Erdoğan’a yakışmadı...

BİR kısım iktidar yalakalarının "türban"ı savunmak için başvurdukları üçüncü sınıf demagojiye son bir, bir buçuk senedir orada burada rastlıyorduk ama doğrusunu isterseniz bir gün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da aynı malzemeyi kullanacağını hiç beklemiyorduk.

Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkması ihtimali bildiğiniz gibi bir süredir akıllara, "Türkiye Cumhurbaşkanı’nın eşinin ’türbanlı’ olması Büyük Atatürk’ün kurduğu çağdaş ve modern laik cumhuriyete yakışır mı?" sorusunu getiriyordu.

Daha doğrusu eşi türbanlı bir cumhurbaşkanının temsil ettiği devlete "laik cumhuriyet" denir mi, yoksa ABD’li diplomat Richard Holbrook’un ifadesiyle "Ilımlı İslam demokrasisi" mi demek gerekir sorusuydu tartışılan...

Sayın Başbakan önceki gün yaptığı basın toplantısında, "türban"la ilgili soruya, "Bir bayan nasıl başını açma hakkına sahipse, diğeri başını örtme hakkına sahiptir. Buna kimse müdahale edemez. Cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’ün eşine, annesine bak. Eğer örnek alacaksan Atatürk’ün eşi nasıl giyiniyor, buna bakarsın, bu da size bir ders olur" yanıtını verdi.

Bir hikáye vardır. Bektaşi onu dinleyince, "A oğlum," demiş, "ben bu hikáyenin neresini düzelteyim? Söylediğin Peygamber Hazret-i Süleyman değil, Hazret-i İbrahim olacak. Kurban etmeye kızını değil oğlunu adamış. Oğlunun adı İsrafil değil İsmail. İsmail’in canını kurtarmak için gelen meleğin adı Azrail değil Cebrail... Gökten inen kurban keçi değil koyun..."

Başbakan Erdoğan’
ın söyledikleri de öyle...

Türkiye’de kimse Anadolu’daki milyonlarca kadınımızın başını örtmesine de bir şey söylemiyor, başını örtme şekline de... İtiraz edilen "siyasi bir simge" haline gelen "türban"dan ibaret. Tıpkı bir tarihte İtalya’da Mussolini taraftarlarının giydiği "kara gömlek" gibi...

İkincisi, Atatürk’ün ne annesi Zübeyde Hanım’ın "türbanı" vardı ne de eşi Latife Hanım’ın... Onların kullandığı aynen yukarıda dediğimiz gibi yani Anadolu’da bugün de görülen "başörtüsü" idi.

Üçüncüsü... Zübeyde Hanım’ın vefat ettiği tarih 14 Ocak 1923’tür. Atatürk’ün Latife Hanım’la evlendiği tarih 29 Ocak 1923; boşandığı tarih 11 Ağustos 1925 idi. Atatürk’ün şapka devriminin tarihi 29 Kasım 1925. Daha sonraki kıyafet devriminin tarihi ise 3 Aralık 1934...

Tarihi gerçekler bu kadar açık olduğuna göre hangi izan sahibi "Atatürk’ün annesi ve eşi de devrimler sonrasında bile türbanlıydı" anlamına gelecek bir laf edebilir?

Kaldı ki Sayın Başbakan’ın "Madem Atatürk’ün eşi şapka ve kıyafet devrimlerinden önce başörtüsü takıyorlardı, o halde şimdiki cumhurbaşkanının eşi de -ona kıyasen- türban takabilir" mantığı eğer yerinde ise onu biraz daha geliştirmek mümkündür. Örneğin "Birinci Cumhurbaşkanımız Atatürk 1928’e kadar eski yazıyı kullanıyordu. Eğer Atatürk eski yazıyı kullanmakta sakınca görmediyse, bizim de şimdi eski yazıya dönmemizde bir sakınca yoktur" denebilir.

Eğer orada kalmak istemezseniz Anayasa’nın 174’üncü maddesinde yazılı olan öteki "devrim yasaları"nı da aynı mantıkla pazara sürüp, onların getirdiği kavram, kurum ve kuralları çöpe atabilirsiniz.

Hoş bu mantık ve bu gidiş başka bir yere varacağımızı da söylemiyor ya!
Yazarın Tüm Yazıları