Bir günüm nasıl geçiyor (yine yeniden)

SABAH SABAH
“Sabaha karşı 5’te kalkıyorum. Hemen eşofmanlarımı giyip Bebek civarındaki rutin sabah koşumu yapıyorum. Eve döndüğümde personal trainer’ımla karın kası çalışıyorum. Trainer’ı kovduktan sonra duşa girip tamamı L’occitane’den alınmış bal özlü ürünle saçımı, vücudumu yıkıyorum. Kokusu şahane oluyor.
Günlük gazeteleri okumadan önce limonlu ılık suyumu içiyorum, ki metabolizmam arınsın ve çalışmaya başlasın. Tüm emelim zaten, Osman Müftüoğlu’nun vereceği sağlıklı yaşam karnesinden en az 8 alabilmek. Suyumu içtikten sonra gece yarım bıraktığım kitaptan bir 30 sayfa daha okuyorum.Sabahları zihin açık oluyor, kaçırmamak gerek diye. Ve kahvaltı zamanı... Kepek ekmekli tost, biraz domates, biraz meyve. Az ve öz. Akabinde, kahvaltı sonrası, ikinci uyku.

ÖĞLEN ÖĞLEN
Öğlene doğru yeniden kalkıyorum. Magazin dünyasının ünlüleriyle telefonda konuşuyorum. Herkese 40 saniye veriyorum. Fazla vıdı vıdı konsantrasyonumu bozuyor. Aile içi problemi olanları hiç dinlemiyorum, seks skandalı olan daha çok ilgimi çekiyor.
Asistanım “Vızıltı”, benim için notlar alıyor bu arada. İşini aksatırsa, ona en uzak semtteki Starbucks’tan latte getirmesini emrediyorum. Oradan getirip getirmediğini ispat etmek için malum şubeye varınca beni aramasını söylüyorum. Cepten değil tabii...
Ve alışveriş zamanı... Akşama beş parti, 15 açılış, sekiz kişiyle ayrı ayrı yemek randevusu olabiliyor zaman zaman. Hepsine ayrı kombinasyon lazım. Moda danışmanımla tüm mağazaları geziyoruz. Sonuç? Tüm mağazalarda olay çıkarıyoruz. İstediğimiz takım elbise yok diye mağaza elemanlarıyla kavga ediyoruz. Oysa pozitif olmam lazım hep pozitif. Yaşam koçum öyle söylüyor.

AKŞAM AKŞAM
Bütün randevulara zamanında yetişiyorum. Ama arada beş kişiyi ekiyorum. Ekildikleri için bozuluyorlar, bozuldukları için onları kara listeye alıyorum. Ne hakları var bozulmaya? Kolay mı benimle buluşmak?

GECE GECE
Malum kitaptan 60 sayfa daha okuyorum. Uykusu kaçan bir-iki ünlüyle msn’de konuşuyorum, bile bile onlara virüs yolluyorum. Uyumadan önce DVD’ye film kolajımı koyuyorum. Beğendiğim bazı filmlerin tüm önemli bölümlerini bir araya getiren kolaj bir film yaptırdım, 30 dakikalık. Tavsiye ederim, zaman kaybını önlüyor. Filmler sürekli beynime tekrar tekrar kaydoluyor. Artık uyuma zamanı. Dört saat sonra tekrar ayaktayım. Bir günüm böyle geçiyor işte, dolu dolu, pişman değilim.”

* “NASIL YANİ?” DİYENLERE BU YAZININ ALTYAZISI
Paris Hiltongillerden Lindsay Lohan’la GQ dergisinde yapılan bir röportaj vardı. Dışarıdan skandallarla dolu, dağınık, süper eğlenceli, bol partili, saçma sapan bir hayat sürüyormuş gibi algılanan Lohan röportajdaki sorulardan birine, yani “Bir gününüz nasıl geçiyor sevgili Lohan?”a öyle normal yanıtlar vermiş ki, röportajı yapan dumur olmuş. Hatta sıkılmış. “Olur mu öyle şey” demiş, “Siz sabah erkenden kalkamazsınız” demiş, “Saçmalamayın!”.

Kısaca Lindsay, başka bir gerçeklik sunmuş karşısındakine. Onun hiç istemediği. Süper dalgasını geçmiş röportajcıyla.

Ben de hem L. Lohan’dan hem de kuantumcu Fred Alan Wolf’un sürekli altını çizdiği “gerçeklik” karmaşasından yola çıkarak yazdım bu yazıyı. (Yoksa sabah 5’te kalktığımı, ünlülere konuşmak için sadece 40 saniye verdiğimi, yaşam koçum olduğunu filan düşünmüyorsunuz herhalde.)

Gerçi düşünmeniz de mümkün.

Çünkü gerçeklik herkese göre değişir. İnsan kendi gerçeğini de başka türlü şekilde yaşayabilir. “Hayal dünyasında yaşıyor” derler ya, o hesap. Dahası, öyle ya da böyle gerçeği farklı aktarabilir insan.
Peki ya sonrası? Biraz düşünmem lazım, hâlâ karışığım...
Çözene kadar da bir kahve molası: “Vızıltıııı, çabuk en uzak Starbucks’a git ve eli boş dön, yoksa kovuldun!”
(22 Eylül 2007’de yayınlanmıştı bu yazı. Eskilere dönüp “ne yazmışım?” diye bakarken buldum ve hoşuma gitti. Eski şarkıları cover eden şarkıcılar gibi yeniden düzenleyip ikinci baskı yaptım bugün.)
Yazarın Tüm Yazıları