Girmesek de geçmesek de o yol bizim yolumuz

Güvenlik önlemi diye hem yayaya, hem de araç trafiğine kapatılan sokaklar ve caddeler...

Hemen hemen her bina damının tepesinde elinde uzun namlulu silahlarla çevreyi süzen güvenlik güçleri. Karşımıza çıkan bariyerler, geçişi engelleyen panzerler, minibüsler ve Amerikan arabaları... Sakın kendinizi Hollywood filminde zannetmeyin. Size, semt sakinlerinin bile neredeyse pasaportla geçiş yapabildiği Ankara’nın girilemeyen bazı cadde ve sokaklarından bahsedeceğim.

Aklınıza hemen ABD Başkanı Barack Obama’nın Başkenti şereflendirdiği iki günlük ziyaret geldi değil mi? O işin hangi boyutlara geldiğini gösteren son darbeydi. Ankara’nın neredeyse tüm ana arterlerinin felç olduğu, araç trafiğini bırakın, yaya olarak bile üç adım ötenize gidemediğiniz bir süreçti.

Benim bahsedeceğim ise bu tip önlemlerin uzun yıllardır sürdüğü birkaç cadde ve sokakta yaşananlar. Başkentin en lüks semtlerinden biri sayılan GOP’nın Mahatma Gandi Caddesi’ndeki İsrail Elçiliği ilk durağım. Elçilik binasının önündeki yol bariyerlerle kapanmış durumda ki, ne araçlar, ne de yayalar geçebiliyor. Barikatın öteki tarafına ulaşmanız içinse gerisin geri dönüp, caddenin diğer ucundan girmeniz gerekiyor. Üstelik karşınıza çıkan engeller sadece çiçeklerle bezenmiş bariyerlerden oluşmuyor. Üniformalı bir kaç Türk polisinin yanı sıra her hallerinden MOSSAD elemanı olduğu belli İsrailli görevliler de karşınıza dikiliyor. Silahlı saldırıya karşı alınan önlemler gereği, bunlar olurken hiçbir yetkilimiz çıkıp da, "Elçilik binasını komşularınızı rahatsız etmeyecek daha güvenli bir bölgeye taşıyın" demiyor. Anladık elçilik arsası o ülkenin toprağıdır, ama önünden geçen caddeler o kentte yaşayan tüm vatandaşların ortak malıdır.

Benzeri bir durum da Amerikan Elçiliği’nin bulunduğu Paris Caddesi’nde yaşanıyor. Hastanenin bile bulunduğu caddenin her iki girişinde de araç geçişini engelleyen güvenlik kapıları ve dev Amerikan otoları var. Park halindeki bu araçlar yolu o kadar daraltıyor ki, kaplumbağa hızıyla aracınızı sürmek zorunda kalıyorsunuz. Durmakla gitmek arasındaki süratinden istifadeyle de, Amerikalılara ait araçların içindeki ajan gözlüklü tipler sizi baştan aşağıya süzüyor. Hatta bu göz hapsi elinde paket bulunan yayalar için daha ileri boyutlarda uygulanıyor. Şüpheli durumuna düşerseniz de resmi giyimli Türk polisi devreye giriyor ve Amerikalı meslektaşlarının gözetiminde kontrollerini gerçekleştiriyor.

Başkentlilerin yaşadığı sıkıntı sadece elçilik binalarıyla sınırlı değil. Başbakanlığın önündeki yol, bazı askeri binaların bulunduğu yerler aklıma ilk gelen örnekler. Sonuçta Obama’nın gelişiyle yaşadıklarımız beni fazla sinirlendirmedi. Zira biz zaten yasaklarla bezenmiş cadde ve sokaklara alışığız. Zaten bu duruma tepkisiz kaldığımız sürece de bizden sonraki nesiller de alışacak.

HEYKELİ SÖKEN BELEDİYE BAŞKANI KİMİN STAJERİ

Geçenlerde Kemer ilçesindeki bir heykel, çiçeği burnunda MHP’li Belediye Başkanı Mustafa Gül tarafından "halk müstehcen buluyor" gerekçesiyle sökülüp, depoya kaldırıldı. Bir an düşündüm; Acaba Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in yanında staj mı yaptı?

Hatırlayın, Gökçek’de ilk icraatını bir heykelle yapmıştı. 1994 yılında, Heykeltıraş Mehmet Aksoy ’un, Altınpark’taki "Periler Ülkesi" isimli eserini, "Böyle sanatın içine tüküreyim. Ahlaksızlığın adını sanat koymuşlar" diyerek parçalatınca, bir anda tüm Türkiye’nin gündemine oturmuştu. Hatta heykel operasyonları bununla da sınırlı kalmamıştı. Bakım için depoya kaldırılan kadınlar ve çocuklar heykelini de, yine "müstehcen" bulduğu gerekçesiyle, bir daha depodan çıkarttırmamıştı. Üstelik büyük tepki aldığı heykele tükürme gibi tepki toplayan uygulamalarının, kendisi için şeref olduğunu vurgulayarak, yaptıklarının arkasında durmuştu.

Gökçek’in, bir diğer heykel kaldırma teşebbüsü daha olmuştu. Dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın yaptırttığı Nazım Hikmet heykelini de yıktıracağı söylenmişti. Ama bunda başarılı olamamıştı. Bu arada içine tükürerek parçalattığı "Periler Ülkesi" heykeli için de, eserin sahibi Mehmet Aksoy’a yüklü bir tazminat ödemek zorunda kalmıştı.

Şimdi MHP’li Başkanın niye Gökçek’in yanında staj yaptığı kanısına vardığımı anladınız mı?

Aslında her ikisine de cazip bir teklifte bulunabilirdim. O zaman ne şiş ne de kebap yanardı. Heykeller de varlığını sürdürürdü. Ama teklifimi bile sunamadan müstehcen heykeller sökülüp atıldı.

HEYKELLERİ KURTARMAK İÇİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Gelelim çözüme... Televizyonlarda reklam filmi gösterilen bazı firmalar duruma uygun çareler üretmiş ve mevcudiyetlerini sürdürmüşlerdi. Örneğin, dünyaca ünlü bir kozmetik firması TV reklamını radikal bir şekilde değiştirmişti. Firma anti-selülit kremini tanıtan reklamlarında, iç çamaşırının ardında kalçası görünen kadını günümüz şartlarına adapte edivermişti. Çıplak kadın gitmiş, yerine de kadının kalçası eşofmanla kamufle edilmiş görüntüsü gelivermişti. Yani, iç çamaşırlı mankene eşofman altı giydirilivermişti.

Peki bu değişimi görüp, reklamı izlemeyi sürdürenler ne demişti?

"Yahu bu anti-selülit kremi o kadar etkili ki, kadının kalça ve bacaklarının pürüzsüzlüğü eşofmanına da yansımış."

Başka bir yöntem de, sökülen kadın erkek heykelinin hikayesi üzerine olabilirdi. Bu çözümü de bir reklamla filmiyle anlatayım. Çok değil, bundan kısa bir süre önce "pet" reklamlarına çıkan kızcağız, halinden memnuniyetini erkek arkadaşıyla paylaşıyordu. Ancak flört çağrışımı yapan bu kadın erkek dialoğu yasakçı zihniyeti hemen harekete geçirmiş ve ekran yasağı sinyalleri vermişti. Peki, pet firmasının yetkilileri ne yapmıştı? Senaryo üzerinde hafif bir oynamayla, kız erkek arkadaşını nişanlısı pozisyonuna sokmuştu. Eh bizim heykellerdeki karakterler de pek ala evlendirilebilir ve muhafazakár aile kalıbına sokulabilirdi.

İşte yasaklarla nerelere geldiğimizi görüyor musunuz?

GÜZEL BİR SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ

Geçenlerde çok güzel bir Sosyal sorumluluk projesine tanık oldum ve gelişmesi için sizlerle paylaşmak istedim. Maltepe Semti’ndeki Akar International Otel’in sahibi Remzi Akar, "Her misafirden 1 TL" kampanyası başlatmış. Ülkemizde ilk kez uyguladığı sistemle Türk Böbrek Vakfı için ciddi bir birikim de yapmış. Uygulama ise çok basit. Otelde konaklayan her misafirden vakfı için 1 TL bağış yapmalarını teklif ediyorlarmış. Şimdiye kadar da hiçbir müşteri de kendilerini geri döndürmemiş. Bu projesini turizm sektöründe yaygınlaştırmak için de bir sürü görüşmeler yapmış.

Peki vermeyen olursa diye Remzi Akar’a soruyorum. Şimdiye kadar hiçbir müşterinin kayıtsız kalmadığını belirtip "Vermeyenin yerine biz katkı sağlıyoruz. Zaten bu sembolik bir rakam, birçok müşteri çok daha fazlasını veriyor" diyor.

Amacının bu uygulamayı tüm Türkiye’ye yaymak olduğunu, sadece Ankara’daki otellerin katılımıyla bile ciddi rakamlara ulaşılacağını bir çırpıda anlatıyor. Hayalinin ise birçok sektörde bu uygulamanın hayata geçmesi olduğunu da özellikle vurguluyor. İnşallah kampanyası kısa zaman da yayılır da, Türk Böbrek Vakfı gibi sosyal sorumluluk projesi yürüten kurumlar yeni bir kaynağa kavuşur.

86 YILLIK TARİHİ BARINDIRAN MÜZENİN ÖNEMLİ BİR EKSİĞİ VAR

CHP Genel Merkezi
binasının giriş katında hazırlanan müzeyi gördünüz mü? CHP’nin kuruluşundan bugüne, partinin tarihine ışık tutan çok sayıda fotoğraf, belge, afiş ve eşyanın sergilendiği müze, gerçekten ilginç objeleri barındırıyor. Fotoğraflar arasında, bugüne kadar görev yapan 6 genel başkan, 24 genel sekreter, gençlik ve kadın kolu başkanları; Atatürk başta olmak üzere partinin 11 kurucusu; altı oklu amblemi çizen Mahmut Akok, 1973 seçimlerinde kullanılan ilk seçim otobüsü de bulunuyor.

1923’te yayınlanan kuruluş beyannamesinin orijinali, Atatürk’ten Hikmet Çetin’e CHP’li 11 meclis başkanı, eski harflerle yazılmış parti tabelası, 1947’de ’Dağ Başını Duman Almış’ marşını parti marşı olarak kabul eden genel kurul kararı, bugüne kadar kullanılan parti binaları ve CHP’li başkanların kurduğu hükümetlerin haber kupürleri, müzenin ilginç köşeleri arasında yer alıyor.

Müzede sergilenen ilginç objeler arasında, 1935’teki 5. kurultayda delegelere dağıtılan ve üzerinde İsmet İnönü’nün fotoğrafı bulunan sigara paketi, partinin eski bir bayram tebrik kartı, Bülent Ecevit’in 1941 yılında 16 yaşındayken yaptığı ilk şiir kitabı çevirisinin orijinal baskısı, 1954 yılında düzenlenen piyangonun bileti gibi materyaller bulunuyor.

Dolaşmayı bitirdikten sonra müzede önemli bir eksiğin daha farkına vardım. O da binanın kaptan köşkünde oturan Deniz Baykal’dı. Bakalım müzedeki yerini ne zaman alacak?
Yazarın Tüm Yazıları