Demokrat Parti’nin 61 yıllık macerası

Mehmet Ağar ile Erkan Mumcu anlaştılar ve DYP ile ANAP’ı birleştirerek eski Demokrat Parti’yi "ihya" etmeye karar verdiler.

DP, bundan 61 yıl önce 7 Ocak 1946 günü kurulmuş ve 14 Mayıs 1950’de seçimleri kazanarak iktidara gelmişti. 17 Mayıs 1960’da ordu yönetime el koyduktan kısa süre sonra da Cemal Özbey adındaki vatandaşın başvurusu sonucu verilen bir Asliye Hukuk Mahkemesi kararıyla, "kongresini zamanında yapmadığı" gerekçesiyle kapatılmıştı. 1992’de çıkan yasanın verdiği imkanla yeniden oluşturulan Demokrat Parti’de Hayrettin Erkmen, Aydın Menderes, Korkut Özal, Cüneyt Zapsu gibi isimler Genel Başkanlık yapmışlar; Melih Gökçek de 2002 seçimleri öncesinde AKP rotasına girmeye karar vermeden önce bu siyasi odağı pazarlık unsuru olarak kullanmıştı. En sonunda DP, 2005’de kendisini feshederek isim hakkıyla Anavatan Partisi’ne iltihak etmişti.

Gazeteci Serhat Hürkan’ın yakında yayınlanacak olan "14 Mayıs 1950" adındaki kitabında ilginç ayrıntılarla DP’nin iktidara geldiği günün öyküsü anlatılıyor. Kitapta o günü muhabir olarak yaşayan gazeteci ağabeyimiz Kemal Bağlum’un anlattıklarına da yer veriliyor:

"İtfaiye Meydanı’na bakan Hacıdoğan Mahallesi’nde oturuyordum. 14 Mayıs 1950 günü, oyumu Gazi Lisesi’ndeki sandığa attım. Akşam üzeri de, Demirtepe’de Sümer Sokak’ta bulunan DP Genel Merkezi’ne postu serdim. Celal Bayar’ın ve öteki parti büyüklerinin yabancısı değildim. Seçim gezilerinde hep yanlarında olmuştum. Akşam saatlerinde sonuçlar gelmeye başladı ve gece 23’e doğru durum aydınlandı. DP Genel Merkezi’nde Celal Bayar, ilk zafer açıklamasını yaptı: İktidarı aldık!

Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü bir kanepede oturuyorlardı. Ben de arka taraftaydım. DP lideri Celal Bayar, aslında 150 milletvekili çıkarsalar razıydı. Hiç itiraz etmeyecekti. Ama, zafer kazandıkları anlaşılınca üç kurucu bir ağızdan "Dağ Başını Duman Almış" marşını söylemeye başladılar. Ben de katıldım. Ankara Hukuk Fakültesi’nde Yüksel Menderes’in (Adnan Menderes’in intihar eden büyük oğlu) sınıf arkadaşıydım. Kamran İnan da bizim sınıftaydı. Hukuk Fakültesi tümüyle DP taraftarıydı. Seçim sonuçları kesinleşene kadar üç gün, üç gece uyumadım."


Hayalleri gerçeğe, Alaçatı da Venedik’e dönüştü

Bu hafta size Ankara’da Avrupai tarzda ilk "Uydu Kent"i yaratan başarılı bir proje adamından ve eserlerinden bahsedeceğim. Ardında kalıcı eserler bırakan bu kişinin adı, Aykut Mutlu.

MESA Şirketler Topluluğu’nun kurucusu Aykut Bey, Mesa Koru projesini hayata geçirirken, Eskişehir Yolu da bambaşka bir kimliğe bürünüyor. Ardı ardına kurulan siteler, yapılan lüks villalar bölgenin çehresini kısa sürede değiştiriyor.

Mesa Koru uydu kentiyle ismini duyuran Aykut Bey’i, dolayısıyla da projelerini anlatmak için 1990’lı yılların başına gitmek gerekiyor.

Avrupa, ABD ve Orta Amerika’da en başarılı liman yerleşmelerini planlayıp gerçekleştirmiş olan mimar François Spoerry, benzer bir proje gerçekleştirmek amacı ile Türkiye’nin Ege kıyılarını geziyor. Amaca en uygun bölgelerden biri olarak da Alaçatı beldesini seçiyor. Fransız yatırımcılar proje ile iki yıl uğraştıktan sonra, Türkiye’deki ekonomik istikrarının bozulması, bürokrasinin çok ağır işlemesi gibi nedenlerle yatırımdan vazgeçip ülkemizi terk ediyor. Sonuçta, 1994 yılında Ankara’daki Mesa Şirketler Topluluğu’nun kurucusu, ODTÜ Şehircilik Bölümü eski öğretim görevlisi Aykut Mutlu ile temasa geçiyorlar.

O sıralar Aykut Mutlu, 1989 yılında kurmuş olduğu Mesa Şirketler Grubu ile ilişkisini kesmiştir. Türkiye’de ilk defa, kamu-özel teşebbüs işbirliğini gerçekleştirip, Ankara Büyükşehir Belediyesi ile "Portakal Çiçeği Vadisi" kentsel yenileme projesine başlamıştır. Aynı zamanda, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi kent merkezini yenileme projesinde liderliği de sürmektedir.

Ardından 1995 yılı yazında Tepe Grubu’nun yüzde 51 hissedarı olduğu, Alaçatı Belediyesi ile İzmirli genç işadamlarının da konsorsiyumda yer aldığı "Alaçatı Turizm Yatırım ve İşletme A.Ş." yi kurar. Amacı, Alaçatı’yı İtalya’nın Venedik, Fransa’nın Port Grimaud stili 2 bin 500 evle donatmak ve denizden karaya doğru açılacak kanallarla küçük bir Venedik yaratmaktır. Hedefi, konut sahiplerinin yatlarını kapılarının önüne demirleyebilecekleri bir mekan inşa etmektir. Ayrıca, örnek bir proje gerçekleştirerek yörede mevcut sörf ve yelken faaliyetlerinin gelişmesine katkıda bulunmak, golf, sağlık hizmetleri, kongre merkezi gibi faaliyetlerin ilavesiyle kısa olan turistik mevsimi uzatmak, yapmak istedikleri arasındadır.

Tüm harita ve imar planlarının hazırlanması ilgili Bakanlıklardan ve Anıtlar Kurulu’ndan projenin onay alınması 2004 yılını bulur. Bu sırada mimar François Spoerry ölmüş, çalışmalar onun başyardımcısı ile sürmektedir. 2000 yılında Türkiye’nin içine düştüğü ekonomik kriz, Tepe Grubu’nun bu projeyi terk etmesine neden olur. Tepe, hisselerini Aykut Mutlu’ya devir ederek ayrılır.

2004 yılı sonbaharında projenin ilk bölümünü oluşturan 25 konut ve 18 odalı Butik Otel inşaatı başlar. Alaçatı yerli halkı kendi tabiri ile projeyi "Venedik Projesi" diye adlandırmaya çoktan başlamıştır.

TSK’de öylesi de var böylesi de

Aylık ekonomi dergisi Forbes Türkiye, son sayısında iş dünyasında yöneticilik yapan emekli generalleri "Şirket Paşaları" adıyla kapak konusu yapmış. Dergi haberinde, asker kökenli yöneticilerin mücadeleci yapıları ve savaş oyunlarındaki becerileri sayesinde stresli dönemleri daha kolay atlatabildiğini vurgulamış. Ayrıca, emekli generallerin siyasete girerek güç ve statüye ulaşmak yerine milyar dolarlık cirolara sahip şirketleri tercih etmesinde güç dengesinin giderek iş dünyasına doğru kaymasının etkili olduğunu belirtmiş. Son olarak da şirket yönetim kurullarında ve üniversite, vakıf mütevelli heyetlerinde yer alan 50 emekli paşanın ismini yazmış.

Bu haber bana, bir dönem Koç Şirketler Topluluğu’nun Ankara Genel Koordinatörü olarak da çalışan, Cumhurbaşkanlığı eski Basın Müşaviri Ali Baransel’in anlattığı ilginç bir anıyı hatırlattı.

Görevi kötüye kullanmak, kendisinin ve eşinin özel harcamalarını devlete ödetmek ve haksız mal edinmek gibi suçlamalarla yargının karşısına çıkan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil’in gündemde olduğu günlerdi. Baransel, Özdil davasının TSK içindeki münferit bir olay olarak algılanmasını gerektiğini söyleyip, dün gibi hafızasında kalan bir anısını anlatmıştı.

12 Mart Muhtırası’nda da imzası bulunan dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Mevdut Tağmaç, 1972 yılında görev süresinin bitimiyle emekli oluyor. Tağmaç Paşa, meşhur Erzincan Depremi’nde ailesini kaybetmiş, orta okuldan itibaren askeri eğitim almış ve tüm yaşamı silahlı kuvvetlerin içinde geçmiş bir kişi. Emekli olur olmaz İstanbul’a yerleşiyor ve birikmiş parası ancak 100 metre karelik mütevazı bir apartman dairesi almasına yetiyor. Üstelik ekonomik sıkıntılar da aynı anda kendini hissettirmeye başlıyor.

Orgeneral Mevdut Tağmaç’ın zor durumda olduğunu öğrenen Vehbi Koç, dostluk adına telefonla kendisini arıyor ve "Sayın Paşam, şan ve şöhretle köşenize çekildiniz. Uygun görürseniz şirketimizin yönetim kurulunda bulunmanızı arzu ediyoruz. Araba, şoför ne isterseniz emrinizde" diyor. Yanıt ise gecikmeksizin geliyor:

"Vehbi Bey, beni rencide ediyorsunuz. Devletim bana, mesleğimin en büyük rütbesini vermiş ve emekli maaşı bağlamış. Kutsal mesleğime gölge düşürebilecek hareketlerden uzak durmak ölünceye kadar şiarım olacaktır."
Yazarın Tüm Yazıları