2900 metrede köşk muhasebesi

Sorular şunlar: Bu iki köşk, daha ne kadar askeri kordon altında kalacak? Daha ne kadar çürümesine göz yumulacak?

Kültür Bakanlığı’nın keyfi ne zaman yerine gelecek? Onarım için her türlü hazırlığı tamamlayan bir sivil toplum örgütüne, kulaklarını daha ne kadar tıkayacak? Köşkü geziyorum. İçim acıyor. Buna Sarıkamış’la ilgili askeri bilgiler ekleniyor. İçim parçalanıyor.

Asırlık çınarı kucaklamak istiyorum. Mümkün değil. Üç, beş kişi elele tutsak, o çınarı kucaklamak yine de zor. Öylesine ulu bir çınar. Masallardaki gibi.

Arkasındaki köşk de öyle. Masallardaki gibi. Sanki köşkten her an bir peri kızı çıkacak ve beni Kaf Dağı’na götürecek. Karlar altında. Gizemli. Tuhaf bir çekicilik. Belki adından, belki ardındaki tarihten.

Sarıkamış’ta, dünyada bir benzeri sadece Alpler’de görülen billur gibi karlar. Bu kar üzerinde, halen bir doktora tezi yazılıyor.

Beyaz örtünün sarı çam ormanıyla birleştiği yerde, geniş ovaya hakim tepede Katerina’nın Köşkü.

Geçen cumartesi, yarım saatliğine köşke özel bir jeneratör bağlanıyor. Özel kordon çekiliyor. Ampuller takılıyor. Köşk, gezilmeye hazır hale geliyor.

*

Halk arasında Katerina’nın Av Köşkü olarak biliniyor. Hepimizin ezberindeki Baltacı Mehmet Paşa’nın Katerina’sı ile ilgisi yok. Burası 1896 yılında Rus Çarı II. Nikola zamanında yapılıyor. Hollandalı bir mimar tarafından. Baltık mimarisi tarzında.

İçeriye giriyorum. Binanın tümü ahşap. Birbirine geçme kütüklerden, çivi kullanılmadan inşa ediliyor. Beşik çatılı, üçgen alınlıklı. Bir salon, on büyük, beş küçük odalı köşk 860 metrekare.

Bina peç sistemiyle ısıtılıyor. Soba duvarın içinde. Baca duvarlar içinde dolaşıyor. Duvarlar içinde dolaşan kalorifer sistemi. Isıyı sağlam tutuyor. Yazın aynı duvarlar güneş geçirmediği için, bina serin kalıyor.

II. Nikola ve sonraki çarlar burayı av köşkü olarak kullanıyor. Arkasında askeri bir mantık da var. Sarıkamış’a hakim olan, o yıllarda bölgeye hakim. Doğu Anadolu’dan Batı’ya açılan en büyük kapı.

*

Tarihi iyi de, kendisi dökülüyor. Harap ve perişan. Camların yerinde yeller esiyor. Pencerelerde cam niyetine, çinko ve tahtadan, eğri büğrü kapatmalar. Sadece dört duvar. Bunca bakımsızlığa rağmen, aradan 110 yıl geçiyor, damdan aşağıya tek damla su akmıyor. Öylesine sağlam.

Köşk, Dışişleri ile Kültür Bakanlığı arasında tenis topu gibi. Bir ona bağlı, bir buna. Kime bağlı olursa olsun, köşkün kaderi değişmiyor. Sözüm ona, tarihi eser olarak koruma altında.

Oysa, koruyan Sarıkamış’taki 9. Motorlu Piyade Tugayı. Tugay, köşkü askeri kordon altına alıyor. İçeriye özel izinle giriliyor.

Tarihi eser olduğu için, Kültür Bakanlığı’nın onayı olmadan, köşke ayna tutmak bile mümkün değil.

Sarıkamış ayrıca, bizim tarihimizin utanç sayfalarından biri. Enver Paşa’nın hırsı yüzünden, 90 bin askerimiz karda donarak ölüyor.

*

Şimdi Sarıkamışlılar, hem şehitlere sahip çıkıyor hem köşke. Şehitler için bir anıt yapılıyor. Geçen yıl bunun törenleri düzenleniyor.

Sıra köşke geliyor. Sarıkamış Dayanışma Gurubu, sivil bir toplum örgütü. Başını, ünlü kalp cerrahı Prof. Bingür Sönmez çekiyor. Sönmez Sarıkamışlı. Köşkün önündeki o heybetli çınar var ya, Sönmez’in çocukluğu orada geçiyor.

Sönmez ve arkadaşları köşkü onarıp, tarihi eserin değerini vermeye uğraşıyor. Köşkte bir askeri müze, bir lokanta, bir kafeterya. Ayrıca film gösterisi. Köşkün onarımı için iki milyon dolar gerek.

Müzede sergilenmek üzere, Sarıkamış askeri harekatından kalma süngüler, tüfekler, palaskalar, giysiler toplanıyor.

Köşkün yanında bir başka bina daha var. Yüz yıl önce hem konukevi, hem de doğumevi olarak kullanıldığı için, halk buna Şişman Köşk adını takıyor.

Sorular şunlar: Bu iki köşk, daha ne kadar askeri kordon altında kalacak? Daha ne kadar çürümesine göz yumulacak? Kültür Bakanlığı’nın keyfi ne zaman yerine gelecek? Onarım için her türlü hazırlığı tamamlayan bir sivil toplum örgütüne, kulaklarını daha ne kadar tıkayacak?

Köşkü geziyorum. İçim acıyor. Buna Sarıkamış’la ilgili askeri bilgiler ekleniyor. İçim parçalanıyor.

*

Köşkü dolaştıktan sonra, telesiyejle sarı çam ağaçlarının üstünden geçerek, kayak yapılan piste çıkıyorum. 2900 metre yükseklikte. Değil Türkiye’nin, dünyanın en iyi kayak merkezlerinden biri olmaya aday.

2900 metrede tek başıma. Sarı çam ormanı ve uçsuz bucaksız beyaz örtü. Üzerinde hiçbir iz yok. Hayat muhasebesi yapıyorum. Ülke muhasebesi yapıyorum. Gökyüzüne bakıyorum. Tolstoy’un romanındaki gibi, bulutlar geçiyor, hayat geçiyor. 2900 metrede tek başıma.

Yaşadıklarım ve gördüklerimden sonra, 2900 metrede rüzgara ve soğuğa meydan okuyan güneş, içimi ısıtmaya yetmiyor.
Yazarın Tüm Yazıları