Önce insana dair duyarlılık

 PANDEMİ süreci zaten var olan işsizliği katmerledi.

Haberin Devamı


2019 sonunda nüfusumuz 83 milyonu aşmıştı. Her yıl 1 milyon 150 bin kişi kalabalıklaşıyoruz. Bu rakama; sayılamayanlar, Suriyeliler, kaçak olanlar dahil değil.
Nüfusun ancak 32,5 milyon kişisi çalışmaya talepkar. İşsiz sayısı 4,5 milyon kişiyi aşmış durumda. Bu tabloda her yıl en az 450-500 bin kişiye iş bulma durumundayız.
Diyeceğimiz; nüfus soluksuz artıyor. Çok değil, 1960’larda 27,5 milyonmuşuz. 1980’lerde 44 milyona varamamışız bile... Şimdi sadece (15+) nüfus 61,5 milyon kişi.
Bu ülke ne yapıp edip genç insanlara iş yaratma mecburiyetinde. İş bulmak yatırım gerektiriyor. Her yatırım, az ya da çok “tabiatın istismarı” demek... Hani çevreye zararı bilinen yatırımlara tabii ki, mesafeli kalalım. Karbon esaslı santraller yerine hiç şüphesiz yenilenebilir enerji tercih edelim.
Ama bu yatırımlarda bile Karadeniz’in akarsu yataklarını değiştirmeyelim, rüzgâr güllerini yerleşim yerlerinin tepesine dikmeyelim. Tabiatı sistematik kirleten yatırımlar hiç olmasın.
Kaz Dağlarını, temiz denizlerimizi, kuş cennetlerimizi torunlarımıza duyduğumuz sorumluluk gereği militanca savunalım.
Ama vurguladığımız gibi nüfusumuz mütemadiyen artıyor. Bu insanlara aş-iş gerekiyor.
Artan nüfusa barınılacak binalar yapılsa bile, yine çimentodan mıcıra asgari ve mecburi bir ekolojik tahribata katlanma durumunda kalınır.
Sözü her türden yatırıma karşı çıkmanın naifliğine getirmek istiyoruz.
Bu aralar Çeşme projesi çok gündemde...
Yarımadaya hareketlilik getirecek kapsamlı turizm yatırımları konuşuluyor. Tamamına yakını hazineye ait atıl araziler her türlü çevreci hassasiyet gözetilerek istihdam ve gelir yaratıcı bir yatırıma dönüştürülecek.
Hani, tabiata en az hasar veren yatırım türü turizmdir.
100 bin kişiye iş imkânı sağlayacak bu projeye karşı duranlar “endemik bitki türleri zarar görür, su kaynakları israf edilir, yapılaşma olur, vb...” gibi haksız olmayan hususları sıralıyorlar.
Bunlar gerçek ve doğrudur. Ama, aş ve iş bekleyen insanlar daha gerçektir.

-----

Haberin Devamı

Demokrasi çok sesliliktir

GENÇ Cumhuriyetimiz bürokratik esaslara göre merkeziyetçi bir yapıda kurgulanmıştı. 1940’larda bu anlayış giderek zirveye çıkmıştır. Çok partili hayata geçişle birlikte nispeten bir esneme yaşanmıştır.
1980’lerde ülke dışa açılma sürecine geçince eski zihniyeti savunanlar dışında hemen her siyasi parti merkezden yönetimin yetkilerini paylaşma gereğine vurgu yapmıştır.
Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin ivme kazandığı 2000’li yılların başlarında “Avrupa Birliği Konseyi Yerel Yönetimler Şartı” benimsenmiş ve pek çok kesim tarafından ülkenin demokratikleşmesinin sıhhat koşulu addedilmiştir.
Barış süreci esnasında “özerklikten eyalet sistemine kadar” hemen her seçenek iktidar desteği ile masaya konularak tartışılabilmiştir.
Yine son yıllarda ülkelerden ziyade şehirlerin ön plana çıktığı ve bir anlamda bahse konu ülkelerin marka yüzleri olarak ekonomik ve turistik cazibe merkezleri haline geldikleri bildiğimiz bir gerçekliktir.
Tüm bu unsurlar “milli devlet” olgusunu zayıflatan, ona rakip oluşturan alternatif modeller asla değildir. Uygarlık tarihinin akışı içerisinde oluşan rasyonel ihtiyaçlara ve insani mutluluklara cevap verme çabasıdır.
Diyeceğimiz; “güçlendirilmiş yerel yapılar” yakın geçmişimizin doğallıkla konuştuğu mevzulardır.

Yazarın Tüm Yazıları