Global mahalle baskısının itici gücü tüketimdir…

Haberlerin arasında dolaşmak bunların birbirleri ile bağlantılarını düşünmenize de sebep oluyor.

Haberin Devamı

Mesela geçen hafta Star’da, Malezya’nın Türkiye’de bilinen otomobil markası Proton’un, sadece Müslümanlara uygun bir otomobil üretmeyi planladığı haberi vardı. Buna göre hedef kitlesini dünyadaki Müslüman otomobil kullanıcıların oluşturacağı araçta, kıbleyi bulan gelişmiş pusulalar, Kur’an-ı Kerim yerleştirmek için özel bölmeler, namaz vakitlerini bildiren yol bilgisayarı gibi özellikler bulunacakmış.

“Türkiye Malezya olur mu?” sorusuna cevap aranırken, kelime olarak hiç de Malezyalı olmayan bir markanın (Proton), hepsi de İslam dünyası dışındaki buluşlarla donatılacak aracı “İslami araba” diye sunma projesi, herhalde çarpıcıydı.

 

Özel kullanıma ‘A-380’ olur mu?

 

Haberin Devamı

Bu haberden sonra başka bir haber de Paris’ten geldi. Buna göre dünyanın en zengin 13’üncü adamı (kişisel serveti 20 milyar dolar) Suudi Prens Velid Bin Tallal, bizim de Türkiye’de hayranlık ve hayret duyguları içinde izlediğimiz Airbus’ın A-380 modelinden bir tanesini özel kullanımı için sipariş etmişti.

Uzunluğu 73 metre, kanatlarının genişliği 80 metre olan 560 ton ağırlığındaki bu dev yolcu uçağı için, Prens’in 300 milyon dolar ödeyeceği açıklanmıştı. Uçağın içindeki salonların ve diğer bölümlerin döşenmesi için de 100 milyon doları aşkın harcama yapılacağı, haberde vardı.

Bu uçakta da İslami arabadaki gibi bir GPS ile nerede bulunulduğu anlaşılacaktı. Belki de uçaktaki elektronik pusulaya bağlı bir “jiroskop-seccade” her an kıble yönüne dönebilecekti.

Trilyoner bir Suudi prensin görkemli uçağının, orta halli bir Müslüman’ın İslami arabasından daha az ibadete dönük donanıma sahip olması, herhalde düşünülemezdi.

Teknolojinin din ve ırk farkı olmaksızın bütün insanlığa sunduğu imkanlar bazen böyle şaşırtıcı örneklere dayanıyor.

 

Cübbeli hocanın vaazı

 

Youtube’da bir “cübbeli hoca”nın vaazı vardı. Hoca cemaati uyarıyor ve “Sakın cep telefonlarınıza ezan gibi dini çağrıları çalma sesi diye koymayın. Tuvalette telefon çaldığı zaman, pantolonunuzun cebinden ezan sesi gelince neye uğradığınızı şaşırırsınız” diyordu.

Haberin Devamı

Galiba teknolojiyi kullanırken, bunların hangi coğrafyalarda bulunup geliştirildiğini düşünmemek gerekiyor.

Radikal’in Cumartesi ekinde de, İngiliz The Independent gazetesinin belirlediği “Dünyayı kökünden değiştiren 101 zımbırtı aynen çevrilip listelenmişti. Bu listeyi incelerken, din, dil, milliyet, cinsiyet ve coğrafya farkının bu buluşların kullanımı açısından hiç önem taşımadığını hissettim.

Bir Kuala Lumpurlu da, bir Mekkeli de, bir Parisli de, bir Londralı da, bir İstanbullu veya bir Erzurumlu gibi, bunlara sahip olmadan bu çağda kendini eksikli hisseder. Bunlardan bazılarını bulunuş tarihleri ile hatırlayalım:

 

İtici güç tüketimdir

 

Uzaktan kumanda, 1950/ Tıraş bıçağı, 1895/ Telefon, 1876/ Televizyon, 1925/ Kredi kartı, 1950/ Buzdolabı, 1834/ Cep telefonu, 1947/ İnternet, 1969/ Kişisel bilgisayar (PC), 1977/ Dijital fotoğraf makinesi, 1975/ iPod, 2001…

Haberin Devamı

Bu tür haberleri okurken ne “Türkiye Malezya olur mu?” sorusuna cevap arıyorsunuz, ne de “Mahalle baskısı nedir?” diye araştırıyorsunuz.

Teknolojinin globalleşme sürecinde müthiş bir “tüketim baskısı”nı evrenselleştirdiğinin ve Malezyalı otomotivcilerin de talep yaratmak için dini ticarete alet ettiklerini hissediyorsunuz. Suudi Prens’in harcama gücüne ise sadece hayret ediyorsunuz.

Kalite kongresinde medyanın sorumluluğu…

Dün 16’ncı Kalite Kongresi’nde, “Medyanın Kurumsal Sosyal Sorumluluğu” konulu panelde ben de konuşmacıydım.

Defne Samyeli’nin yönettiği paneldeki diğer konuşmacılar; yapımcı Osman Sınav, Show TV Genel Müdürü Saner Ayar, Koç Holding’den Hakan Gören ve Prof. Dr. Acar Baltaş’tı.

Haberin Devamı

Konuşmacıları dinlerken, Türkiye’de her meslek için var olan “yeni bir bilinç ve sorumluluk gerektiği” şeklindeki beklentinin, medyaya dönük olarak da yoğunlaştığını hissettim.

Tabii ki tek geliri reklamlardan sağlanan görsel medyanın ve satış gelirleri maliyetlerinin altında olan gazetelerin ekonomik endişeleri, sorumluluk duygularını zaman zaman etkisiz kılıyor. Reytinge ve tiraja dönük endişeler, toplumsal sorumluluk öğesini sık sık unutturuyor.

Bu herhalde sonsuza kadar böyle gitmez. Ama şimdilik, ufukta dramatik bir olumlu gelişme de pek görünmemekte.

 

Yazarın Tüm Yazıları