Başka seçimler

Hafızamda yerleşiklik kazanmış ilk seçimlerin 1957 yılına tekabül etmesi gerekir.

DP yandaşları, İstanbul'un ‘‘öncü’’ gecekondu semti Zeytinburnu istikametinden gelen kamyonların içinde, bayrak sallayarak ve tezahürat yaparak Beyazıt'a çıkıyorlardı.

Annem, familyamın CHP'li refleksiyle, ‘‘baldırı çıplak muhacir’’ diye söylenmişti.

Biraz sonraki yıllarda ise radyonun durmadan aynı ‘‘Vatan Cephesi’’ne üye yazılanları saydığını ve buna çok kızan babamın da ibreyi derhal Hilversum veya Bükreş istasyonlarındaki klasik müzik programlarına ayarladığını hatırlıyorum.

Sonra, 1960 ‘‘ihtilali’’ oldu.

*

KADIKÖY iskelesinde çapraz duran tanklarıyla bizzat darbeyi; yargıcın Orta Anadolu lehçesiyle sanıkları azarladığı o rezil Yassıada duruşmalarını; Kızıltoprak tren istasyonunda, emekliye sevkedilen subaylar için altın yüzük bağışı yapmaya çağıran afişi çok iyi anımsıyorum ama, ardından gelen seçimleri hiç mi hiç hatırlamıyorum.

Buna karşılık, 1965 oylaması son derece gözlerimin önümde...

Bütün kopilliğime rağmen kendimi TİP'li saymaktaydım ve müvezzinin kapı altından attığı gazetede bu partinin on beş vekil çıkarttığını okuyunca sevinçten çılgına dönmüştüm.

Pederimden de, ‘‘sosyalistliğinden başlatma ve otur, dersine çalış’’ azarını işitmiştim.

*

1969 seçimlerinde ise artık ‘‘aktif siyasetin’’ içindeydim.

Her ne kadar, bütün ‘‘keskinliğimle’’ aynı TİP'i ‘‘fazla parlamenterist’’ bulduğumdan örgütün gençlik kolundaki ‘‘muhalefet’’e dahil olsam dahi, evdekilere paçayı ele vermediğim ve okuldan kaytarabildiğim ölçüde, tüm propaganda çalışmalarında yer aldım.

Geceleri, ilçe binasında tutkalı suyla karıştır ve elde kova ve fırça, afişlemeye çık.

Ya kollardan aşağıya doğru yapış yapış akan zamk, ya da köşede erketecilik...

Bir uzun ıslık, her şey tamam... İki kısa, aynasıza dikkat... Üç kısa, hemen tüyün!

Akşamları ise, önce Agop Abi'nin külüstür Dodge taksisine aynı afişleri koyar ve nerede kahve toplantısı gerçekleştirilecekse oranın anonsunu yapacak hoparlörleri otomobil tavanına bağlardık. Sonra da söz konusu kahvenin yolunu tutardık.

Böyle bir toplantıda o hoparlörlerden bir tanesini incir ağacına yerleştirebilmek için yukarı dala çıkmıştım ki, heyecandan mı, dikkatsizlikten mi bilemeyeceğim, ayağım kaymış ve çok fena bir şekilde yere çakılmama ramak kalmıştı.

Zaten biz kopiller ağzımıza mikrofon dayayıp, yorgunluk çaylarını içen taşralı işçilerin önünde ‘‘köprüye hayır’’ ve ‘‘rençber kardeş’’ nutukları atamayacağımızdan, büyük bir fedakarlık ve militanlık hissiyle hep bu tür ‘‘ayak işlerine’’ bakardık.

Bunların arasında, sık sık tekrarlanan muhtemel saldırılardan korunmak için, taksinin bagajına sotalanmış değneklere anında yetişebilecek bir yerde durmak da vardı.

Çünkü belli mi olur, bitişikteki minarede ezan başlar başlamaz hoparlörü kapatmış olsak dahi, namazdan önce gaza getirilmiş ‘‘Komünizmle Mücadele Derneği’’ üyelerinin birden camiden çıkıp üzerimize çullanması yabana atılacak riziko değil...

Ve ben, onlardan sopa yiyeceğim de kafam gözüm yarılacak diye kaygılanmıyorum.

Gelirlerse tabii ki görecekleri var, elim armut toplamayacak.

Esas korktuğum şey, karakola çekildiğim takdirde, ebeveynlerimden tamamen gizli yürüttüğüm ‘‘menfur faaliyetler’’in onlar tarafından öğrenilecek olması...

Bu takdirde, ‘‘Komünizmle Mücadele Derneği’’ üyelerinin bana atacağı dayak veya zaptiyenin vuracağı falaka, evden yiyeceğim paparanın yanında çocuk oyuncağı kalır...

*

NEYSE, işte Aybar'ın Taksim mitingi de kazasız belasız atlatıldı ve oylama günü geldi.

Sevgili anneciğim ve babacığım, gayet vazifeşinas oğlunuzun bu pazar arkadaşıyla ders çalışması gerekiyor, dolayısıyla ben erkenden gidiyorum. Size hayırlı seçimler....

İlçe binasına vardığımda domates, salatalık, beyaz peynir, ekmek zaten beklemektedir.

‘‘Devrimci adam’’ için hiç işin angaryası mı olurmuş, haydi yoldaşlar, birazdan biz de sandık görevine çıkacağız ama önce şu kumanyaları hazırlayalım.

Arkadaş, hıyarlığın alemi yok, hıyarı somunun içine kabuğunu soyarak koy!

Agop Abi, bitti, hepsini yükleyelim ve dağıtıma Altunizade taraflarından başlayalım.

Heyt be, ‘‘Gün doğdu, hep uyandık / Siperlere dayandık’’...

*

VE de işte sandık başına dayandık.

Dayandık da, yani Kalamış Rum Okulu'yla Taş Mektep arasındaki bölgeyi bana vermenin alemi var mıydı? Geniş mahallem sayılır ve mutlaka bir tanıdık çıkacak.

Oy sırasını beklerken ‘‘ah canım sen burada n'apıyorsun’’ diye beni öpecek teyzeler ve halalar, sonra birden onların, yakamdaki ‘‘TİP seçim gözlemcisi’’ ibaresini farketmeleri...

Ani soğukluk ve elimle koymuş gibi biliyorum, döner dönmez de ‘‘ayol, sizin oğlan ne haltlar karıştıyor, haberiniz var mı’’ diye bizimkilere ispiyon telefonu açacaklar. Ayıkla pirincin taşını ve pederimin, ‘‘gel bakalım gözlemci bozuntusu’’yla başlayacağı ilk uvertür.

Halbuki bana Fikirtepe tarafları verilmiş olsaydı, kim kime dum duma...

Varoşta bir bahçıvan Mahmut Efendi oturuyor ki, O'nu da ayarlaması kolay...

*

İŞTE şimdi akşam gelmiş ve sandıklar açılmaya başlamıştır. Bizim sonuçlar berbat.

Radyonun verdiği diğer mıntıka sonuçları ise tam felaket... Çuvalladık.

Çuvalladık ama, aslında çuvallamadık.

Çünkü, 1969 seçimlerinden otuz üç yıl sonra bugün tekrar oy kullanıyoruz ve de eminim kullanacaksınız; sizin veya bizim sonuçlar ne farkeder, öz olarak hepimiz yurttaşlık zaferini kazandık.
Yazarın Tüm Yazıları