AKP’nin solu mu, sağı mı? (II)

YAZIYA önce şu “sol” ve “sağ” deyimlerin nasıl zuhur ettiği konusuyla başlayalım.

Haberin Devamı

Efendim, Fransa Kralı 16. Louis ahalide baş gösteren hoşnutsuzluktan, yani aslında bütçenin iflas bayrağı çekmesinden dolayı 1789 baharında eski danışma meclisini toplamıştı.

Dananın kuyruğu da feodallerden, ruhbanlardan ve burjuvalardan oluşan ve kendini “Kurucu Meclis”e dönüştüren bu organın 28 Ağustos günü gerçekleştirdiği oturumda koptu.


Çünkü sıra Haşmetmeab’ın veto hakkını tartışmaya geldiğinde saflar kesinkes zıtlaştı.


Mutlakiyetçi soylular ve papazlar Versailles Sarayı’nın “Küçük Hazlar Salonu’nda sağ; eşraf burjuvaları, taşra ruhbanları ve tek tük aykırı aristokratlar da sol tarafa oturdular.

*


HAYIR
hayır, bu ayrışma herhangi bir hesaptan, adetten, önyargıdan kaynaklanmadı.

Haberin Devamı


Yani, sağına sarımsak asan birinciler âlâ kokulu “bouillabaisse” çorbasını; soluna soğan asan ikinciler de arpacık cücüklü “bavette” yahnisini tercih ettikleri için yer seçmediler. Saflaşma tamamen tesadüf eseri ve anlık bir sandalye değişimi sonucu ortaya çıktı.


Ne var ki işte o gün bugündür de “sağ” ve “sol” deyimleri birer siyasi etikete dönüştü.


Terimler her yerde bir politik duyarlılığın, bir kültürel eğilimin, bir iktisadi tercihin, hatta insanlardaki bir hal ve oluş tarzının “alamet-i farika”sı olarak algılanmaya başlandı.

*


BURADAN
itibaren, Versailles Sarayı’ndaki ilk ayrışmadan da anlaşıldığı gibi “sağ” deyimi esas olarak muhafazakârlık, korunganlık, statükoculuk gibi kavramlarla özdeşleştirilir.


Derece derece, gelenekçilikten gericiliğe uzanan bir skala içinde değerlendirilir.


Artı, haklı veya haksız, eşitsizliğe göz yuman, hatta savunan bir kategoride addedilir.


Buna karşılık “sol” denildiğinde yenilikçilik, değişimcilik, anti-statükoculuk gibi öğeler ilk plana geçer. Ve yine derece derece, reformculuktan devrimciliğe ve inkilâpçılıktan ihtilâlciliğe uzanan bir yelpazedeki grado söz konusudur. Üstelik o “sol”, yukarıdaki Fransız Devrimi’nin “Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik” şiarındaki cazibeden, Enternasyonal Marşı’nın “Tanrı, patron, bey, ağa, sultan / Nasıl bizleri kurtarır/ Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır” güftesindeki pathosa, dini ve manevi insaniyetçiliği laik ve modern hümanizmayla taçlandırmak iddiasını taşır.

*

Haberin Devamı


KASTEN
iddia dedim, çünkü zaten teorik açıdan bile çok tartışmalı olan bu “insaniyetçilik” tekeli pratikte sınanınca, sonuç tam bir vehimdir. Hhüsn-ü kuruntudur.


Nitekim de aynı devrimde giyotin sepetine düşen sayısız masum kellesinden başlayın ve oradan Lenin’lerin, Stalin’lerin, Mao’ların “sol” (!) adına gerçekleştirdiği ve ancak “sağın en sağı” addedilen bir Nazizmle kıyaslanabilecek korkunç katliamlara uzanın.


Böyle “insaniyetçilik”e kitakse ve de olmaz olsun böyle bir “hümanizma”!

*


FAKAT
pratikteki bu dehşetlere rağmen yine de, haniyse metafizik boyut arzeden bir “sol” kültürün olduğu doğrudur. Siyaset ahlâkını, ütopya ruhunu ve tahlil ufkunu içerir.

Haberin Devamı


Artı, “sol”un mayasında, hamurunda ve genetiğinde müesses nizam eleştirelliği vardır.


Başta kendisininki, statüko sorgulamayan bir “sol” olamaz. Kral vetosu reddedemez.


Oysa Türkiye’de “solcu” (!) yaftasını kullanan hilebazlar yukarıdaki evrensel ahlakın, ufkun ve ruhun tam aksine, o müesses nizamın zaptiyesidirler. Yani en sunturlu “sağcı”dırlar.


Nitekim işte Versailles Sarayı’nın “Küçük Hazlar Salonu”ndaki aristokratları örnek alıp, ülkemizde hükümran statükonun ezeli ve ebedi “veto hakkı”nı canla başla savunuyorlar. Dolayısıyla da, mutlaka gerekli ve mutlaka zorunlu sol eleştiriyi getirmek ne kelime, AKP iktidarına en “sağ”dan, “aşırı sağ”dan bindiriyorlar ki, konuyu yarın da sürdüreceğim.

Yazarın Tüm Yazıları