Bir muhasebe...

BÜYÜK Atatürk’ü ebediyete uğurlayışımızın her yıldönümünde aklımızdan ister istemez onun eserlerini yıkmak için gayret sarf edenler ve aldıkları sonuçlar geçer.

Gerçi adını anmaya değmez ama, bunlardan en şom ağızlısı bir Alman gazetesinin Wolfgang Kyold isimli muhabiriydi:

Yirminci yüz yılın faşist, komünist ideolojilerinin doğurduğu devletler aynı yüzyıl bitmeden nasıl yıkıldıysa Kemalist ideolojinin yarattığı Türkiye Cumhuriyeti de yirmi birinci yüzyıla girmeden yıkılacak’ diye yazmıştı.

Sonra bir TV programında yüzüne vurduğumuz bu sözlerine açıklama getiremeyen Kyold nerededir bilemiyoruz ama o ve onun gibiler nerede olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti iç ve dış düşmanlarına rağmen hálá ayakta ve hálá tüm geri kalmış ülkeler için hem örnek hem de umut kaynağı olmaya devam ediyor.

Gerçekten sadece vefat ettiği günden değil, Büyük Atatürk’ün hizmetlerini ve ilkelerini, 19 Mayıs 1919’dan bugüne kadar yaşananlar ışığında değerlendirdiğiniz zaman bunların:

1- İleriye (gelişmeye, çağdaşlaşmaya) dönük,

2- Kendi içinde tutarlı ve çağdaş dünyadaki gelişmelerle uyumlu,

3- Değişimin temel gereksinmelerine yanıt veren,

4- Kendini savunma refleksi yüksek
ilkeler olduğu dikkati çekiyor.

Atatürk’ün iç düşmanları (hadi karşıtları diyelim) eserlerini yıkmak için sarf ettikleri çabalarda o yüzden hiçbir zaman istedikleri başarıyı yakalayamadılar.

En acımasız olanlar sonunda gidip Anıtkabir’de saygı duruşunda bulunmaya mecbur kaldı. Oradaki Şeref Defteri’ne en içten bağlılık mesajlarını onlar yazdı.

Büyük Atatürk’ün eserlerini yıpratma cereyanı bilindiği gibi önce 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle güçlendi. Ama bunlar bireysel düzeyde ve organize olmamış çabalardı.

Atatürk karşıtlığını kitleselleştirme ve organize hale getirme dönemi Adalet Partisi (AP) iktidarının İmam Hatip Lisesi açma ve yasadışı Kuran kurslarına göz yumma politikasıyla başladı. Bunu 1970’li yılların Milliyetçi Cephe koalisyonları hızlandırdı.

Ama 12 Eylül yönetiminin İmam-Hatip liselerine devam eden kız öğrencilerin ‘okulda başörtüsü takmalarına’ izin vermesi, tarikat yurtlarına ses çıkarmaması tuz biber ekti.

Ama bir 10 Kasım akşamı eşini alarak Ankara’da bir gece kulübünde dans etmeye giden Turgut Özal’ın yaptıklarını hiç kimse yapmadı. Çünkü Özal, önce okullardaki laik eğitimi çürütecek her yayını, her beyanı, her kitabı okullara soktu. 12 Eylül’ün yaptığını beşle, onla, yüzle çarptı. Atatürk’ün kurduğu devletin işleyişini bozdu. Laik Cumhuriyet’in adına ve tekil (üniter) yapısına bile karşı çıktı.

Uzatmayalım... Atatürk yine dimdik ayakta, yine en yukarıda ve yine en itibarlı yerde...

Peki ya ötekiler nerede?
Yazarın Tüm Yazıları