Beni cezaevine sokanlara teşekkür ederim

Yaşasın oldu.

Sonunda bu da oldu.

Türkiye'nin En Güzel Küçük Otelleri'nin yazarı Sevan Nişanyan'ın Sözlerin Soyağacı/ Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü çıktı.

Masamda uslu uslu duruyor. Heyecanla açıyorum, bir güzel orasını burasını kurcalıyorum, bir türlü elimden bırakamıyorum.

Ancak bir ruh hastasının altından kalkabileceği bir iş.

Sevan Bey'i tebrik ediyorum.

Ve hep böyle hasta ruhlu kalmasını ümid ediyorum.

Girişine ‘‘Bu kitabın yazılmasında senin de büyük payın var. Teşekkürler’’ yazmış, son derece kötü bir el yazısıyla, 8 dil biliyor ama kaligrafi fena ötesi, karınca duası gibi; haklı tabii, yani teşekkür etmekte, adam Şirince'deki Nişanyan Evleri yüzünden cezaevine girdi, benim içinde bulunduğum bir kısım gazeteci de bunun bir haksızlık olduğunu yazdı çizdi, ne var ki kimse iplemedi, o da aylar boyu bir hapishane kuşu olmaya devam etti. Bu arada da içeride cansıkıntısından Türkçenin Etimolojik Sözlüğü gibi bir başyapıtı bitirdi.

Biz onu cezaevinden çıkaramayanlarız.

Bize teşekkür ediyor.

Bir de sokanlar var tabii.

Asıl teşekkür onlara. Söylüyorum Sevan sarkastik adamın teki, özellikle de Selçuk Müzesi Müdürü Selahattin Erdemgil'e teşekkür ediyor. Çünük o baş müsebbib. Türkçenin yüz yıl sonra olsa da (sonuncusu 1912'de yayınlanmış) bu kadar kapsamlı bir etimolojik sözlüğünü yapabilmesine fırsat tandığı için.

* * *

Konumuzla hiç alakası yok ama, bizim gittiğimiz o muhteşem adanın sürprizi köpekbalıklarıydı. Bir büyükleri vardı. Bir de küçükleri. Yani baby-shark'lar. Tabii ki onlar, daha sevimli ve eğlenceliydi. Galiba herşeyin küçüğü öyle.

Beyin tuhaf bir şey.

Nereden nereye?

Sevan'ın gönderdiği paketin içinden, o kallavi sözlüğün yanında bir de hediyesi ‘‘Elifin Öküzü ya da Sürprizler Kitabı’’ çıkınca aklım neden baby shark'lara gitti bilmiyorum. Ama yolladığı bu ikinci kitap da aynen o Hint Okyanusu'ndaki baby shark'lar kadar süprizli ve eğlenceliydi. Sevan birbirleriyle ilgisiz gibi gözüken kelime çiftlerini ele alıp, aralarındaki umulmadık akrabalık ilişkilerini gözler önüne sermişti.

Şimdi siz bukalemun'la pantalon'un, camekan'la pijama'nın, centilmen'le jeneratör'ün cüzdan'la eczane'nin, dedektif'le tuğla'nın, fermuar'la firma'nın, jinekolog'la zampara'nın, mehtap'la menapoz'un, sevda'yla soda'nın ne alakası var diyeceksiniz...

Ama öyle değil işte...

Aradaki bağlantıyı bu kitapla kuracaksınız.

* * *

Bir tanesini yolluk olarak ben size sunuyorum:

‘‘Karı’’ ile ‘‘kart’’ sözcükleri mesela birbirleriyle çok alakalı.

Nasıl mı?

Eski Türkçede ‘‘karımak’’ yaşlanmak anlamına geliyor.

İnsanlarda da herhalde eşlerini olduklarından daha yaşlı görme eğilimi olsa gerek ki, koca sözcüğü nasıl ihtiyar anlamına geliyorsa, karı sözcüğü de aynı özelliği taşıyor. Eski Türkçede yaşlanmak anlamına gelen karımak fiilinden sıfat olarak türetilmiş. Kaşgarlı Mahmut'a göre ‘‘karı er’’, yaşlı adam demek. Kutadgu Bilik'de ise tecrübeli ihtiyar anlamında ‘‘sınamış karı’’ deyimi geçiyor. Sizin ne anlamında kullandığınızın bir önemi yok ama Sevan'ın elindeki belgelere göre ‘‘karıcığım’’ sözcüğü ise ‘‘küçük ihtiyarcığım’’ anlamına geliyor!


Şampiyon Fenerbahçe (Fransızca-Yunanca-Farsça)


- Aman ha. Yazı yazarken o kelimeyi kullanma, bu kelimeyi kullanma. Türkçe değil. Dilini eşek arıları soksun: E-mail deme, e. posta de...

Yeter be!

O sözünü ettiğiniz dil sadece sizin değil benim de dilim. Ve biz, yani hepimiz, yabancı dillerden kelime almayı pek severiz. Marifet mi değil mi bunu tartışacak halim yok. Ama dil yaşayan bir şey, değişiyor, biz istesek de istemesek de başka dillerle öpüşüyor, sevişiyor, yeni sözcükler doğuruyor. Bu vesileyle ‘‘O Türkçe değil, bu Türkçe değil’’ diye veryansın edenlere Sevan Nişanyan'ın ‘‘Elifin Öküzü ya da Süprizler Kitabı’’ndan keşfettiğim bir yeri, gururla sunmak isterim. Hani kitap yeni çıktı, ‘‘dil polisleri’’nin eline henüz geçmemiştir diye. Meğer Türkçeyi yabancı kelimelerden temizleme operasyonuna girişenlerin işi zannettiklerinden çok daha zormuş. Sevan, bir fikir vermesi için, temizlenmesi gereken deyimlerden bir küçük demek sunmuş. Bakın Türkçe zannettiğimiz bazı kelimeler aslında gerçekte nece'ymiş?

Gazete bayii (İtalyanca-Arapça), betonarme bina (Fransızca-Arapça), tahta kurusu (Farsça-Yunanca), yasal haklar (Moğolca-Arapça), tepsi böreği (Çince-Farsça), davul zurna (Arapça-Farsça), haydut herif (Macarca-Arapça), salaş lokanta (Macarca-İtalyanca), çölde çay (Moğolca-Çince), domates peynir (Aztekçe-Farsça), şampiyon Fenerbahçe (Fransızca-Yunanca-Farsça), Osmaniye Valiliği Lüzumsuz Mesai Dairesi Amirliği (6 kez Arapça!), İstanbul Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü (Yunanca-Arapça-İngilizce-Arapça-Farsça-Arapça).


HAMİŞ: Sevan ‘‘Olaya farklı açıdan da bakmak mümkün. Böyle inanılmaz bir kültür sentezinin yeryüzünde başka bir örneği acaba var mıdır? Başka hangi dil Çin Seddi'nden Atlantik'e kadar hemen her dilin izlerini taşır. Bir kavramın Fransızcasını, Yunancasını ve Arapçasını aynı rahatlıkla bir cümleye sığdırabilmek zenginlik değil midir?’’ diye de not düşmüş. Ben de yazdığı kitabın içine düştüm...

HAMİŞ 1: E başlık da gerçekleşmesini ümid ettiğimiz bir durumdur. Konuya etimolojik açıdan yaşlaşıyor olsak da, temenni temennidir...
Yazarın Tüm Yazıları