Aman monşer, eyvah azizim (II)

BİLDİĞİM kadarıyla, Seyyit Mustafa Efendi’den bile biraz önce, Fransızca olarak kitap yazmış ilk Osmanlı Türkü Mahmut Raif Efendi’dir. Risale, 1797 Üsküdar baskılıdır.

Müellif, 3. Selim reformlarını Batı’ya anlatmak için "Osmanlı İmparatorluğu’nda Yeni Düsturlar" başlığıyla yayınlanan bu eserin satır aralarında, büyük heyecanla, neden yabancı dil öğrenmek ve Avrupa kültürüyle haşır neşir olmak ihtiyacı duyduğunu açıklar.

***

ÖTE yandan, yukarıdaki Mustafa Efendi, aynı reformların kışla boyutunu tanıtmak için kaleme aldığı ve "Konstantinniye’de Askerlik Sanatının, İstihkámın ve Bilimlerin Durumuna Dair Bir Mühendis Yergisi" başlığıyla tercüme edebileceğimiz diğer kitabın önsözünde, uzun uzadıya, yine niçin yabancı dillere ve "Garbi fen"ne merak sardığını anlatır.

Bilhassa da, kısmen üstü kapalı biçimde olsa dahi, yeni kurulmuş Mühendishane’de verdiği modern askerlik derslerine karşı gösterilen "cahil tepkisi"nden yakınır.

Öyle ki, zaten "yergi" kelimesiyle başlıyor, eğer yazar aynı yakınmayı bugün dile getirmiş olsaydı, "ulusalcılar" tarafından "ülkesini jurnalleyen vatan haini" ilán edilirdi.

Her halükárda, diyebiliriz ki, Tanzimat öncesinin bu iki Osmanlı bürokratı, daha sonra "monşer" diye kinayeyle eleştirilecek olan "alafrangalaşmış elit"in ilk protiplerini oluştururlar.

Nitekim, birinci şahsiyet daha sonra, Londra’da açılan Osmanlı sefáretinde kátipliğe gideceğinden, tabii ki yine aşağılayıcı şekilde, "İngiliz Mahmut" lákabıyla anılacaktır.

***

BU Mahmut Raif Efendi’yle, yani nam-ı diğer "İngiliz Mahmut"la aynı yönde, fakat daha da aşağılayıcı bir şekilde anılan diğer adaş ise Sultan 2. Mahmut’tur.

Çünkü malûm, hem kuyruk açısı çeken Bektaşi-Yeniçeri ocaklarının halk üzerindeki etkisinden; hem de getirmiş, daha doğrusu dayatmış olduğu reformlara duyulan tepkiden dolayı, şom ağızlılar hanedanın otuzuncu hükümdarına "gávur padişah" demişlerdir.

Zira doğru, biraz Rusya’nın Büyük Petro’suna, biraz da Japonya’nın Mutsihito’suna benzetebileceğiz 2. Mahmut, hiç şüphesiz ki, tarihteki "ışıltılı despot" kategorisine girer.

Başka bir deyişle, kaçınılmaz olarak yukarıdan aşağıya gerçekleştirilen ve de o günün şartlarında tersi mümkün olmayan yenileşmeyi, gerektiğinde kan dökerek empoze etmiştir.

Ve yerim olsa da, Osmanlı-Türk modernleşmesinin; yani aslında, inkára yeltenmeden telaffuz edelim, Ba-tı-lı-laş-ma-sı-nın gerçek öncüsü durumundaki "gávur padişah"ın (!), Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin 14 Mart 1827’deki açılış töreni sırasında yapmış olduğu ve derslerin neden Fransızca okutulması gerektiğini açıklayan konuşmasını buraya aktarabilsem.

Elimle koymuş gibi biliyorum ki, aslında iki yüz kusur yıl sonra dahi geçerliliğini büyük ölçüde koruyan bu çok önemli nutuk, bugün yine "monşer" damgasını yiyecektir.

***

ŞİMDİ eğri oturalım, doğru konuşalım. Aşağıdaki olgular hakkında biraz düşünelim.

Hiç olmazsa kışlayı modernleştirmek için Batı’yı, yani "öteki"ni tanımak istiyor ve Londra sefaretinde kátipliğe mi gidiyorsunuz, "İngiliz Mahmut" diye aşağılanacaksınız.

Büyük reformlara kalkışıyor ve İmparatorluğu ayakta tutabilmek için radikal dönüşümler mi gerçekleştiriyorsunuz, biline ki "gávur padişah" lákabıyla lánetleneceksiniz.

Veya dün yazdığım gibi, aynı "öteki"ne yakınlaşmak iradesini mi beyan ediyorsunuz, "Dilinde Türkçenin küfr-ü küspesi / Frengin itine taklid kisvesi" diye papara yiyeceksiniz.

Ve, haniyse iki buçuk asırlık bütün bu süreç boyunca da, tüm bilinçaltı çağrışımlarıyla birlikte, "monşer" kináyesinde somutlaşan Demokles’in kılıcını tepenizde kollayacaksınız.

O halde, eyvah azizim, senin ezelden beri paslı bir popülist silah olarak kullandığın o "monşer" kináyesi aslında, yine senin "öteki"yle hálá halledemediğin ve de tabii ki yine bilinçaltında gizlediğin çok vahim bir şeyleri örtüyor ki, yarın perdesini biraz aralayacağım.
Yazarın Tüm Yazıları