Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren BudayıcıoğluYazarın Tüm Yazıları

Duygusal ihmal

Her birimiz bu dünyaya zihnimize yerleştirilmiş çok donanımlı bir kayıt cihazıyla geliyoruz.

Haberin Devamı

Öyle bir cihaz ki, sadece sesleri, resimleri, olayları değil, içine doğduğumuz evde yaşanan her şeyi, evdeki herkesin hissettiği tüm duyguları da kaydediyor. Çünkü o küçük bebek bu dünyayı tanımaya, onun dilini öğrenmeye çalışıyor.

KORKUDAN ANNE KURTARIR

Bir çocuk dünyaya geldiğinde onun en iyi tanıdığı duygu korkudur, çünkü bir sahibi olmazsa hayatta kalamayacağını bilir ve önceliği hep sahibine verir. Hep onu arar gözleri, önce onu tanır. İçine düştüğü korkudan bir tek sahibi yani annesi kurtarabilir onu. Anneler onu severek, okşayarak, her ihtiyacını fark edip yerine getirerek, ona güven vererek yapar bunu.

Böylece o çocuklar annelerinin şefkati ve sıcaklığıyla yüzlerinde sevimli bir gülümsemeyle uykuya dalarlar. Korku artık yerini derin bir huzura bırakmıştır.

Duygusal ihmal

Haberin Devamı

ÖLÜMLE BURUN BURUNA

Bazı bebekler huzursuzdur. Her ihtiyacı karşılanmış da olsa bir türlü rahatlayamaz, sanki bir yerlerini koparıyorlarmış gibi bağırır durur. Karnı tok, altı temiz olsa da korku duygusundan bir türlü kurtulamamıştır. Yani hep ölümle burun buruna hisseder kendini.

Neden mi, çünkü anne onun pek çok ihtiyacını karşılasa da, bebeğine o güveni verememiştir. Korkma, bak ben varım, yanındayım, seni seviyorum, biraz uzaklaşsam da seni hiç unutmuyorum, bak ben de huzurluyum, ben de korkmuyorum diyememiştir. Gördüğünüz gibi, bunun için annenin de kendini güvende hissetmesi ve huzurlu olması gerekir.

ÖMÜR BOYU YOKSUL

O çocukların zihinlerini açıp oradaki kayıt cihazına bakma şansımız olsa bandın bazı yerlerinde kocaman boşluklar çarpar gözümüze. Duygusal boşluk dediğimiz, sonradan doldurulması pek de mümkün olmayan o boşlukları yetişkin olduklarında bile ömür boyu içlerinde hisseder o çocuklar. Onlar varlıklı ya da yoksul ailelerin ömür boyu duygusal olarak yoksul bırakılmış çocuklarıdır.

Bu çocuklar büyüyüp yetişkin biri olduklarında bu duruma kendileri de bir anlam veremez. Mutlu olmak, hayatın tadını çıkarmak için her şey tamam gibi gözükür ama o boşluk hissi bir türlü bırakmaz peşlerini. O da diğer insanlar gibi sevmek, sevilmek, sevinmek, heyecanlanmak, iyi ki yaşıyorum demek, müzikle birlikte coşmak, her şeyi derinden hissetmek ister. Mantık her şeyinin tamam olduğunu, herkes gibi kendisinin de iyi bir şeyler hissetmesi gerektiğini bilir ama hissedemez. Sanki bir şeyler eksiktir onda.

Haberin Devamı

O HIRSLA YEMEK YER

Bu eksikliği kimi sürekli yiyerek giderir. Ne yediği önemli değildir, hatta bazen tadını sevdiği şeyleri yiyerek içindeki boşluğun dolacağını sanır. O hırsla saldırır yemeklere. Her ağzına aldığı lokma boğazından geçerken hem bir ümit vardır içlerinde hem de nefret. Karınları doyunca, mideleri şişince ruhlarında da aynı doyumu hissedebilmek için yer dururlar. Artık yemek yiyemeyecek hale geldiklerinde içlerindeki o sıkıntının ve boşluğun devam ettiğini görmek onları iyice çileden çıkarır.

KENDİSİNDEN İĞRENİR

Sıra yediklerinden kurtulmaya gelmiştir. Büyük bir suçluluk duygusu kaplar içlerini. Aynaya bakmaya korkar, adeta kendilerinden iğrenirler. Kusmak, her birimiz için kötü bir şeydir. Özellikle bedenin böyle bir ihtiyacı yokken kusabilmek çok ıstırap verir insana ama onlar çektikleri bu ıstıraptan memnundurlar. İşledikleri suçun cezasını çekmenin huzuru vardır içlerinde.

Haberin Devamı

Bu işler genellikle geceleri, en çok da yalnız oldukları zaman yapılır. Bunu her yaptıklarında, bir daha yememeye söz verirler kendilerine ama bu sözler hiç tutulmaz.

Bir süre sonra tek sorun aldıkları kilolar haline gelir. Çoğu kilo almamak için yedikten hemen sonra, yani vücut yenenleri hiç kullanamadan kusmak ister ama yine de çoğu kilo almaktan kurtulamaz.

Duygusal ihmal

MUALLA VE ELMAS

on zamanlarda hepinizin bildiği gibi midelere takılan kelepçeler girdi devreye. Böylece mide çok küçüldüğünden artık isteseler de yemek yiyemiyorlar. Bir yandan midenin yokluğu, bir yandan hızla kilo veren bedenin içine girdiği stres onları çok zorlasa da, kilo veriyor olmak bir süre onları rahatlatıyor. Ancak asıl sorun yani duygusal boşluk bir kenarda hep bekliyor.

Haberin Devamı

‘BİZİ İFLAS ETTİRECEK’

Mualla geliyor aklıma; anne babasıyla birlikte gelmişti. Yaşı henüz yirmi bile olmamış genç bir kızdı. Daha o konuşmaya başlamadan baba başladı anlatmaya:

Duygusal ihmal

“Doktor hanım, biz dar gelirli bir aileyiz. Üç tane çocuğumuz var. Hamdolsun diğer ikisinin bir şeyi yok ama bu kız, biraz daha böyle devam ederse bizi iflas ettirecek. Çocukluğunda bir şeyi yoktu ama büyüdükçe başımıza iş açtı. Bu kız geceleri yemek yiyor. Çok şükür akşamları bizim hanım her çeşit yemeği koyar önümüze. Az parayla ne yapılabilirse yapar, hiçbirimizi aç koymaz. Her hafta perşembe günleri pazara da gider. Meyve sebze ne lazımsa alır, dolabı doldurur.

Gece olunca biz hepimiz yatarız, bizim kız şeytan gibi sessizce kalkar, dolapta ne var ne yok mideye indirir. Hayır yani, açlıktan yese içim yanmaz. Yer yer, sonra da banyoya gidip kusar. Yediği bir işe yarasa neyse, kızımdır, afiyet olsun ama öyle de değil. Hepimizin rızkını patlayana kadar yiyip sonra da öğürerek kusmak neyin nesi, biz de anlayamadık.

Haberin Devamı

Artık eve bir şey alacağız diye korkuyoruz. Aldığımız sabaha kalmıyor, bizim kız yiyip bitiriyor. Yediği yüzüne gelse bari... O da yok. Baksanıza haline, çöp gibi...”

O gün, o babaya kızının ruhsal sorunları nedeniyle böyle yaptığını bir türlü anlatamamış, o kızcağızın haline de çok üzülmüştüm. Bu işler hemen verilecek bir ilaçla filan düzelmez ki... Uzun ve ciddi terapiler gerekir ama onlar benden bu hastalığı hemen iyileştirmemi istiyorlardı. Keşke elimden gelse de istediklerini yapabilseydim.

ONLARINKİ DE EKSİK

Duygusal boşluk adını verdiğimiz durum nedeniyle kimi de çok alışveriş yapar. Halk arasında buna “Alışveriş hastalığı” derler. Gerekli, gereksiz ne bulursa alır. Aldıkları genellikle kişisel eşyalardır. Bol bol elbise, bluz, pantolon, etek, kazak, kolye, küpe, bilezik, yüzük, eşarp, mont alırlar. Eskiden insanlar çarşıya alışverişe giderken “Eksik tamamlamaya gidiyoruz” derlerdi. Aslında onlar da eksik tamamlıyor. Kendilerine bolca bir şeyler alarak, ruhlarındaki eksiği tamamlamak amaçları.

Yine böyle bir hastam vardı. Elmas. Kendi anlatırdı evdeki dolapların halini. Üzerinde etiketiyle dolapta asılı duran, hiç giyilmemiş yüzlerce giysi ve takı... Kendisi de çalışırdı, bir geliri vardı ama aldığı para kendine yetmiyor, kredi kartları şiştikçe şişiyordu. Çok borçlanmıştı ve bunları eşinden gizliyordu.

İçime bir sıkıntı geliyor, öğlen tatillerinde ya da iş çıkışı kendimi hemen atıyorum çarşıya. Her gördüğüm mağazaya giriyorum. Aldıkça sanki bir rahatlık geliyor üzerime. Satış elemanları artık tanıdı beni. Görür görmez geliyorlar yanıma. Mağazaya yeni gelen ne varsa diziyorlar önüme. Biliyorlar alacağımı. Hiç düşünmeden başlıyorum almaya. Bütün gün asık suratla gezen, pek kimseyle konuşmayan ben, orada aniden güler yüzlü biri oluyorum. Çocuk gibi seviniyorum ama aldıklarımı giysem bari.

Sıra kasaya gidip para ödemeye gelince rengim değişiyor. Bir sürü kart var çantamda. Çoğunun limiti dolmuş. Artık alıştılar bana. Kartları veriyorum ellerine, sırayla deniyorlar ve sonunda birinden alıyorlar parayı. Paketleri alıp da dükkândan çıkarken biri görecek diye ödüm kopuyor. Utanıyorum... Eve gelmek ayrı stres. Eğer kocam benden önce eve gelmişse içeri paketlerle gelmiyorum. Alt komşuma bırakıyorum. Eğer yanlışlıkla elimde paketlerle eşim beni görürse evde kıyamet kopuyor. Dolapları gördükçe adam deliriyor.

Her seferinde eve gelirken bu son diyorum, bir daha bir şey almayacağım. Zaten ömür boyu alışveriş yapmasam bu aldıklarım ömrümün sonuna kadar bol bol yeter bana. Ama bir türlü sözümü tutamadım. Böyle giderse adam beni boşar. Bir çocukla ne yaparım, bilmiyorum.”

Böyle anlatmıştı genç kadın bana derdini. Annesi onu nasıl doyuramadıysa o da çocuğuna aynı şeyi yapıyordu. Onu yediriyor, içiriyor, giydiriyor, oyuncak alıyor ama onu bir türlü bağrına basamıyor, çocuğuna ihtiyacı olan sevgiyi ve güveni veremiyordu.

Duygusal ihmal

KİMİ UYUŞTURUCUDA ARAR

Kimi de bir türlü kendine beğendiremediği kendini mükemmel yapabilmek için sürekli güzellik enstitülerinin, estetik cerrahların kapısını aşındırırken kimi hayattan sürekli şikâyet ederek bu boşluğu doldurmaya çalışır.

Kimi ise çareyi uyuşturucularda arar. Madde kullanan insanların büyük bir çoğunluğu, içlerinde hep hissettikleri ama neye yoracaklarını bilmedikleri bu boşluğu doldurmak için girer bu yola. Kendine güvenen, kendi ayakları üzerinde durabilen, sosyal ilişkilerde başarılı, seven ve sevilen insanların arasından çoğu zaman çıkmaz bu uyuşturucu müptelaları.

O ‘YAR’ BİR TÜRLÜ GELMEZ

Bir türkü vardı, babaannem söylerdi:

“Neyleyim sarayı, neyleyim köşkü,

İçinde salınan yar olmayınca...”

Aileleri tarafından en iyi şekilde bakılmış, hatta herkesten daha özenle büyütülmüş de olsa duygusal olarak yalnız bırakılmış, sevgi, şefkat, önemsenme, sahiplenilme ihtiyacı bir türlü doyurulmamış...

Bir gün olsun doğdukları evde değerli hissettirilmemiş, sözü dinlenmemiş, onunla sohbet edilmemiş, onunla birlikte hayat paylaşılmamış, varlığı fark edilmemiş...

Korkularını, hayallerini, sevinçlerini, endişelerini anlatmasına izin verilmemiş...

Sürekli aşağılanmış, utandırılmış, çocuğun aradığı onay verilmemiş...

Koşulsuz sevgi ve şefkat isteği doyurulmamış...

Yani duygusal paylaşımı aileleriyle yaşayamamış, duygusal ihmale uğramış çocuklara türküdeki ‘YAR’ bir türlü gelmez.

Haftaya yeniden görüşmek dileğiyle,

Hoşça kalın, sevgiyle kalın.

Yazarın Tüm Yazıları