter ki gördüğünü sevsin.

Vakti geldiğinde herkes gibi görmüş olduklarından, yaşamış olduklarından minnettarlık duyarak buralardan ayrılacağını, yerini bir başkasına bırakacağını, kimsenin hiçbir yerin sahibi olmayacağını bilsin.

Yunus Emre’den bir dize hatırlasın, bu hayata ’biraz oyalanmaya’ geldiğini farketsin.

Yunus’un ’oyalanmak’ dediği hayatın kısacık bir parçasını inci grisi bir gölün kıyısında geçirdim.

Beni çevreleyen sükunet içimdeki sükunetle birleşti, ben sabahın solgun sessizliğine karıştım.

Küçük bir sazan balığı, bir dağ yemişi, bir zakkum çiçeği gibi o sakin güzelliğin bir parçası oldum.

Hiçbir şeyin sahibi değilim.

Bir sabah göle bakarım.

Minnettar bir sazan balığıyım."

Ahmet Altan’ın bu satırları beni hep Mogan’a, Eymir’e sürükler.

Kentimizin bir avuç deniz(sizlik) pansumanına...

* * *

Nasıl da çoraktır, Gölbaşı’ndan sonrası.

Biteviye bir bozkırı, dümdüz uzayan bir asfaltla trafik işareti gibi gösteren Konya Yolu’nda, serap olmayan bir vahadır Mogan; takdir edene.

Israrsız, iddiasız bir su birinkintine dönüşmüştür artık.

Yolun sağında kısa bir an uzanan, bir göl’ge...

Ama hatıraları hala Gölbaşı’nda yüzen bizim kuşak için, çorağa direnmenin başı hatta sonu demektir.

Ve orta okuldan liseye kırmızı bisikletle taşınan ilk aşkların, ikinci mekanı.

Gidonunda pırıltılı çelikten çıngırağı, oluruna gelirse arka çamurlukta bir küçük kedi gözü.

Sonra ver elini Gölbaşı, bin arkama komşu kızı.

Şimdi toplu iğne kadar da kalsa, gümüş bir rozettir Gölbaşı, Başkent’in yakasında.

* * *

O nedenle Kızılırmak’tan Mogan’a verilen ilk su çok önemli.

Yeterince su serpmese de gönlüme.

Mutlaka devamı gelmeli.

Mogan’a, Eymir’e...
Yazarın Tüm Yazıları