Yürekli Saddam

SADDAM gerçekten de yürekli adammış.

Mesela merhum başvekil Adnan Menderes gibi yapmadı.

Yağlı urgan boynuna geçirilirken, "Kimseye muğber (kırgın) değilim, hiçbir iğbirar (kırgınlık) duymuyorum" falan gibi ezik mi ezik sözler etmedi.

Tam tersine...

İpe giderken, önce "Örtmeyin yüzümü" dedi. Ardından da en sert sloganlarını patlattı.

Mahkeme sürecinde de çok "delikanlı" bir tutum sergiledi:

Hem dik durdu, hem diklendi.

Yine Menderes gibi, "Arz ederim efendim" ya da "Kendimi yüce mahkemenizin hakkaniyet ölçüsüne tevdi ediyorum" tarzında alttan alıcı lakırdılar etmedi.

Tam tersine...

Her ağzını açışta, "Siz kimsiniz ulan! Siz kimsiniz ki beni yargılıyorsunuz" havasına girip postasını koydu.

Evet, evet... Hakikaten de yürekli adammış şu Saddam.

Zaten onun yürekliliği, "ikbal günleri"nde yaptığı zalimliklerdeki ölçüsüzlükten de belli değil miydi?

Halepçe’ye kimyasal bomba yağdırıp çoluk çocuk demeden binlerce insanı ölüme götürürken de yürekliydi bu adam.

ABD’nin gözüne girmek için İran’a savaş açıp yüz binlerce kişinin ölümüne neden olurken de acayip delikanlıydı.

Halkının üzerine savaş uçaklarıyla bomba yağdırırken de fena halde cesurdu.

Şii köylerine bombalar yağdırırken de müthişti.

Sonuç?

Sonuç şudur: Demek ki zulmederken yürekli olanlar, zulme uğrarken de acayip yürekli oluyormuş!

Dedeciğim tarihçiliği

ALBERT Einstein’ın torununa "izafiyet teorisinin kralı" ya da "kuantum fiziğinin prensi" muamelesi çekilebilir mi?

Bilimde "Dedeciğim fiziği" diye bir şey olmadığına göre, bu soruya "Çekilemez" yanıtını yapıştırabiliriz.

Peki "Dedeciğim tarihçiliği" diye bir şey var mıdır?

Tabii ki yoktur.

Madem yoktur, Enver Paşa’nın torunu Arzu Enver Sadıkoğlu’nun dedesi hakkında söylediklerine "tarihi bir sırrın aydınlatılması" gibi bakabilir miyiz?

Üstelik torun Arzu Enver Sadıkoğlu’nun, Enver Paşa gibi hayli tartışmalı tarihi bir şahsiyet hakkında konuşurken kullandığı o naif mi naif üslup ortada öylece dururken.

Arzu Hanım’ın şu üslubuna lütfen dikkat buyurun:

"Dedemin Sarıkamış operasyonu hatalı değildi. Kumandanlar dedemin emirlerini dinlemedikleri için bunlar oldu. Ayrıca mecburiyetler yüzünden Alman tarafından olduk." (Sabah Gazetesi, 1.1.2007)

Arzu Hanım, maceracılığıyla nam yapmış tarihi bir şahsiyetten değil de, kendi halinde yaşamış, aşırı kuralcı bir devlet adamından söz eder gibi.

Üstelik bunu "Dedeciğim emir vermiş ama kumandanları onu dinlememiş" şeklinde sözlerle, yani bir çocuk masalı kıvamında yapıyor.

Serdar Ortaç’ın yanıtı

1999’un şubat ayıydı. Düşük yoğunluklu savaş devam ediyordu ve Kürtçe bir "tabu dil" idi. Öyle kurs açmak, televizyonda yayın yapmak bir tarafa, Kürtçe’nin bir dil olarak kabul edilmesi bile başlı başına bir işti.

İşte böyle bir dönemde...

Magazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlendiği ödül gecesinde Ahmet Kaya, kışkırtıcı bir üslup kullanmaktan çekinmeden, tuttu "Kürtçe şarkı söyleyeceğim, Kürtçe klip çekeceğim" gibi sözler söyledi. Her konuya hoşgörüyle yaklaşan magazin aleminin anlı şanlı isimleri, Ahmet Kaya’nın bu konuşması üzerine infiale kapıldı ve resmen "tahrik oldu".

Çatal bıçaklar havada uçuştu, 10. Yıl Marşı devreye girdi falan.

Benim aklımda, bu protestonun "tetikleyici" figürlerinden biri olarak Serdar Ortaç kalmıştı. İşte bu nedenle Kenan Doğulu’nun İngilizce şarkı söyleme özgürlüğüne sahip çıkan Serdar Ortaç’a, "Baba, ne iş" diye sordum. Ancak...

Önce Yayın Koordinatörümüz Fikret Ercan, "Ben o gece oradaydım, Serdar tahrik edilen insanları yatıştırmak için elinden geleni yaptı, çocuğa haksızlık yapmışsın" diye bir tanıklık ortaya koydu.

Ardından da Serdar Ortaç’ın bana cevaben yazdığı yazı geldi.

Şöyle diyor Ortaç: "O gece Ahmet Kaya’ya yönelik protestolar başlarken ben şarkı söylemeye hazırlanıyordum. Ne yazık ki rahmetlinin üzerine çatal bıçak fırlatanlar olmuştur. Bunun son derece yanlış bir protesto şekli olduğunu düşünüyorum. Ancak yapmadığım bir şeyden dolayı eleştirilmeyi kabul edemem. Benim elim çatal bıçak fırlatmaz, sadece mikrofon tutar. Şunu da hatırlamalısınız ki, o dönemde Kürtçe tartışmalarına şimdi olduğu gibi ılımlı yaklaşımlar mevcut değildi. Eminim ki o salondaki birçok kişi bugün daha farklı ve olumlu düşünüyorlardır. Ancak 2007’de yapılacak bir şarkı yarışmasında İngilizce dilinin kullanılmasının tercih edilmesine verilen destek ile 1999’da yapılmış bir ödül töreninde Kürtçe diline destek verilmesinin aynı kefeye konması doğru mudur? Ben sadece bir meslektaşıma, kendi bildiğim konu ile alakalı yardımcı olmak için ’Bırakın Kenan hangi dilde söylemek istiyorsa söylesin’ dedim. Ama üzgünüm. Beni gençliğimde şarkıları ile ağladığım, ’Saçlarına yıldız düşmüş koparma anne’ deyişine hayran olduğum bir adamın düşmanı gibi göstermek istedikleri için üzgünüm."
Yazarın Tüm Yazıları