Dylan’ı izledim ya gözüm arkada gitmem

Maçka’dan Harbiye Açıkhava’ya doğru yürüyorum. Konsere bir saatten fazla var ama son dakikada merdivenler yetmedi, insanlara bir de ayakta izlemeleri için bilet sattıklarını duyduğumdan, riske atmak istemiyorum.

Bob Dylan konserine gitmek “Ölmeden önce yapılacaklar listem”de üst sıralarda yer alıyor, haliyle izdihamdan içeri giremem diye korkuyorum.

Yolda arkadaşlar arıyor, “Deli misin, çok erken. Gel bir şeyler içelim, buradan gideriz” diye kanıma giriyorlar.

Biri aç, salata söylüyor, o salata yarım saatte geliyor, geldiği andan itibaren “Çabuk ye. Gecikiyoruz” diye marulları boğazına diziyorum.

Hesabı ödeyip aynı istikamete giden bir güruhla beraber Açıkhava’ya yürüyoruz.

Kapılarda uzun bilet kuyrukları, bilet soranlar, bilet satanlar avaz avaza... Kızın biri havada “Bedava bilete ihtiyacım var” yazılı bir pankart tutuyor. Yok ya?

Oldu.

İçeri girip bir koşu yerimi bulup kuruluyorum.

Oturduğum sandalye leş gibi, minder almadım diye yanıyorum ama sıcaktan enerjim yerlerde süründüğünden kalkıp almaya gidemiyorum.

Konserin başlamasına az kalmış, yan tarafta kavga patlak veriyor. ıki yaşlı adam “Buraya oturursun, oturamazsın” diye tekme tokat birbirlerine giriyorlar.

Yetmiyor, kızı, karısı, bir bakıyorum sülalecek girişiyorlar. “Tutmayın beni” durumu.

Saat tam 21.00’de Dylan sahnede yerini alıyor. Daha Açıkhava’nın yarısı boş. ıkinci şarkı oluyor, üçüncü şarkı oluyor, dördüncü şarkı ve hâlâ yukarıdan akın akın insan geliyor, yerlerini arıyor, Bob Dylan deneyimimi rezil ediyorlar.

Onları unutup sahneye konsantre olmaya çalışıyorum.

“ŞAİR DEMEYİN” DİYOR AMA NASIL DEMEYELİM?

1966’da katıldığı bir radyo programında “Kendimi şair olarak tanımlamak hoşuma gitmiyor çünkü bu beni bir sürü tuhaf insanla aynı kategoriye sokuyor”
demişti.

Fakat tüm dünya Dylan’ı yaşayan en iyi ozanlardan biri olarak tanımlamaya devam ediyor. Ondan önce popüler şarkı sözlerinin çoğu anlamsız diye nitelendirilirken onun şarkıları gerçeklerin ve inancın ifadesi.

Dylan’a kadar müzik keskin hatlarla tarzlara ayrılırken o bariyerleri yıktı.

Bruce Springsteen 1988’de şöyle demişti: “Elvis’in vücudunuzu özgürleştirdiği gibi Dylan da aklınızı özgürleştirdi.”

Her şey bir yana, başarısının kaynağı kendini baştan yaratma yeteneğinde yatıyordu.

New York’a işçi kıyafetleri içinde bir halk müziği şarkıcısı olarak gelmiş, Greenwich Village’da müzik, sanat ve edebiyata gömüldükten, Balzac’tan Rimbaud ve Ginsberg’e eline geçen her şeyi okuduktan sonra şehirli bir şaire dönüşmüştü. 1965’teki Newport Folk Festivali’nde siyah deri ceketi, koyu camlı gözlükleri ve sivri burun botlarıyla Dylan efsanesi oluşmaya başlamıştı.

Çoktan eskiyen Yeni Dünya karışıktı. Amerikan rüyası çatlamaya başlamış, siyahlar eşitlik için sokakları ateşe vermiş, savaş karşıtı gösteriler okul kampüslerini bulandırmıştı. Gençlerin sesi her zamankinden fazla çıkıyordu ve gençliğin idollerinden biri de Dylan’dı.

O günden bugüne birkaç kuşak geçti, genç kuşağı bilmem ama Dylan ilk gençlik yıllarımdan beri benim başlıca idolüm oldu.

ŞARKININ EN HİSLİ YERİNDE YELPAZE SATICILARI ÇIĞIRIYOR

Dylan sahnede bir klavyede, bir elektro gitarda, arada mızıkası ağzında...

Ayağını tatlı tatlı kırıyor, olduğu yerde hafiften sallanıyor, ayaklarını iki yana açıp klavyeye abanıyor.

“Just Like a Woman”da seyirci yavaştan eşlik etmeye başlıyor. Bakıyor seyirci nakarata hakim, susuyor, kollarını açıyor, kalabalıktan “Just like a woman” yankılanıyor.

Şarkının en hisli yerinde, tam havaya girmişiz, merdivenlerden “Yelpaze isteyen” diye seslenen satıcılar iniyor. Öndeki çift susuyor, görevliden su alıyor, para uzatıyor, para üstüne uzanıyor. Ah be kardeşim, iki dakika susuz idare edin; bırakın da izleyelim.

Sekizinci şarkıda en klişesinden istek parçalar geliyor: “Hurricane!”

Dylan’ın üzerinde Amerikan iç savaşında askerlerin giydiği üniformaları andıran bir kostüm, ayağında yumurta topuk, sivri burun botlar, en az 1965’teki deri ceketli hali kadar “cool”.

Seyirci beklediği coşkuyu biste yakalıyor. Dylan “Like a Rolling Stone”u öyle bir yorumla söylüyor ki, benim gibi şarkıyı satır satır ezberlemiş olanlar bile eşlik etmekte zorlanıyor.

“Gel bir tane daha söyle” diye alkış kıyamet kopuyor ama o ekibiyle selam verip huzurlarımızdan çekiliyor.
Yazarın Tüm Yazıları