Kolay çözümler hayal edilmesin

“GÖÇMEN, mülteci, geçici sığınmacı”, ne denilirse denilsin Suriyeli ve Afganlı insanlar ülkenin ana gündem maddelerinden biri olmaya devam ediyor. Suriyeli göçmenlerin sınır komşusu olmaları, akut yaşamsal tehdite maruz kalmaları, çoluk çocuk, aileden oluşan bir terkip içermeleri, tepkileri Afganlar kadar tırmandırmamıştı. Ancak Afganlar’ın genç erkeklerden oluşması, “niye sadece Türkiye kabul ediyor” sorusunun bir türlü açıklığa kavuşamaması, bir anda toplumun çoğunluğunun “ne oluyoruz” demesine neden oldu.

Haberin Devamı


Sayılarının 5 milyona vardığı söylenen göçmenler dar gelirlilerimiz yönünden “ekmeğin bölüşülmesi” anlamına gelirken, demografik hassasiyetlerden kültürel uyumsuzluklara, çok yönlü itirazlara sebep olmaya başladı. Büyük devletlerin kâğıt üzerinde kurguladıkları sosyal mühendislik uygulamaları Suriye ve Afganistan’da bugün yaşanan perişanlıklara yol açmıştır. Bu durumların diğer bir nedeni de o yerlerde yaşanan ekonomik sıkıntılardır. Pek çok göçmenin hedefi bu anlamıyla ülkemiz üzerinden “Batı”ya ulaşmaktır. Ancak çok azı için bu hülyanın gerçekleşebileceği anlaşılıyor. Hal böyle olunca bu insanların önemli bir yüzdesinin, bir fiili gerçeklik olarak ülkemizde kalacağını bilme durumundayız.
Sayın Kılıçdaroğlu iktidar olurlarsa iki yıl içinde bu insanları ülkelerine, onları da ikna ederek, göndereceklerini söylüyor. Mevcut iktidar bu konuda yeterince açık değil, suskun bir politika izliyorlar. Hatta ülkeye entegrasyonları için kısmi çabalar gösteriyorlar. Kimi yazarlar, bu neviden göçleri emperyalistlerin organize ettiğini, bu sayede emeğin ucuzlaşacağını ifade ediyorlar. Bu konularda çok sayıda komplo teorileri üretiliyor ve paranoya ölçüsünde endişeler belirtiliyor.
Hemen her söylenende az da olsa bir gerçeklik payı olabilir, diyerek konuyu geçelim. Tüm bunlar bize gösteriyor ki, kucağımızda “öznesi insan” olan çözüme muhtaç zor bir meselemiz var.
Diyeceğimiz, sıradan insanların bu gelişmelerden hoşlanmaması, tedirgin olması, göçmenleri istememesi anlaşılmaz değildir. Ama ne çare, gelinen durum onları da, yerel yöneticileri de aşmıştır, ancak merkezi hükümetin kararlarıyla mesafe alınabilir. Bu aşamada meselenin sonuçlarından etkileniliyor olunsa da, yine de demokratik tepkinin dışına taşan eylem ve söylemlerden kaçınmak gerekir. Yerel yönetimler maalesef ve mecburen “günah keçisi”dir.
Sığınmacılar, her şeyden önce “muhtaç insan”dır. Hiçbir basiretli ve duyarlı tutum, hele o kentin yöneticisi ise bu duruma seyirci kalamaz. Bu, hem kendi hemşehrilerinin güvenliği, hem de bahse konu insanlar için beşeri ve vicdani sorumluluktur. Bu konuya dair karşı görüşler tabii ki çok kıymetli, demokratik bir kamuoyu baskısı oluşturur. Meğer ki nefret söylemine dönüşmesin ve olumsuz sonuçlara yol açacak tahriklerde bulunulmasın. Başa dönülürse; bu meselenin izleyeceği seyir merkezi idarenin kararlarıyla şekillenecektir. Kamuoyunun gelişmelerden hoşnut olmadığı ortadadır. Makaranın geriye sarılmasının mümkün olamayacağı fiili bir durum oluşmaya devam etmektedir. Umarız, mevcut rejimimiz izah edilebilir bir stratejiye göre hareket etmektedir.

Yazarın Tüm Yazıları