Akide şekeri

BAKIN size bunu ilk defa söylüyorum.

İçimde bir "yazar" var benim.

Edebi eserler vücuda getirmek isteyen...

Fakat çıkamıyor oradan bir türlü.

Adeta hapsolmuş.

Bir çatlak bulsa akacak, akacak...

Fakat çatlak yok.

Bu çatlaksızlık benim yeteneksizliğime tekabül ediyor arkadaşlar.

Hakikaten bazen kabıma sığamıyorum.

Fakat körolası kap ne sağlammış ki taşacak yer yok!

Kabıma razı, oturup duruyorum mecburen. Ve ilk defa sağlamlığın her zaman da iyi bir şey olmadığını görüyorum.

Mesela bir gün öyle şiirsel bir tren yazısı kaleme almak istiyorum ki... Yani olursa bu kadar olsun!

Okuyanın o anda boğazına bir düğüm otursun, fakat kendisi oturmasın, derhal bir trene atlamak için kalksın sokağa fırlasın!

* * *

Şu anda da aynı durumdayım.

Bu defa akide şekeri üstüne çok şiirsel bir yazı döktürmek istiyorum.

"Nereden çıktı akide şekeri?" diyeceksiniz.

Kalbimin derinliklerinden.

O derinliklerde bir sürü şey var.

Bir zamanlar çok sevdiğim ama şartların değişmesiyle unuttuğum, ihmal ettiğim, bir kenara ittiğim bir sürü şey.

Bir gün bir fotoğraf, bir haber, bir rastgeliş, onu kalbimin derinliklerinden alıp aklıma getiriyor.

Akide şekerine de Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’nin aydan aya yayınladığı dergide rastladım. Eylül sayısında, "İki asırdır değişmeyen tat, Hacı Bekir" başlığıyla çıktı karşıma.

İçim sızladı. Tatlı tatlı ama. Sandığın dibinden çocukluk ayakkabımı ya da bebeğimi bulmuş gibi oldum.

Sizi bilmem, ben epeydir ilişkimi kesmişim meğer akide şekeriyle.

Neden?

Önce "ihanet"ten, sonra "rivayet"ten.

İnsanoğlu "yeni"nin cazibesine çok çabuk kapılıyor. Şeker her gün yepyeni kılıklarla çıkarken karşımıza, kim takardı artık akide şekerini?

Rivayet dediğimse artık rivayet olmaktan çıkıp bir gerçeğe dönüştü ki neredeyse her türlü tatlının üstüne "Şeker öldürür" yazılacak.

Fakat ne olursa olsun, kendi hesabıma bugünden itibaren akide şekerinin itibarını iade etmiş bulunuyorum.

"Kürkçü dükkánına dönüş" mü dersiniz artık...

İlk iş olarak Ali Muhiddin Hacı Bekir’in torunlarından kim varsa işin başında, bulup tebrik edeceğim. 270 yıl bu... Bir Avrupa ülkesinde olsa neyse. Fakat "maymun iştahlılar"ın memleketi burası... Hem üreten hem tüketen açısından. Fakat her şeye rağmen 270 yıl! Milletçe sıraya girip tebrik etsek yeridir.

* * *

Akıbetinin limonata gibi olmasını dilerim neticede. Limonata en moda mekánların en gözde içeceği olarak yeniden karşımızda biliyorsunuz. Gerçi içine nane, şu bu katmak suretiyle kızlığını bozdular ama olsun!

Ve bir bilgi... Edebiyat olmadı tarih katayım bari.

Akide şekeri 15. yüzyıldan beri bilinen ve sarayda yeniçerilerin maaş almasından önce dağıtılan bir tatlıymış. Yeniçeriler eğer şekerleri geri göndermezlerse akidelerine (bağlılıklarına) devam ettiklerini, eğer geri gönderirlerse padişahtan veya maaşlarından memnun olmayarak akidelerinin bozulduğunu sembolik olarak belli ederlermiş.

Ordumuzu öpüp başımıza koymalıyız bu arada. Bir gün olsun maaşını geri gönderen oldu mu?

Hep akide, hep akide!

"1960’lar, 12 Eylül’ler?" diyeceksiniz.

Ben maaştan bahsediyorum.

MIŞ-MUŞ

ABD, Avustralya, Kanada ve İngiltere’de kadınlara nasıl kur yapıldığını öğreten "cazibe seminerleri" büyük ilgi görüyormuş.

Tabii onların "Taşıma suyla değirmen dönmez" ya da "Sokma akılla yedi adım gidilir" demiş ataları yok.

Tuz Gölü’nün yarısı kurumuş.

İyi olmuş, doktorlar tuzu yarıya indirin diyor zaten!
Yazarın Tüm Yazıları